6 Haziran 2023 Salı

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

 


DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A)

Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlarını öğrenmek ve bilmek biz müslümanların hayatını kolaylaştıracak ve aynı zamanda Peygamber Efendimizi (sav) daha iyi anlamamızı sağlayacak ve O'na ,sünnetine daha da bağlı birer müslüman haline getirecektir inşallah. Çünkü onlar hadislerin birer taşıyıcısı olmaktan ziyade Peygamber Efendimiz(sav)’in döneminden bu döneme birer bağ ve köprü mahiyetindedir. Bu nedenle böyle güzel,inci taneleri gibi değerli olan sahabe efendilerimizin hayattaki tecrübelerinden ,olaylar karşısındaki duruşlarından haberdar olmak elbetteki çok faydalı bir iş olacaktır.Bu vesileyle ben de sizlere Ümmü Seleme(ra)validemizi anlatmış olayım .Kendisi Peygamber Efendimiz ( s.a.v) ile evlenmeden önce Peygamber Efendimizin süt kardeşi ve halası Berre binti Abdulmutalibin oğlu Ebu Seleme el- Mahzuni ile evlendi. Kocası İslamı kabul eden 11. kişi, kendisi de 12. kişidir.Kendisi 13 annemiz içerisinde Hz. Hatice’den sonra ilk iman edenlerdendir .Ve Aişe annemizden sonra en çok hadis rivayet eden biridir. Aişe annemizden 2210, Ümmü Seleme annemizden ise 378 hadis rivayet edilmiştir.Okuma bilen iki annemizden biridir. Okuma yazma bilen Hz. Hafza ;sadece okuma bilen ise Hz Aişe ve Hz.Ümmü Seleme'dir.Kendisi ilime önem verdiği gibi çocuklarını da Alim ve Alime yapan validemizdir.

Kendisi Cebrail aleyhiselamı insan suretinde gören validemizdir ve Hz. Hatice'den sonra İslam ve iman yolunda en fazla bedel ödeyen annemizdir.İlk eşiyle beraber iki defa hicret ediyor ve orada iki erkek bir kızı oluyor. Daha sonra iki kızı daha oluyor. Habeşistan hicretinden sonra bu sefer Yesrib hicreti için hazırlanırlarken iki tarafın da ailesi engel olmaya çalışıyor. Bundan dolayı Ebu Seleme oğlu ömeri de alıp Yesrib'e doğru yola çıkarken kendisi Mekke'de kalmak zorunda kalıyor ve İslam uğruna ilk bedeli de ödemiş oluyor. Nitekim bir annenin evladından ve eşinden ayrı kalması hele ki o şartlarda takdir edersiniz ki çok ağır olmalı. Yine aynı şekilde kocasının ailesi bununla yetinmeyip diğer oğlunu da elinden alıyor. Zamanla aileden merhametli biri oğlunu ona teslim eder ve bununla birlikte zaman kaybetmeden yola koyulmaya kalkan Ümmü Seleme (ra) ı gören Osman bin Talha ona Medine'ye kadar eşlik ediyor ve yıllar sonra müslüman olacak bu genç için Ümmü Seleme(ra) : “Ben Arabın içerisinde ondan daha edepli, ondan daha iffetli ve ondan daha mürvetli birini görmedim.“ diyecek.

Medine'ye hicretlerinden sonra bir süre orada kalmış ve Medine'deki hayatları boyunca örnek bir aile duruşu sergilemişlerdir. Çocuklarına ahlakı en güzel bir şekilde öğretmiştir. Aile sofralarını birer suffa gibi görüp çocuklarıyla en güzel şekilde muhabbet edip ,onlara birer örnek olmuşlardır( Sofranın suffa olarak kullanması şöyle ki; sofra aile için sohbet etmek ve birbirini dinlemek için şüphesiz en iyi ortam ki kendileri bu vesileyle çocuklarını dinleyip onlara günlük yaşantılarındaki eksiklerini ve doğrularını konuşup öğüt verirlermiş). Yine rivayet edildiğine göre ; bu şekilde ,sofra başında , Ebu Seleme Ümmü Selemeye : “Resulullah Efendimizin : "Eğer bir kadının kocası kendisinden daha önce ölürse, evlenmez iffetini korur namusuna sahip çıkarsa Allah cennette o kocasıyla o eşi birbiriyle kavuşturur.” rivayetinden sonra Ümmü Seleme, Allah gecinden versin ama sen ölürsen andolsun ki ben evlenmeyecem demesinin üzerine Ebu Seleme: "Acele etme. Allah Rasulu bu sözü söyledi ama ben biraz farklı anlıyorum. Biliyorsun ben şahadet diye dua ederim. Olur da ben şehid olursam Allah sana benden daha hayırlı bir nasip verecektir.” ve o an ellerini açıp dua edecektir Ümmü Seleme için. Ebu Seleme Uhud sırasında yaralanır ve iyileşir. Çıktığı başka bir seferde tekrar yaralanır ve bu sefer yarası daha da derinleştiği için kötüleşir ve hastalanır.  Efendimiz (sav) onu ziyaret edince vefat eder ve göz yaşları içerisinde defnedilir. Peygamber Efendimiz Ümmü Seleme'yi teselli ederken şöyle bir dua et der kendisine : “Allah'ım bana gönderdiğin müsibetin ecrini bana nasip eyle ve o musibetin arkasından bana hayrı ulaştır.” Ümmü Seleme  Peygamber Efendimiz (sav)in nasihati üzerine hayatı boyunca bu duayı dilinden düşürmez. Ebu Seleme'nin vefatından sonra nice kişi validemiz (ra)ile evlenmek ister ama kendisi onları reddeder. Bunun üzerine son olarak Peygamber Efendimiz ona talib olur. Burada bir parantez açmak istiyorum. Bugünlerde İslam'daki çok eşlilik çokça tartışılır vaziyette fakat islam önceki cahiliye döneminde çoğu erkeğin sayısı onları aşan eşleri olduğu için Nisa suresi 3. ayet belli bir sınıra indirmiş ve en fazla 4 kadınla evlenebilirsiniz demiştir. Burdaki tek istisna Peygamber Efendimiz ( sav) dir. Çünkü hadislerin bugüne ulaşabilmesi için evli olunan kişiden rivayet edilmesi en iyi yoldur. Aslında Peygamber Efendimiz Hz.Hatice'yle evliyken tek eşliydi ve 25 yıl boyunca tek evli olarak kalmıştır. Peygamberliğin verdiği sorumlulukla daha sonraları diğer eşleriyle evlenmiştir. 

