18 Ağustos 2019 Pazar

SAYGI DOSYASI -3- FITRAT OMURGASI

Fıtrat Nedir?


Yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç, Peygamberlerin sünneti, Kâlb-i selim, adetullah. Ayrıca hilkat, tabii eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü, istidât gibi manalara gelir. Terim olarak fıtrat: "Allah Teâlâ'nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır (İbn Manzur, Lisânü'l-Arab, Beyrut, (t.y.), V, 55).

Fıtratın geniş anlamları Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde açıklanmaktadır:

"Sen Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta (Fıtratallah) verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm, 30/30).
"Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir'' (en-Nahl, 16/78).
"Allah'ın kanununda bir değişme bulamazsın " (el-Fâtır, 35/43; Ayrıca bk. el-İsrâ, 17/77; el-Ahzâb, 33/62; el-Mümin, 40/85; el-Feth, 48/23).
"Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol gösterdik" (el-Beled, 90/10).
"Biz ona yolu gösterdik, ya şükredici veya nankör olur" (el-İnsân, 76/3).
"Rabbimiz, her şeye yaratılışını verip sonra onu doğru yola iletendir" (Tâhâ, 20/50)
"De ki: Herkes yaratılışına göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir"? (el-İsrâ, 17/84).
"Onlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah bir toplumun durumunu değiştirmez" (er-Ra'd, 13/11).

Kur'an-ı Kerîm'deki bu ayetler birbirini tefsir ederek fıtratın anlamını açıklar.Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şu hadisleri bu anlamı apaçık bir şekilde genişletmektedir:

"Kötülük yapmak seni üzüyorsa, artık sen müminsin" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 251-252).
"Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra ebeveyni onu hristiyan; yahûdi, mecûsî yapar. Eğer ana-babası müslüman iseler, çocuk da müslüman olur" (Buhâri, Cenâiz, 79; Müslîm, Kader, 23-25; İman, 264; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 233, 435).
"Beş şey fıtrattandır: Sünnet olmak, kasıkları traş etmek, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altındaki tüyleri yolmak" (Buhâri, Libas, 51, 63, 64; Müslim, Tahara, 49; Ebû Dâvûd, Tereccül, 16; Tirmizî, Edeb, 14).
"Rabbim buyuruyor ki: Ben bütün insanları Hanif (salim fıtrat) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar onu dinden saptırdılar. Benim helâl ettiklerimi onlara haram ettiler, insanlara bana ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim" (Müslim, Cennet, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 162).

Fıtratta değiştirilebilir veya değiştirilemeyen özellikler var mıdır?

Her doğan Allah'ın en güzel yaratması ile doğar.

Eğitim ve çevre faktörü, fıtratı ya İslâm üzere devam ettirir, yahut fıtratı bozarak yaratılış amacından saptırır.

Bütün insanlar Hanif üzere yaratılmakta, sonra şeytan ve nefis onları bozmaktadır.

Allah insanın nefsini takva ve fücurla yoğurarak yaratmış, şeytanın hilelerine karşı yine de kullarını kurtarmak için peygamberler aracılığıyla onları fıtrat dini hakkında bilgilendirmiştir.

Allah'ın yaratılış kanunu kevnî ve şer'î şekillerde değişmeyen bir yasadır.

İnsanı yaratan Allah onda iyilik ve kötülüklerle dolu dünya hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir kabiliyet (vicdan) vermiştir. Bozulmamış, fıtratım korumuş insan iyiden yana tavır aldığı gibi, herhangi bir şekilde Allah'ın ayetlerini de akıl veya kalble kavramaya meyillidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an şeytan veya melekler tarafından hayır ve şer telkin edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidâyete çevirmek İslâm dininin görevidir. İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsi arındırarak insanların kurtuluşunu gerçekleştirir. Allah, yaratıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye bilerek karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata aykırı her türlü eğitimci, devlet, aile, toplum düzeni- saptırır. Bu aşamada İslâm ancak bir öğüt, bir tebliğdir, dileyen inanır, kurtulur, dileyen batağa sapar.

