3 Şubat 2022 Perşembe

Kalbin Erbaini Serisi -9- İNSAN DA KEDERLE GÖÇER

 

Geçmişten günümüze çeşitli bilgi tanımları yapılagelmiştir. Tanımlar arasında modern bilgi tarifine en uygun olanı ise “Akleden (özne) ile akledilen (nesne) arasındaki özel ilişki” şeklindeki tariftir. En genel tarif ise “suje ile obje arasındaki ilişki” dir. Tanımların fazlalığına rağmen tanıyamıyoruz ki aradaki köprülerden. Sınırlandırıyor bakışımızı bir at gözlüğü gibi. Aslında aracısız, perdesiz seyretmek gerekir cemali.

Bilgi, uzaklaştı bizden. Sanki soğuklaştı birden. Her şeyi akla yatırmaya çalışırken uyuyup kaldık ninni söylerekten. Zaten bir daha da uyanamadık. Bizi serumlarla beslediler, içine de istediklerini eklediler.

Bilgi, İslam terminolojisinde genel olarak “el-ilm” ve “el-ma’rife” terimleriyle ifade edilmektedir. İlim, bilimin yanında ilahî ve beşeri tüm bilgi için kullanılan daha kapsamlı bir terimdir bakış açımızı genişleten. Genişledikçe daha da derinleşen. Merkezi kalp, yardımcısı ise ilham, keşif, akıl ve duyular olan...

Akıl ile erilmez, ulaşılamaz. Biz ise aklımız yeterli diyoruz ama hiçbir şeyi çözümleyemiyoruz. Sonra çıkmazlara giriyoruz orada da öylece kalıyoruz. Bilgi, sadece akılla kavranabilen bilimsel teorilerden oluşan soğuk duvarlar ardında tanımlanmış verilerden ibaret değildir. Nasıl ki insan kemiklerden, et yığınından ibaret olmadığı gibi bu kadar basite indirgenecek bir mekanizma değildir. Zira beden, insan yapısını oluşturduğu kadar aynı zamanda insan, ruhsal bir yapıya da sahiptir. Bu iki yapı birbirinden ayrı düşünülemez. Eğer insandan ruhu çekip alırsak ölü cesetten başka geriye hiçbir şey kalmaz.  Ölü bir ceset ise ya toprağa gömülmeye ya da yırtıcı hayvanların elinde yenilip gitmeye mahkûmdur. Oysa ruhtu bedene can veren. Unuttuk ruhumuzu. Can verdi bir köşede acaba sesini duyduk mu?

Aynı şekilde bilgi kavramını sadece bilimsel olarak düşünürsek ölü bir cesetten pek de bir farkı yoktur. Zira onun ruhunu söküp çıkarmışız demektir. Aynı tek kanatlı kuş gibi, o kuş hiçbir zaman uçamaz. Biz ise hapsettik kuşları içimize, uçamıyor artık istedikleri yere, kanadından vurduk zincire, inliyor öylece bir köşede..

Biz dünyaya gönderilmiş başıboş insanlar değiliz. Acaba sen kalbine baktın mı hiç? Bakmakta yetmez ki sen kalbini okudun mu hiç?  Her eşyanın bir hakikati var, sen onu okudum diyorsun lakin aynaya bakmıyorsun. Oysa okumak için görmek gerekmez mi? Fakat sen görmüyorsun. Artık göremiyorsun. Karın birikmesiyle kaybolup giden arabalar gibi gönlümüze yağan kirlerde kaybetmişiz kalbimizi. Karlar eriyip gider de gönüllerimizi ne temizler ki? Ruhumuzu süslemenin artık vakti gelmedi mi? Kalbimizden çıkarmalıyız her şeyi, O’ndan gayrı her şeyi. Zira perdeyi aralamaya bir rüzgâr yeterli. Bilgi bir inciydi sen onu karalarda aradın, aklettim sandın lakin gönül aynan ile bakmadın. Sen eşyanın hakikatine varamadın, belki de dağlar taşlar aştın, oysa senin içindeydi muradın fakat sen bunun farkında olamadın. Aslında hiçbir şey bilmiyoruz. Bildiklerimizi de dağ zannediyoruz ama gökyüzünü unutuyoruz. Gölgemizin peşinden koşup duruyoruz ama güneşi unutuyoruz. Acaba sıcaklığını da mı hissetmiyoruz? Eğer ulaşmak istersen hakikate önce aynanı temizle var gücünle. Aydınlık ulaşmazsa yerine, mahkûmuz karanlıklar içine…

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...