Ümmü Seleme annemizin hayatına gelecek olursak; Resûl-i Ekrem isabetli görüşleri sebebiyle Ümmü Seleme’nin fikrini alırdı. Meselâ Hudeybiye Antlaşması’nda Mekkelilere büyük tâvizler verildiğini düşünen Müslümanlar üzüntü içinde iken Resûlullah onlara kurbanlarını Hudeybiye’de kesmelerini ve tıraş olmalarını emrettiği ve bunu üç defa tekrarladığı halde hiç tepki vermediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ümmü Seleme’nin yanına giderek üzüntüsünü dile getirdi. Ümmü Seleme ona dışarı çıkıp kurbanını kesmesini ve kendisini tıraş ettirmesini, ardından ashabının da mutlaka bu davranışlarını izleyeceğini söyledi. Hz. Peygamber onun tavsiyesini uyguladı ve gerçekten Ümmü Seleme’nin dediği gibi oldu (Buhârî, “Şürûṭ”, 15). Bunun gibi daha birçok olayda Peygamber Efendimiz Ümmü Seleme annemizin görüşünü almıştır.Hiçbir zaman menfaatle konuşmamış, daima merhametle davranmıştır. Ahzap suresi 33 .ayet Ümmü Seleme’nin odasında iken nâzil olmuş, Resûlullah da orada bulunan veya sonradan gelen Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i abasının altına alarak, “Allahım, bunlar benim Ehl-i beytimdir. Onları günahlarından temizle!” diye dua etmiş. Bunun üzerine Ümmü Seleme kendisinin Ehl-i beyt’ten olup olmadığını sormuş. Peygamber ona; "Sen zaten kendi yerindesin. Sen hayır üzeresin”  şeklinde cevap vermiştir. Cemel vakası olduğu zaman da her iki taraf için de çabalamıştır. Ve Hz. Aişe'yi ikna etmeye çalışıp merhametli ve şefkatli olmasını iletmiştir. Ümmü Seleme en son vefat eden annemizdir. Hicri 61'de vefat eder, kerbelanın olduğu yıl . 10 muharrem gecesi Peygamber Efendimizi rüyasında görür. Rüyasından sonra haberci gönderir kerbelaya ve haber gelene kadar ya Hüseyin diye söylenir..

Hayatı boyunca doğru yol üzere olan Ümmü Seleme annemizin hayatından çeşitli dersler çıkarabiliriz:

1- İdeal bir eşin nasıl olmasını öğrenmek istiyorsan, iman ettiğin Peygamberinin hayatına iyice müracaat etmelisin. O (sav) Allah’tan vahiy alan, fetanetin zirvesinde olan, Cebrail ile canlı bir bağ kuran biri olmasına rağmen, hanımlarına değer verip istişare ediyorsa, sen nasıl başka bir yol arayabilirsin ki?

2- İdeal bir hanımın nasıl olmasını öğrenmek istiyorsan, yeryüzünün en güzel örnekleri olan sahabenin hayatına iyice müracaat etmelisin. Vahyin canlı tanıkları olan, Peygamberin terbiyesinde yetişen, davranışlarına göre ayetler inen o neslin hanımları, eşlerine itaat edip, belli hususları korumuşlarsa, sen nasıl başka bir örnek arayabilirsin ki?

3- İdeal bir annenin nasıl olmasını öğrenmek istiyorsan, kıyamete kadar gelecek tüm müminlerin anneleri olan, Peygamber hanımlarının hayatlarına iyice müracaat etmelisin. Meleklerin gezdiği o evde, eğer onlar kamil manada annelik yapmış, binlerce mümini yetiştirmiş ve buna rağmen hiçbir vazifelerini ihmal etmemişlerse, sen nasıl başka bir rehber arayabilirsin ki?

4- İdeal bir talebenin nasıl olmasını öğrenmek istiyorsan, en güzel örneğin, en güzel örnekleri olan, Suffa Mektebi’nin talebelerinin hayatlarına iyice müracaat etmelisin. Temelinde sağlam bir imanın ve sarsılmaz bir ihlasın olduğu, bilgi öncelikli değil, amel öncelikli bir tedrisatın yapıldığı, müfredatının Kur’an ve Sünnet olduğu bir örnek dururken, sen nasıl başka yerlerde derdine derman arayabilirsin ki?

5- İdeal bir dostun nasıl olmasını öğrenmek istiyorsan, en ağır imtihanlara maruz kalmasına rağmen, hakkaniyetten ve vefadan yüz çevirmeyen Ehli Beyt’in mensuplarının hayatlarına iyice müracaat etmelisin. Kur’an: “Sadıklarla beraber olun” demişse, Peygamber: “Size iki ağır emanet bırakıyorum; Allah’ın kitabı ve benim Ehli Beytim” demişse, sen nasıl başka yerlerde kendine dost arayabilirsin ki?

Canı ve malı pahasına Efendimiz (sav) e olan bağlılıklarını gösterip bu yolda her daim onun yanında yer almış olan  sahabe efendimizden bir tanesi … Her birinin ayrı ayrı böyle güzellikte kalbe dokunan ,yolu aydınlatan hikayeleri var. Yeter ki biz gönlümüzü onlara açıp  ne almak istediğimizi bilelim ve onun için dua edelim. Allah  işiten, bilen ve duyandır. Şüphesiz ki O, ol der ve olur . Vesselam veddua J

“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”

(Şeyh Galip, 1757-1799) 42 yaşında vefat etmiş ,kısacık ömrüne ne güzel şeyler sığdırmış. Rabbim bizlerin de ömrünü verimli ve bereketli kılsın.

 /ROSALİNDA

Kaynakça

-İslam ansiklopedisi

-Muhammed Emin Yıldırım ( Ümmü Seleme (ra))

27 Mayıs 2023 Cumartesi

Hanım Sahabelerimiz Serisi -2- Hz. Hatice

 

RİSALET DAVASININ ANNESİ HZ. HATİCE

 “Semanın en hayırlı hanımı İsa’nın annesi Meryem, yeryüzünün en hayırlı hanımı ise Hatice’dir.” [1]

“Ben O’nun (Hatice’nin) sevgisiyle rızıklandırıldım.” [2] buyuruyor Efendimiz aleyhisselam. Rızık nedir sevgili okur? Yaşam için elzem değil midir? Bu sevgi o kadar mukaddes, kıymetli bir sevgi ki Efendimiz aleyhisselatu vesselam onu rızık olarak nitelendiriyor. Sevgisinin kocasına rızık olduğu, yeryüzünün en hayırlı hanımını biraz daha yakından tanıyalım Allah’ın izniyle.

Hatice isminin anlamı erken doğan kız çocuğu. Beklenilen vakitten erken dünyaya gelmesinden dolayı babası ona bu ismi vermiştir. Kız çocuğu olduğu için yüzü kızaran, kız çocuğunu kabul edip bunun yüz karalığı(!) ile yaşamak mı yoksa diri diri toprağa gömüp bu dertten kurtulmak mı diye tercih yapılan berbat bir dönemde Hz. Hatice validemiz doğduğu zaman onun şerefine babası yemek ziyafeti vermiş. Ancak asalet sahibi insanlar kız çocuklarının kıymetini bilirler. Hz. Hatice validemiz işte böyle asil bir aileye mensuptu. Soyu hem annesi hem babası tarafından Peygamber Efendimiz aleyhisselamın soyu ile birleşiyordu. İki kez dul kalmasına ve o güne kadar üç çocuk doğurmasına rağmen, tüm Mekke’nin kendisi ile evlenmek için sıraya girecek kadar güzel birisiydi. Dirayetiyle, cesaretiyle, vefasıyla, vakarıyla, fedakarlığıyla ve merhameti ile zirveleri zorlayan bir hanımefendiydi. Bir de Peygamber ailesine hanım olarak daha da şereflendi. Hatice validemizin yaşadığı hayat tek kelime ile: Peygamber evine nasıl sultan olunur? sorusunun cevabı niteliğindedir. Hz. Hatice evde Peygamberimizin bir dediğini iki etmiyor, kendi elleri ile ona hizmet ediyor. Peygamber Efendimiz aleyhisselam ise ev işlerinde elinden geldiğince ona yardım ediyordu. Aralarında büyük bir aşk ve muhabbet vardı. Öyle ki şuandaki evliliklerde Efendimiz aleyhisselam ile Hz. Hatice’nin muhabbetinden istiyoruz diye dualar ediliyor. 