İslâm ümmeti insanları yaratılışlarındaki hayra eğilimli taraflarını ortaya çıkarmak ve onları en yüksek ahlâka ulaştırmakla yükümlüdür. İnsanlığın günah ve şirk bataklığından doğru yola çekilmesi, vicdanların ilâhı saflığına dönüşü, takva ile en güzel olana uyulması için ilâhı, kutsal bir nur yani İslâm'ın rehberliği şarttır.

-İnsanlar fert olarak nefislerinde olanı gözlerlerse veya kainattaki her çeşit, sayısız nimetleri aklederlerse veya geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden ibret alabilirse hakikati idrak edebilirler.

Her insan, nefsine ve topluma karşı yaptıklarında bir kötülük oluştuğunun farkındaysa vicdan azabı duyabiliyorsa onda bozulmamış bir ahlâkı yapı vardır. "En güzel ahlâkı" tamamlamıştır, artık geçerli olan onun ahlâkıdır.

Bütün yaratılmış varlıklar bu kâinatta Allah'ın değişmeyen yasası (âdetullah)na göre yasamaktadırlar. İnsan bu kâinatta halife olarak yaratılmış ve emaneti yerine getirmekle sorumlu tutulmuştur: Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye yaratılışta sorguladığı insan, Rabbine şu sözü vermişti: "Evet, şahidiz."(el-A'râf, 7/132). Allah insanı yaratmış, ona düzen ve ölçülü bir biçim vermiştir. Onu en güzel şekilde yaratmış, doğruyu ve yanlışı göstermiş, insan da ya şükreder yahut inkâr eder halde temkin edilmiştir. Bundan sonra dünya hayatında kendini arıtan, yüzünü hanif olarak Allah'a çeviren, kendisini fatr edene ibadet eden kurtulacaktır (bk. el-İnsân, 76/3; et-Tîn, 95/4; el-Beled, 50/10; en-Nisâ, 4/28; el-İsrâ, 17/51; el-Mülk, 67/3; el-İnfitâr, 82/7-8).

Yine Kur'an-ı Kerîm'deki kutsal bilgilendirme yolu, insanı âfâk ve enfüsteki ayetleri düşünmeye, akletmeye çağırdığı gibi, insanın en çok acz içindeyken, meselâ denizde bir gemide yol alırken aniden gelen bir fırtınada deniz orasında acz içinde kalınca, bütün yalanlama, fitne ve fücûru, ortak koştuklarını unutan insan, hemen Allah'a dua etmektedir. Bu, insanın fıtraten Allah'ın bilincinde olduğuna bir delildir. Bu manevî hak duygusu her ferdde mevcuttur ve İnsanı yoldan çıkaran, işlediklerini süslü göstererek onu asi yapan şeytandır (Münâvî, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, V. 34; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1978, VI, 3822).

Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, sâf, her şeyi alma kabiliyeti ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Bundan sonra ona Lailaheillallah öğretilmez ve fıtratın anlamıyla eğitilmezse ailesi onu yahudi, hıristiyan, mecusi, vb. yollarda eğitir ve buna göre onda bir kişilik yapısı gelişir. Halbuki Allah: "Yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir. Allah'ın sıfatlarında sebat et ki o insanları bu fıtrat üzerinde yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm, 30/30) buyurmaktadır.

Buna göre bütün insanlar Allah'a inanmak ve ona kulluk etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Yoksa Allah'ın öğütlerinden yüz çevirerek, bağımsız davranarak, ayetleri yalanlayarak fıtrata aykırı düşüleceği gibi, bu sebeple Allah'ın azabına da müstahak olurlar. Çünkü fıtratı bozmak, Allah'a karşı gelmek demektir. Meselâ müşrikler, fıtrata uygun doğan hayvan' yavrularının kulağını keserlerdi. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Kâbe'de Allah'a ortak koştukları birçok putlar bulundururlardı. Fıtratı inkâr etmek için kendilerine de vahiy indirilmesini veya peygamberlerin birer melek olması gerektiğini ileri sürerlerdi. Onların helâk edilmeleri de bu yüzden oldu. Hiç kimse Allah'ın insanı kul olarak yaratması kanununu değiştiremedi ve değiştirmeye kalkanların azabla kuşatılması da bir kanun olarak uygulandı.