Efendimiz aleyhisselam kırk yaşına yaklaştığı zaman yalnızlık ona sevdirildi. Mekke’nin putperest hayatı hem O’nun hem de hanımın gönlünü darlıyordu. Hira dağına çıkıp bir müddet orada uzlete çekilir olmuştu. Hira'ya çıkmanın zorluğuna, yaşının ileri olmasına rağmen Hatice validemiz O’na yemek götürürdü. Bazen Efendimiz aleyhisselam onun geldiğini görür dağın eteklerinde onu karşılar, orda otururlardı. Efendimiz aleyhiselam bu süreçte hayatı tefekkür eder, bir nevi vahyin gelişine hazırlanırdı. İlk vahiy geldiğinde, “OKU!” emri geldiğinde korku ile gelip Haticesine sığınmıştı. Beni örtün, beni örtün demişti. Hz. Hatice validemiz ise O’nu hiç sorgulamadan, darlamadan dediğini yerine getirip sakinleşmesini beklemişti. Peygamberimiz kendine geldiğinde başından geçenleri ona anlatmıştı.  Peki bu durumda Hz. Hatice ne yapmıştı? Acaba bazılarının yaptığı gibi eşinin başından geçen zorlu bir olayı basite almış, umursamamış, haşa onun her zamanki hali deyip kestirip atmış mıydı? Hayır! Kocasını çok iyi tanıyan, güzel ahlaklı asalet sahibi bir hanımefendi olarak kendine yakışır şekilde davranmış ve şöyle demişti: “ Asla endişelenme ey Efendim! Allah seni kesinlikle zayi etmeyecektir. Sen akrabalarını koruyup gözetirsin. Düşkünlerin elinden tutarsın. İhtiyacı olanların ihtiyaçlarını karşılarsın. Misafirlerine her türlü ikramı yaparsın. Hakkın yanında yer alır, hakkın ikamesi için çalışırsın.” [3] Burada Hatice validemizin büyüklüğünü, olgunluğunu ve metanetini görüyoruz. Ve bu yaşadığı olayı ilim sahibi amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’e anlatmayı teklif etmesiyle onun ferasetini görüyoruz. Artık nübüvvet başlamış ve onları çetin günler bekliyordu. Sevgili okur, çetin günlerden geçsek de Allah ile beraber olduğunu hissetmek o acılara ne güzel merhem oluyor. İnsanın Rabbine duyduğu yakınlığı o günlerde zirvede oluyor. Seni bilmem ama benim için en güzel şey; Rabbimle beraber olduğumu hissetmek, O’nun sevgisini, beni gözettiğini kalbimin en derinliklerine varana kadar hissetmek. Yaşadığım acı ne olursa olsun Allah beni üzmek istemiyor, seni de üzmek istemiyor. Bize öğretmek istediği bir şeyler, verdiği imtihanı ile bir muradı var.

Bu gözle bakarsan ancak imtihandan alman gereken mesajları alabilirsin. Benim yaşadığım olayda nasıl bir hayır, nasıl bir mesaj olabilir ki, deme. “Allah’ım imtihanım ağırlaşmadan, verdiğin ilk mesajlarda anlamam gerekeni bana öğret, kolaylaştır ve ondan ders çıkarıp kendimi onarmamı ihsan et” diye dua et.

Bir gün yine Hz. Hatice validemiz mağaraya azık getiriyordu. Cebrail aleyhisselam Efendimiz aleyhisselema Hatice’nin gelişini haber verdi ve dedi ki: “ Ya Resulullah! Gelen Hatice’dir. Rabbim, çekmiş olduğu bunca sıkıntı ve göstermiş olduğu bunca fedakarlığa karşı ona selam söylüyor ve ona cennette, ne bir gürültü ne bir yorgunluk bulunan inciden donatılmış bir saray müjdeliyor.” Efendimiz aleyhisselam Hz. Hatice gelince ona bu müjdeyi verdi. O da çok sevindi ve şöyle mukabelede bulundu: “Selam Allah’tır. Selam O’ndandır. Selam Allah’a, O’nun büyük meleği Cebrail’e ve senin üzerine olsun ya Resulullah.” [4] Çekilen sıkıntının, gösterilen fedakarlığın mükafatına bakar mısınız... Belki biz Hatice olamayız ama onun yolunu yolumuz yapıp arkasından gidebiliriz. Belki bu şekilde Allah’nın rahmetini, merhametini celbedebiliriz.

Davet günleri başladığında Hz. Hatice validemiz canıyla, malıyla elinden gelen tüm hizmetleri yapıp Efendimiz aleyhisselama destek olmaya çalışıyordu. Aynı zamanda O’nun eşi olarak manevi, psikolojik desteği her daim vermeye çalışıyordu. Hz. Hatice tüm varlığını Allah yolunda harcadı. Onun mal varlığı hiç de azımsanacak kadar az değildi. Hatta bir dönem Hatice validemizin Şam’a tek başına gönderdiği ticari kervan, Mekke’nin tamamının gönderdiği kervandan daha büyüktü.  

Mekkelilerin yaptıkları işkenceler her geçen gün daha da artıyor, şartları zorlaştırıyordu. Ama İslam halkası tüm bu engellemelerine rağmen halka halka büyüyordu. Onun büyümesinin önünü alamayan müşrikler bu sefer boykot kararı aldı. Müslümanlarla her türlü alışverişi yasakladılar. İşte bu dönem zarfında tüm varlığını risalet davası uğrunda harcadı. Zorlu boykot döneminde Efendimiz aleyhisselam önce amcası Ebu Talip’i kaybetti. Onun ardından Hz. Hatice’nin hastalığı başladı. Hüzün yılı denecekti o sene için. Hz. Hatice validemizin hastalığı üç gün sürecekti. En son gündü; Efendimiz aleyhisselam Hatice’sinin başında durmuş ağlıyordu. Evlendiği ilk zamanlardaki Hatice’nin varlığını hatırladı. Şimdi ise çadırvari bir evde hayata veda edecekti. Hatice’sinin ellerinden tuttu: “Benim yüzümden ey Hatice’m, hep benim yüzümden bunca sıkıntının muhatabı oldun. Sen daha iyi hallere layık iken ben seni rahat ettiremedim.”[5] dedi. Hz. Hatice ise efendisini teskin etmeye çalışıyor: “Hayır, ey Efendim! Allah benim için en güzelini nasip etti ve ben bu halimden hiçbir zaman sıkıntı duymadım.” diyecektir.

Hz. Hatice’nin yeri vefat ettikten sonra bile her zaman Efendimiz aleyhisselam için çok değerli olmuştu. Onun vefatının ardından onun akrabalarını, arkadaşlarını hep gözetirdi. Yıllar sonra bile Hz. Hatice’nin kız kardeşi Hale geldiğinde izin istemesinin Haticesinin izin isteyişi ile aynı olduğunu hatırladı ve gelenin kim olduğunu henüz bilmeden izin isteyişinden dolayı; bu izin isteyiş Hatice’nin izin isteyişi, Allah’ım ne olur gelen Hale olsun, deyip vefakarlığını bir kez daha göstermişti. Öyle ki Hz. Aişe validemiz zaman zaman bu durumu kıskanırmış. Bir gün dayanamaz ve der ki: “Ya Resulullah! Nedir hep Hatice, Hatice! deyip duruyorsun? Allah şimdi ondan daha hayırlısını ve gencini sana nasip etmişken sen yine de hep Hatice Hatice diyorsun.” Bir anda Efendimiz aleyhisselamın mübarek yüzünün rengi değişir, gadaplanır ve Aişe’nin şahsında Hatice’nin değerini aleme duyurmak adına şöyle der: “Vallahi Allah Hatice’den daha hayırlısını bana nasip etmedi. Herkes beni yalanlarken o beni doğruladı. Herkes kapıları yüzüme kapatırken o kapısını bana açtı. Herkes beni malından mahrum ederken o malıyla mülküyle risalet davasını destekledi. Şimdi söyleyin, onun gibisi var mı?”[6]

O Allah Resulü’nün ilk eşi idi, ilk çocuklarının annesi idi, ilk yoldaşı idi, ilk sırdaşı idi, ilk tasdik eden idi, Allah Resulü’nün arkasında ilk namaz kılandı… Birçok şeyin ilki idi. Selam olsun ona ve onun yolunda gidenlere. Allah bizlere de onun yolunda gidenlerden olmayı ihsan etsin.