İslâm'a göre hayatın anlamı ancak fıtrata uygun yaşamaktır. Yeryüzündeki gelmiş geçmiş hiçbir din ve ideoloji bunu sağlayamamıştır. Üstelik lâik çağdaş düşünce sistemleri, vahye karşı "doğal-pozitif akıl lâiklik" karşıtlığıyla oldukça, basit ve insan fıtratıyla uyum sağlamayan bir şekilde insanın kurtuluşunu din dışı bir yola sokmak istemişlerdir. Ancak insanın fıtratı her şeye rağmen, her türlü muhteşem teknik gelişmelere, maddi ilerlemelere rağmen tabiatı gereği gerçek mutluluğu bulamamakta, büyük bir manevî boşluğa düşmektedir. Bu boşluk Allah'ın sınırlarını aşmak ve nefsine zulmetmektir (et-Talâk, 65/1). Bu boşluğu çeşitli dinler doldurmak istemekte ancak hepsi de fıtrata aykırı muharref ve ilkel teklifler getirdikleri için insanlar İslâm'dan başka kurtuluş olmadığını anlamaktadırlar. Çünkü: "Kalpler ancak Allah'ı sanmakla huzur bulur" (er-Ra'd, 1 3/28).

Fıtratı çevre etkenlerine karşı özümseyememiş kişilere ve toplumu bütünleştirmek adına nasıl bir tavır sergilemeliyiz?
“İnsan ihsanın kuludur.”

Güneşiyle gözümüze, havasıyla ciğerlerimize, sesler âlemiyle kulağımıza, hikmetleriyle aklımıza ve ruhumuza ihsanlarını yağdıran Allah’a kul olmak fıtratın gereğidir.

Bu fıtrat, kalp kazanmanın en önemli bir şifresi, en tesirli bir reçetesidir.

İnsanların kalbine fıtratın ne olduğunu ve güzelliğini mi nakşetmek istiyoruz? Öncelikle onlara, bir güler yüzle olsun,  ihsanlarda bulunalım.

“Zorbalık, sertlik, kabalık ve tahakküm”, fıtratın reddettiği, nefsin ise en çok hoşlandığı zararlı hallerdir. Bunlarla birisini korkutabilir ve emrimizde çalıştırabilir; ama kalbini asla kazanamaz, muhabbet ve hürmetini asla celp edemeyiz.

 Bakara Sûresi'nde “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256) buyruluyor. Zorlama, beden için geçerli olsa bile kalp için kesinlikle geçerli değildir. Bir kişinin sırtına zorla bir yükü koyabiliriz, ama aklına bir fikri, hele kalbine bir inancı zorla yerleştiremeyiz. Halk arasında ibretli bir söz vardır: “Atı suya zorla sokabilirsiniz, ama ona zorla su içiremezsiniz.”

 “Dinde zorlama yoktur.” ayetindeki temel mesaj, vicdanlara baskı yapılmamasıdır. Bununla birlikte, bu ayet sadece dinî konulara mahsus olmayıp, her hususta geçerli olan temel bir kanundur öncelikle bunu bilmemiz gerekiyor sonrasında ise nakşetmek istediğimiz güzellik konusunda baskının yersiz ve geçersiz olduğu şu ayet-i kerimelerle en güzel şekilde ortaya konulmuştur:


“Resulün vazifesi  ancak apaçık tebliğdir.” (Nur Sûresi, 24/54)

“… Biz seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen onların üzerine bir vekil de değilsin.” (En’âm Sûresi, 6/107)

Bu ayetlerin muhatapları hep Allah’ın kulları... Onların bedenlerini bütün bir kâinattan süzen O...  Ruhlarını yaratıp bedenlerine sultan yapan da yine O... Ve konuşan, Allah Resulü (asv)…

Buna rağmen, Allah, dünya imtihanının bir gereği olarak, kullarını “inanıp inanmamakta” ve “kendisine itaat veya isyan etmekte” serbest bırakmış. Bir kul, dilerse hayır işleyebiliyor, dilerse şer.