“Hanımlar aleminin en hayırlıları şu dört hanımdır: İmran’nın kızı Meryem, Huveylid’in kızı Hatice, Muhammed’in kızı Fatıma ve Firavun’nun hanımı Asiye.” [7]

/Müberra

KAYNAKÇA

 [1]Buhari, Ehadisi’l-enbiya,3

[2]Müslim, Kitabü’l Fedail,75

[3] Buhari, Bed’i’l-Vahy,3; İbn Sa’d, Tabakat, I, 195

[4] İbn Abdilberri el-İstiab, IV, 381

[5] Heysemi, Mecmau’z- Zevaid, IX,218

[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI,117

[7]Buhari, Ehadisi’l Enbiya, 27; Tirmizi,3878

Bu yazıda Muhammed Emin Yıldırım’ın Risalet Davasının Annesi Hz. Hatice adlı kitabından alıntılar mevcuttur.

20 Mayıs 2023 Cumartesi

Hanım Sahabelerimiz Serisi -1- Hz. Şifa binti Abdullah ve Maharet

















Bismillah

On parmağında on marifet deyince aklınıza hangi marifetler geliyor?

Dil öğrenmek, bir spor dalında gelişmek, enstrüman çalmak, yemek yapmak, çocuk yetiştirmek...Ve daha niceleri...

Gelin birlikte bu yazımda marifetlere, kabiliyetlere, meziyetlere ve tüm bu nimetlere farklı bir açıdan bakalım.

Allahuteala her kuluna meziyetler, nimetler lütfetmiştir. Benim bir kabiliyetim yok diyorsanız henüz keşfetmediniz demektir. O kullarına nimetler veren ve o nimetleri kulları üzerinde tamamlayacak olandır. (Yusuf/6)

O'nun hangi nimetini yalanlıyorsunuz? (Rahman suresi)

Meziyetler O'nun lütfudur. Bunlar verenin yolunda harcanmalı ki gerçek manada şükrü eda edilebilsin.

O'nun yolunda harcamak ne demek bunu Resulullah Aleyhisselam'ın gökteki yıldızlar dediği sahabelerden Hz. Şifa (ra)'yı tanıyarak görelim.

Hz. Şifa (ra) birçok meziyetleri, kabiliyetleri olan ve onları Rahmân uğrunda kullanmaktan çekinmeyen bir hanım sahabeydi.

Mesela Allahuteala'nın Celal isminin yansımalarını üzerinde öyle bir taşıyordu ki Allah'ın ona nimeti olan celadet sıfatının temsilcisi konumundaydı. Öyle ki Peygamber Efendimiz Aleyhisselam ona çarşı pazarın asayişini, düzenini, denetimini sağlama görevini vermişti. O Asrı Saadet'in ilk hanım mühtesibiydi. Mühtesip kelimesini günümüz mesleklerinden polis, zabıta gibi anlayabiliriz. 

O Asrı Saadet'in en gözde hanım doktorlarındandır. Asıl ismi Leyladır ancak kendisine Şifa ismi verilmiştir. Bunun nedeni ise yine Allah'ın esmasından olan Şifa isminin tecellilerini üzerinde taşıyor oluşudur. Bazı hadislerde uygulanmasının doğru olmadığını, bazı hadislerde uygulanabilir olduğunu gördüğümüz rukye yani hastalıklardan ya da ruhi baskılardan kurtulmak amacıyla dua yoluyla tedaviyi Hz. Şifa bizzat uyguluyordu. Hadislerde (haşa) çelişki olduğundan değil, rukye yaparken şifayı okuyan ya da okunandan beklemekle tevhid akidesine zarar vermek ya da ticari bir takım amaçlar gütmek gibi problemlerden ötürü bazı hadislerde uygulanmasının doğru olmayacağı belirtilmiştir. Böylesine ince bir noktada Hz. Şifa rukyeyi yapar ve hatta öğretirdi. Peygamber Efendimiz Aleyhisselam: "Ey Şifa! Hafsa'ya yazıyı öğrettiğin gibi nemle (karınca) rukyesini de öğret." buyurmuştur.

Efendimiz Aleyhisselam'ın hadisinden de anlayacağımız üzere o yazıyı da bilen ve öğretendi. Hz. Şifa Suffa Mektebi'nin ilk yazı muallimi ve Asrı Saadet'in ilk hanım hattatıydı.

Allahuteala Hz. Şifa'nın üzerindeki nimetleri tamamlarken o daha çok çalışmış bu nimetleri görüp rehavete kapılmamıştı.

Onun ihsanla yaptığı ameller şimdi bizlere de ulaştı ki rol modelimiz o olsun.

Evet maharet bir işte uzmanlaşmak, beceri kazanmaktır fakat aslolan bunları Allah yolunda harcayabilmek ve Allah'ın lütfettiği bu imkanları genişletebilmektir. 

Tüm müslümanlar olarak ortak nimetimiz imana ve şahsi kabiliyetlerimize bu pencereden bakabilmek duasıyla...

/Merdümgiriz

30 Ekim 2022 Pazar

Yolun Dönemeçleri Serisi -8- MÜCADELE DÜSTURU
















MÜCADELE DÜSTURU 

"Rahat etseydik bu dünyada, mücadelemiz de olmazdı." Hikmet Anıl Öztekin

Zahmetle, emekle elde edilenin ne kadar kıymetli olduğunu bilsek de mücadele etmeyi göze almak istemeyiz çoğu zaman. O yüzdendir ki rahatımızı bozan şeyler olunca, mevcut durumumuza zarar gelince mücadeleye itiyoruz kendimizi. Tabii bir de şu anki insanlığın huzursuzluğu, kaybolmuşluğu, dağınıklığı; naif gönlünü rahatsız eden güzel insanlar mücadele veriyorlar iyiliğin, afiyetin çoğalması adına. İşte ben de o insanları fark etmeye başlayınca gönül dünyamda bir ışık yandı. Eksik yanlarım dolmaya başladı. Çirkin olanı görünce: " Ben işimi halledeyim, benden sonrakiler ne yaparsa yapsın, bana ne." demeyip, " Benden sonra gelen insanlar bu çirkinlikle muhatap olmasın, onu düzeltivereyim." diye koşturan yüce gönüllü insanlar... Ve onların çalışmaları, projeleri... Üstelik bir de onun sadece geçici dünyasını değil, kalıcı dünyasını imar etmesine kendi ömründen vererek yardım edenler... Evet en başta Efendimiz aleyhisselam ve diğer peygamberler, onların güzide dostlarından haberim vardı. Ama kendi asrımda Allah'ın sevgili kullarının hayatını sadece okumayıp, hayatına döken, ciddi projeler yapan, koşturan insanları görmek beni derinden etkiledi. Ve beni de harekete sevk etti. 

"Ey Allah adına koşanlar, daha hızlı koşun!" Hasan el Benna' nın bu sözüyle de daha hızlı koşturmak gerektiğini anlıyoruz. Koşalım kendimizi bulmak için. Ve koşalım kaybolmuş insanlığı geri bulmak için...

Hikmet Anıl Öztekin' in yüreklere dokunan bir videosunu metin hâline getirmiştim. Kendim arada bakarım. Videonun adı: "Bu Sohbeti Özellikle Sen İzle". Ve sevgili okur, tabii ki sen de izle. ;) Hikmet abi videoda daha duygulu ifade ediyor. Ben de buraya metnini bırakıyorum;

"Sen bu dünyada gelip geçici şeylere değil, bu tüm meseleler içinde olabilecek en büyük mesele ile ilgilen derttaş. Bir gün öyle, bir gün böyle bir meseleye değil; yaratılan ilk atomdan beri hiç değişmemiş olan meseleye sarıl. Çünkü bizim O'ndan başka kimsemiz yok. Kimse yoksa O var. Kimse duymasa O duyar. Bizim sarılacak insanlara ihtiyacımız yok ki. Bizim sarılacak O'nun yolunda bir derde ihtiyacımız var. Unutma kardeşim, bir insanın ne kadar ailesi yoksa, ne kadar kimsesi yoksa, ne kadar konuşacak kimsesi yoksa, ne kadar derdini dinleyecek kimsesi yoksa o kadar Allah'ı vardır. Ve unutma! Bu dünyada elini, kalbini, dilini haramdan sakınanların avuçlarına ettiği dualar gün gelecek kabul olacak. Yarın dışarda kimsesiz sokaklara sadece O'nun yoluna sarılmış, tertemiz yüreklere kar yağacak. Issız sokaklara küsme sakın derttaş. Belki bu ıssız dediğimiz sadece O'na meyledelim diye yine O'nun tarafından ıssızlaştırılmıştır. Bak kokla! Buz gibi eserken hava, inananların burnunda tarçın kokusu..." 

/Müberra


Videoya ulaşmak için: Bu Sohbeti Özellikle Sen İzle


26 Ekim 2022 Çarşamba

Yolun Dönemeçleri Serisi -7- BİRTAKIM SIZILAR




Birtakım Sızılar


Bozkırın ortasında kalakalmışım

Çaresiz bedenim, dolu zihnimle.

Bozkırda kış kadar kurak ve ayazım.

Her yarayı içine atmış,

Bazen aldatmış

Bazen aldanmış

Olabildiğince karmaşık ve anlamsızım.

Temiz kaldırımlarda yürümek yerine

Çamurlu çukurlarda

Bile isteye debelenmiş,

Elbisemi toza çamura bulamışım.

Annemin binbir emekle yıkadığı elbisem...

Babamın alın terinden elbisem...

Çamur ettim onu

Hem de biraz yıprattım.

Eskisi gibi olur mu?

Bilemem.

Biraz el açıp dua etsem

Hem elbisem hem de şu karmakarışık zihnim 

Temizlense...

Ben ve vicdanım huzur bulsak yeniden. 

Ya da sadece dua etsem ve

Cennette yeni bir elbisem olsa... 

Zaten hiç kirletmemişim gibi

Mutlu etse beni.

Kudretine merhametine 

Sana

Yalnız sana sığınıyorum

Bozkırın ayazı ve içimin yangını

Hiç peşimi bırakmazken.


/Bir Bibliyofil

23 Ekim 2022 Pazar

Yolun Dönemeçleri Serisi -6- GECE YARISI KÜTÜPHANESİ (KİTAP İNCELEMESİ)
















GECE YARISI KÜTÜPHANESİ (KİTAP İNCELEMESİ)

Bizi insan yapan özelliklerimizden biri, geçmiş ve geleceği düşünmek, olanların ve olacakların sorumluluğunu taşımaktır. Tek bir insan yoktur ki geçmişe dair bir keşkesi, geleceğe dair bir inşallahı olmasın.

Hatta kimi zaman bugünden daha çok düşünürüz geçmiş ve geleceği. Senaryolar kurarız. Öyle değil de böyle yapsam bugünüm nasıl olurdu acaba diye... Ama şimdilik böyle senaryolar hayalden öte gidemiyor. Paralel evrenleri/yaşamları düşünüyoruz ama düşünmekten öte gidemiyoruz. Oysa kitaplar bu dünyaları deneyimlemenin yollarından biri. Size bahsedeceğim kitap da bu deneyimi iliklerinize kadar yaşatan kitaplardan biri: Gece Yarısı Kütüphanesi.

Bizimle aynı dertleri taşıyan, geçmişe dair birçok pişmanlığı olan sevgili Nora Seed’in hayatı anlatılıyor kitabımızda. Nora, birçok alanda yeteneği olmasına rağmen bunların peşinden gidememiş, sevdiklerini kırıp kendinden uzaklaştırmış biri. Yüzmeye, müziğe, felsefeye ilgisi ve yeteneği olmasına rağmen zamanla hepsini bırakmış. Gayet iyi giden ilişkisini düğün arefesinde sonlandırmış, tek akrabası olan abisini müzik grubuyla beraber terk etmiş, en yakın arkadaşlarıyla uzak bir ülkede yaşama şansını tepmiş biri Nora. Eminim bu kadar anlatımla bile anlayabilirsiniz onu. Kabuslarını tahmin edebilirsiniz. Uykularını kaçıran düşünceleri sıralayabilirsiniz: "Yüzmeyi, müziği bırakmasaydım?  Nişanlımla evlenseydim? En yakın arkadaşımın teklifini kabul etseydim? Hayallerimin peşinden gitseydim?.."

Bu kadar pişmanlıkla bugünü yaşamaya takati, yarına dair umudu kalmayan Nora intihar etmeye kalkışır. Kısmen başarılı da olur aslında. Ama gittiği yer ölüm değildir, ölüm ile yaşam arasındaki Gece Yarısı Kütüphanesi'dir. Bu kütüphanenin kitapları Nora’nın mümkün olan sonsuz hayat seçeneklerini içermektedir. Nora’ya bir şans daha verilmiştir. Herhangi bir şeyi değiştirdiği olası bir yaşamı deneyimleyebilecek ve severse o yaşamdan devam edebilecektir.

Kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Hayatının herhangi bir kısmını değiştirebilir, beğenmezsen yine değiştirebilirsin. Ama Nora ilk başta bunu da reddetmiş hatta: “Ölmeyi dahi beceremiyorum.” deyip kendine bir yük daha yüklemişti. Ama deneyimlediği hayatlar ona gösterecekti ki aslında yaşamayı istiyordu, hayatta kalmak için çabalıyordu. Peki yaşamak isteyen biri neden intihar eder? İlk açtığı kitap bu sorusunu yanıtlamaya yetmişti, pişmanlıklar kitabı ona aslında yaşamaktan korktuğunu fark ettirmişti. Yüzme olimpiyatlarına katılmaktan korkmuştu, müzik grubunu hayal kırıklığına uğratmaktan korktuğu için bırakmıştı, nişanlısını mutsuz etmekten korktuğu için terk etmişti. Durum böyle olunca pişmanlıklar kitabını hafifleterek başlamak istedi. Her seferinde bir şey değiştirdi: olimpiyatlarda madalya kazanan bir yüzücü oldu, ünlü bir rock yıldızı oldu, nişanlısı ile evlendi. Ama bir gariplik vardı. Büyük heyecanlarla başladığı hayatlarda en fazla birkaç gün kalabiliyordu. Çünkü her seferinde pişmanlığından daha büyük acılar da beraberinde geliyordu. Müzik grubuyla devam ettiğinde abisi ölüyordu. Ünlü bir yüzücü olduğunda aile ilişkileri kopmuş oluyordu. Arkadaşı ile gittiğinde onu kaybettiği bir hayatta buluyordu kendini.

Nitekim Nora yine sıfır noktasındaydı ama bir fark vardı: Pişmanlıklar kitabı hafiflemişti. Yapamadığı şeyler için kendini suçlamamak ne büyük rahatlıktı. Kendisini affetmişti ve anlamıştı: Bazı şeylerin olmaması aslında daha büyük felaketleri engellemişti yani daha hayırlıydı.

Tabii insan nereden bilebilir değil mi? Herkes Nora kadar şanslı değil, tüm hayatlarını deneyimleyip, olabileceklerin en hayırlısı olmuş, diyemiyor. Ama başta dedik ya Sevgili Okur, kitaplar bize başka hayatlar deneyimleme şansı sunar. Nora’nın hikayesinde kendimizi bulalım. Her zaman hayırlısı için dua edelim ve her şeyin en hayırlısını nasip eden Rabbimize teslim olalım. Önce kendimizi affedelim, sonra kendimizi affettirelim. Kim bilir belki bizim de alternatif hayatlarımızı deneyimleme şansımız olur cennette…

/Visal

19 Ekim 2022 Çarşamba

Yolun Dönemeçleri Serisi -5- ANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ




Hekimelik Yolu yazarları olarak hayattaki dönüm noktalarımız üzerine yazma kararı verince içinde bulunduğum durumu etraflıca sorgulamaya başladım.

Allahualem, halihazırda hayatımın bir dönüm noktasına tanıklık ettiğimi düşündüm. Tıp fakültesi bitiyor, öğrencilik hali sona eriyor, sahaya çıkıp mesleğimi icra ermek gibi elle tutulur işler yapmaya hazırlanıyordum. Uzun zamandır olmadığım kadar mutluydum çünkü öğrencilik benim için artık bir araf, bir yük haline gelmişti. Ne istediğimi biliyordum. İlk atamaya katılacak, düşünülenin aksine acil yazacaktım hem de. Eylül TUS'una girecek, acil tecrübemden yola çıkarak uzmanlık için Genel Cerrahi ya da Acil Tıp seçeneklerinden birine karar verecektim. Bu bölümler de kazanması nispeten kolay olduğu için uzun zamandır ciddi bir TUS çalışmasına girişmemiştim.

Mezuniyet törenimizden sonra okulun bitmesine henüz iki hafta vardı. Ve biz nasipli 21 kişi bu süreci "Acil Cerrahi" stajında geçirecektik. İntörnlüğün en zor stajı... Acil Tıp ve Genel Cerrahi branşlarını 
isteyen ve aralarında kalan benim içinse büyük bir tecrübe imkanıydı.

Ancak heyecanla başladığım bu staj süreci beni mental ve fiziki olarak zorlamıştı. İlk defa ilgilendiğim bir hastayı kaybetmiştim. Son girdiğim ameliyatla iki etmişti. Bunu bir de hastanenin en sevdiğim alanında, ameliyathanede yaşamak daha üzücüydü. Bunlar ve ölümle sonuçlanmasa da birçok travma hadisesine şahit olmak bir an için çok gelmişti. Ve kendimi bu işe hazır hissetmediğimi fark ettim. Bu yoğun stajda durup düşünecek bir "anım" bile olmamıştı. İhtiyacım olan bu anı, kurtulmayı dört gözle beklediğim öğrencilik halimin devamı ile elde etmiştim. Elhamdulillah dedim. Elhamdulillah ala kulli hal.

Sözün özü, okulum uzadı. İkinci sınıfta kaldığım bütünleme gibi... Ve bu beni o kadar rahatlatmıştı ki...

Dünya hayatı için tek bir ideal süreç yoktu, olmamalıydı. Bu kendi ürettiğim, toplumca diretilen zorunluluklar altında ruhumu ezmekten vazgeçiyordum yine, yeniden... Allah'ın bir kaderinden diğerine kaçıyor, tebdil-i mekanda bir süreliğine de olsa ferahlık buluyordum.

Soracak olursan Sevgili Okur: "Sonuç olarak... Ne yazacaksın?" 
Bilmiyorum. (Ve yaklaşık 6 günüm var. :)
Ama O'nun bildiğini idrak ettiğim ana sığınıp hafifliyorum.

/LeyluNehar
  

15 Ekim 2022 Cumartesi

Yolun Dönemeçleri Serisi -4- HUZUR FİLİZLERİ




 








HUZUR FİLİZLERİ

Karamsarlıkla geçen, huzur bulduğum pek bir şeyin kalmadığı günlerim oldu. Etrafımda çok insan vardı, yalnız değildim ancak içimde sürekli somurtan bir “ben” vardı. Neye somurttuğumu, kime küskün olduğumu bilmiyordum. Mevsimlerden çıkarıyordum acısını, yağmura yüklenirdim en çok. Kara bulutlara, değişken havaya, ne giyeceğimi bilememeye... Oysa hiç suçları yoktu, sadece algılarımı daha da kötüye odaklamama sebep oluyorlardı.

Yüz çevirdiğim meseleler vardı. Dönüp bakmadığım insanlar, tatmak istemediğim duygular vardı. Keşfetmek, eski ben olmak istiyordum. Niçin bu haldeydim?

Aidiyet kavramını bilir misiniz? Bu hissi kaybedip de hiç iliklerinize kadar yaşadınız mı o yabancılığı? Bir yere, bir insana hatta kendi bedeninize ait hissetmediğiniz oldu mu? Olmuştur sanıyorum. Farkları ve yenileri ortadan kaldıran, standartlaşmanın elimizde olmadan yayıldığı  ve onun bir parçası olduğumuz bu günlerde, birçok insanın şartları bir diğerine benzemiyor diye yabancılamıştır kendini. Ait hissetmemiştir olduğu yere.

Şahsen benim için tek sorun küreselleşme ya da standartlaşmaya giden bu sistem değildi. Durum daha karmaşıktı. Ben hayatı tanıyordum, büyüyordum. Eski nedir onu öğreniyordum. Zıtlıklar olmadan kavramları tam idrak edemeyiz. İşte ben de bu durumdaydım. Sahip olduğum her şeyin zıddıyla yüzleşiyordum. Ve yabancılıyordum. Ait hissetmiyordum.

Pekala, sorunlarım aşağı yukarı böyleydi. Sebeplerini o zaman göremesem dâhi şimdi görüyorum ve o giriftten nasıl kurtulduğuma şaşıyorum.

Ve benim dönüm noktam burada başlıyor.

Yanlış anlaşılmasın, hayatımdaki tek dönüm noktası bu değil. Ancak en yenisi ve en anlatılmamışı bu. O yüzden kaleme alıyorum. Günceme kendimden başkasını ortak ettiğim ilk yazım oluyor.

O büyüme sancılarından, varoluşsal soru işaretlerinden ve depresif hislerden kurtulmam bir buçuk yıl sürdü. Kurtuluşum benim dönüm noktam değil. Evet, doğru tahmin ettiniz, nasıl kurtulduğumu idrak edişim... Ah bu kelime... İdrak. Bu, benim dönüm noktam.

İnançlı bir insan olsanız dahi temel ibadetler bazen zor gelir ya da artık hayatınız bir parçası olur ve onları ifa ederken manevi rahatlamaya kavuşamazsınız. Belki kavuşursunuz ancak bu sadece seccade üzerinde geçirdiğiniz vakitle sınırlı kalır. Geri kalan hayatınız aslında samimi bir mü'minin hayatı değildir ancak bunu anlamazsınız bile. Çünkü hala iyilikler yapıyorsunuzdur, hala tesettürlüsünüzdür ve salihlerle berabersinizdir. Dışarıdan bakıldığında hayatınızda büyük bir yanlışa gidiş yoktur.  Ancak bir şeyler rayında değildir. 

Evet, hep beraber bu noktadaki genci hayal ettik. Şimdi bir de o gencin gönlüne şifa olan Hadis-i Şerif’lere bakalım:

"Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da korunmuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır." *

Naslarda (Kur’an ve sünnette) hangi derdin devası yok ki?

İşte alemlere rahmet cânım efendimin bu sözleri ile kolları sıvadım. Haram ve helale dikkat edecek ve hakkında hüküm verilemeyen şüpheli ne varsa ondan sakınacaktım.

Her şey bu kadar basit mi dediğinizi duyar gibiyim. Evet her şey çok basitti ancak kolay değildi. Hiçbir zaman kolay olduğunu hissetmedim aksine çok zorlandım. Ancak hep şunu düşündüm, benden bu sınırlara uymamı dileyen Rahman ki O'nun rahmeti ve merhameti tüm alemi kuşatır, bu zorluğu bana eziyet etmek için vermemiştir. O bana merhamet eder, acziyetime rağmen bu yola girersem bana yardım eder. Ve evet, elbette ki emirlerine uyabilmeyi de Rabbimden istedim.

Bu hal ile "ait" hissettim kendimi, kul olduğumu... Bu dünyaya gelen bir yolcu olduğumu... 

İsmet Özel şöyle der: "(...) Mensubiyet safhasını geride bırakıp keyfiyeti daha yüksek aidiyete vasıl olduğumuzda bizi öncekinden daha disiplinli yaşayış karşılar."* Benim de hissettiğim aidiyet öyle kuvvetliydi ki, uygulama noktasında daha kararlı bir hale geldi zihnim.

Hayatımdan çıkardığım her şüpheli davranış ruhuma bir huzur filizi ekti sanki. Ve eklediğim her bir dua, her bir amel... Bu bahçe böylece genişledi, büyüdü. İçinde ruhumun genişlediği bir huzur bahçem vardı artık. Bunu elde etmenin de bu nimetin devam etmesinin de Allah’tan olduğunu biliyor ve O'na hamdediyorum.

İşte: “Nasıl böyle huzurlu oldum?” ya da “Anlık huzurumu nasıl kaybettim?” diye kendime sorduğumda görüyorum ki ya harama-helale dikkat etmemişim ya da şüpheli bir ameli hayatıma almışım. Bu idraki verip de bana huzuru bahşedene hamdolsun.

İşte böyle Sevgili Okur... Her daim ruhumuzun ve kalbimizin ahvalinden haberdar olmak ve huzur içinde yaşamak duasıyla... Allah’a emanet olunuz.

/Verâ


*[Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû 3, (3329, 3330); Tirmizî, Büyû 1, (1205); Nesâî, Büyû 2, (7, 241).]


*İsmet Özel - Faydasız Randevu syf 67

12 Ekim 2022 Çarşamba

Yolun Dönemeçleri Serisi -3- GENÇLİK YUMAĞI




GENÇLİK YUMAĞI

Ben 17 yaşında dünyanın zevklerine aldanmış, yanlış seçimler yapmış bir gencim...

Tüm bu hengamenin ve telaşenin içinde bir şeye yetişmek için bin şeye geç kalarak sürdüğüm bu hayat, beni büyük bir çekmeceye koydu. Kasvet dolu bir çekmeceydi. Nefes kesen, tarif edilemeyen, büyük bir acıydı bu. 

Zor geliyordu yaşamak. Beni mutlu eden hiçbir şey yoktu. 

Çünkü bu çekmecede sıkışıp kalmak, çıkamamak, beni içten içe öldürüyordu.

Gündüzleri acılarımı belli etmemek için gülerdim, gece de düşüncelerimde kaybolurdum.  

Bir karar vermiştim, vazgeçecektim. Gökyüzüne bakıp derin derin çektim nefesimi, belki de bunun bir daha tekrarı olmayacaktı.

Gırtlağıma bıçak dayamamı engelleyen ey vicdan ve korku...

Bir ip yumağı gibi peşimde, aynı zamanda bir beton yığını gibi sırtımda...

İsterseniz etrafıma dağlar örün ama bırakın artık köşeme çekileyim...

Nereye gideceğimi bilmiyorum, neden gitmem gerektiği bilmiyorum. 

Arkamdan sürekli iteklerlerken üstelik..

Burası bana hiç benzemiyor ama oraya da ait değilim.

Burası çok kalabalık, çok kalabalıksınız. Birbirinizden oluşan kamburlarınız var.

Müziğiniz gürültü patırtı, bağrışmalar...

Size yetişemiyorum, bir nokta gibi kaybolup bir soru işareti olarak tepeme biniyorsunuz.

Durdurun dünyayı lütfen, sevinecek var diye iç çekişlerimi düşünürken.  

Bir anda bir şey oldu.

Olduğum yeri sonunda bulmuştum.  

Evet evet, dolaylı yolların içime attığı düğümün etrafında dönüp dönüp duruyordum.

Çünkü bu yumağın ilmeklerinde dönüm noktamı buluyorum.

Sessizliğin getirdiği bir sözsüz iletişim işliyordum içime. 

Bir kitabın önsözü olacak içli, fakat dünyayı temaşa ederken kocamaaan bir hiçe bürünüyordum.

Başlık atmak istediğim her adımıma istemediğim boşluklar sığdırıyordum. 

Böyle olmamalıydı. 

İşlenmemeliydim, bilenmemeliydim hayata.

Boşluğumun üzerine yalnızlık hissini ekleyerek yürümeye çalışıyorum.

Bu tıpkı kafamın üzerine kitaplar koyup onlarla yürümeye benziyor. 

Kitapları dengede tutmaya çalışırken bir taraftan da iyi bir insan olmaya çalışıyorum. 

Hayatımın tek güzel tarafı bu.

Bunu aşacaksın diye telkinlerde bulunuyorum kendime, kaybettiklerinin aslında kurtuldukların olduğunu öğrenince gövdene yaslanacak, belki yaşlanacaksın. 

Kalbinin yerinde uçuşan simler olacak. Henüz çok gençsin demekten alamıyorum kendimi. 

Parıltını avuç içlerinde taşıyacak ve avuçlarının içinden öpeceksin hayallerinin.

Bence pembe diye bi' renk yok, topraksa Domestos'tan daha iyi bir temizlik maddesi...

Tükenmeyen kalem yok, uyuyunca geçmiyor.

Çikolata beni mutlu etmiyor, çiçekler hemen soluyor.

/Ruhnevaz


8 Ekim 2022 Cumartesi

Yolun Dönemeçleri Serisi -2- HUZURUN ADI TEVEKKÜL














HUZURUN ADI TEVEKKÜL

Gidiyorum bir yolda,

Yol uzun zaman kısa. 

Hangi yönü seçersem

Yepyeni bir başlangıç,

Dönemeçler mevcudiyetinde.

Tek isteğimse huzurla yol almak,

Huzura yol almak... 


Kardelen gibiyim bazen 

Uçurumun kenarında. 

Bazen de dört mevsim çiçek verecek

Her mevsimi bahar addedecek haldeyim.

 

Huzurun adını söyleyin bana, sesleneyim. 

Duysun beni, tutsun yüreğimin ellerinden.


Biri haykırdı huzurun adını: "Tevekkül!

Sen hangi yolda gidersen git, Allah yolunu belirler, düzenler. 

Sen O'na güven O'na dayan."

Ben de haykırdım var gücümle:

"Ey ses! Allah'a tevekkül ediyorum, 

O'na dayanıp O'na güveniyorum, bana yardım eder mi?"

Son bir cevabı vardı: "O'nun bildirmesiyle bildiğim bir şey var.

Allah kendisine tevekkül edenleri sever.

İstediğin gibi...

Sen O'na yönel ve huzurla yol al."


Kendime, kalbime baktım 

Ve hafiflemiştim.

Sırtımdaki yük eskisi gibi ağır, 

Düşüncelerim ise bulanık değildi. 

Yolumu görebiliyorum. 

Çıkmazları hissediyorum.

Ama her şeye rağmen gözlerim ışıldıyor,

Yüreğim sevinçle çırpınıyor, 

Ayaklarım sağlam basıyor artık.


Duam var, Duyan var. 

Bende haykırıyorum yüreğimle huzura:

"Şahit ol Ya Rab! 

Ben sana tevekkülüm ile çıkıyorum bu yola

Sen yar ve yardımcım ol!"


/Asfa Akmer


5 Ekim 2022 Çarşamba

Yolun Dönemeçleri Serisi -1- BİR DEM VAR BENDEN İÇERİ


 

BİR DEM VAR BENDEN İÇERİ

Birkaç gündür onu misafir etmenin telaşı vardı üzerimde. İşte birazdan gelecekti ve oturacaktı mutfaktan bozma salonuma. Mekanların da insanlar üzerine etkileri var diyordu, acaba benim salonum onu nasıl etkileyecekti? Onun için serdiğim bej rengi nevresim takımı da etkiler miydi onu? Ya da salatanın üzerine özenle koyduğum zeytinler? 

Ah, ne çok düşündüm.

Ama o her şeyin müspet yanını görürdü. Ve gördüklerini paylaşırdı. Genelde de şaşırırdım bakış açısına. 

İşte kapım çaldı, tuzluğu tezgaha bırakıp koşuyorum kapıya. Sevgiyle kucaklıyor beni. O bana değil de ben ona misafirim sanki. Yüzündeki tebessümü yine yerli yerinde buluyorum. 

Nasıl olduğumu soruyor, içtenlikle cevap bekliyor. Sevmiyor iyiyim deyip geçiştirmelerimi. Dinliyor beni. Ama bu gelişinde ben onu dinlemek istiyorum, anlıyor bakışlarımdan. Yemeğe geçiyoruz.

Bismillah...

Daha önce ona sormuştum. 

Nasıl ferahladı kalbin, nasıl attın dünyayı arkana, nasıl yöneldin Rabbine de seni görmek bir yana düşününce bile günahlardan el ayak çekiyorum. Boş geçirmek istediğim bir vakitte hesap vereceğim gün aklıma geliyor.

Dilim suskun dururken yaprağının gölgesinde atların koşturduğu cennet ağaçları geliyor da aklıma. "Subhanalahi ve bihamdihi!" deyiveriyor dilim. Önüme düşen herhangi bir yazıyı okumuyorum artık. Mü'min öyle her şeyi okumaz demiştin. Tıka basa yiyemiyorum artık. O çocuklar aklıma geliyor, bu yemeği onlara nasıl ulaştırabilirim diyorum. Yine kendimden bahsediyorum ama bu kez seni konuşacaktık. Belki benim bir dönüm noktam da sensin. Peki senin dönüm noktan neydi?

Masayı birlikte topluyoruz o sırada yolculuğunu anlatıyor. Sonra dünya yolcuğunu. İşte soruma cevap geliyor. Son tabağı da yerleştirip karşılıklı oturuyoruz. Biz oturunca pencerenin önündeki kuşlar uçuveriyor. Gülümsüyor yine... Sonra devam ediyor anlatmaya:

"Birkaç yıl önce Rabbimi biliyor ama tanımıyordum. Dünyaya öyle bir kaptırmıştım ki kendimi... Yaptığım iş günah mı mübah mı, düşünmüyordum. Planlar yapıyor ama benim için en güzel planları yapanı unutuyordum. Günlerim çok hızlı geçiyordu ve anlık memnuniyetlerim oluyordu. Devamı gelmeyen samimiyetler... Ve sonra günahlarım beni öyle bir sardı ki bir yangın yerindeydim sanki. Bir ben vardır benden içeri denilen "ben" yanıyordu, yanıyordum! Nasıl duymadım çığlıklarını bilmiyorum. Sıcak suya birdenbire atılan kurbağa? Değildim. Yavaş yavaş suyu ısınan kurbağaydım ben. Günahlara yavaş yavaş alışmamın, "Bu da mı günahmış canım..." diyen egomun cezasını yanarak ödedim. Ben yanarken günahıma ortak olan kimse yoktu yanımda. Saatlerce süren boş konuşmalarımızı, gereksiz tartışmalarımızı, kalbi yoran kahkahalarımızı dinledim zihnimdeki kayıtlardan. Nasıl da sürüklendiğimi hayal ettim.

Ağladım. Ağladım. Ağladım. 

Estağfirullah dedim. 

Rabbim ben bilmiyordum beni doğruya ilet.

Tanımıyordum seni, bu kulunu affet.

Dönmeyeceğim bir daha onlara.

Affet, affet, affet. Beni hidayete sevket. 

Ben tevbeyi de tevbenin kuvvetini de bilmezdim. Bana tevbeyi de Rabbim öğretti. Nasuh tevbesiymiş adı. Bir daha dönmemekmiş. Günahına dönmeyi ölümün bilmekmiş. 

Tevbemden sonra hayatım öyle hızlı değişti ki inanamadım. Etrafımdaki insanlar başka şehirlere gittiler. 

Cıvıl cıvıl arkadaşlarım oldu sonra, onlarla saatlerce konuşmazdık ama konuştuklarımızı gün boyu unutmazdım. Onlar kitap okurlardı bana ya da bir ezgi söylerlerdi. Onlar Rabbimi hatırlatıldı. O vakitler bilemedim ama Rabbim çevremi değiştirmişti. 

İşte şimdi de tüm bunlar için ölene kadar hamdedip teşekkür ediyorum. Bu leziz nimete nankörlük etmek istemiyorum. 

Hatırlamak ve hatırlatmak... Tek derdim bu artık."


Nasuh bir tevbenin meyvesiymiş meğer ondaki meziyetler. 

Nasuh tevbe deyince Tahrim suresi 8. Ayet-i Kerime aklıma geliyor. 

" Ey iman edenler! İçten ve samimi bir tevbe ile Allah’a yöne­lin. Umulur ki Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi içinde ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. O gün Allah Peygamber’i ve onunla berabe­rindeki mü’minleri utandırmayacak, hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Onların nurları önlerinde ve sağlarında koşturup yollarını aydınlatır. Onlar da: “Rabbimiz! Nûrumuzu tamamla ve bizi bağışla! Şüphesiz senin her şeye gücün yeter!” diye dua ederler. "

Gülümsüyor bana yine. Onu çok seviyorum Allah için onu çok seviyorum. 

İçimdeki ben dua ediyor. 

Rabbim bizi günah işlediğinde tevbe edenlerden ve tevbesi kabul olanlardan eyle. 

Amin. 

Ben de bir çay koyuyorum.

/Merdümgiriz

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...