Bizim, fıtratı nakşetmeye çalıştığımız kişiler üzerindeki hakkımız ve hâkimiyetimiz, İlâhî hukuk ve hâkimiyet yanında sözü edilmeyecek kadar basit, sathî ve zayıf kalıyor. Buna rağmen, tahakküm ve zorlama yoluna gidiyorsak, “fıtrata zıt hareket ediyoruz” demektir.

İnsanları yaratan ve fıtratlarını öylece tanzim eden Allah, bütün peygamberlerine,  sadece tebliğde bulunmalarını, zor kullanma yoluna gitmemelerini tavsiye ederken, bizim haddimizi bu derece aşmamız fıtrata zıt düşüyor. Bunun içindir ki,  müessir olamıyoruz,  ve nakşetmek istediğimiz güzelliği kalbe işleyemiyoruz. Her konuda ölçülü olmamız gerektiği gibi bu konuda da ölçülü bir yaklaşım içerisinde olmalıyız.

|Asfa Akmer

Kaynakça: 
https://sorularlaislamiyet.com
kutubusitte/hadisler




Akılsızlıkla Kandırma Sanatı

AKILSIZLIKLA KANDIRMA SANATI

Bir gün şeytan ile itaatkar efendisi
Diğerlerini kendi yollarına getirmek için
Girmişler hayali bir münakaşaya.
Beynamaz adam beğenmez
Şeytanının önerisini:

-Efendi,efendi!
Dinle pür dikkat beni
İnsan evladı yaman bu devirde
Artık diyemeyiz öyle
‘Tap Luta yahut Uzzaya.’
Adama gülerler İblis
Derler:
 -Akılsız mıyız biz?”
(Şeytan anlamış,ayrıntıdaymış giz.)

   -Tabii efendim,ne münasebet
Akıl dediğiniz şey ne büyük nimet
Şükrünü eda etmekte marifet
Bu da ona tapmakla olur elbet.

-Hayırdır yine tapmak dersin?

  -Ah,akılsız kafam.
Bağışlayın bu acizi.
Siz elbette ki
Allah’a tapanlardansınız.

-İşte şimdi doğru dedin İblis.
Ha ama faiz maiz dinlemeyiz.
(İblis güler pis pis)
Bu devirde kredisiz
Dahi yürüyemeyiz
Aklısız mıyız ki kız gitsin çeyizsiz?

  -Ne haklıdır sözünde benim efendim.
(Kim efendi kim mevali aceb n'etmeli bu hali)

Derken kara kutu çığırır, sesi tiz
“Turizm gelirimiz nefis
Can sıkıntısına birebir ülkemiz
Siz de Kadıköy'de kafa dağıtmaya ne dersiniz?”

-İşte benim memleketim
(Varmış gurur duyacak ne de çok şeyimiz
Bilememişiz)
-Ah bir de oğlumuz var ki
İyi ki okuttuk keratayı.
Hanım sor hele, hali nice?
Fakültede iyiyse, keyfim yerinde.

Komşu teyzemiz görevinde titiz:
“Bunların oğlu tıbbıyeli hanımlar
Hoş da bir delikanlı”
Annesi atılır:
“Oğluşumun böyle keyfi yerinde
Sen de ilahi!
Hele bitirsin de gelsin
Çaldığımız kapı açılmaz mı dersin?”

Sor anası oğluşuna, kızına
O hengamede hangi kapılar kapandı
Sor kızın huzur buldu mu krediyle
İmanı muallakta ama cebi dolgun beyiyle
Kadıköy'e sor, kaç kere yıkandı rahmetle
Beyoğluna sor, sığdırdı mı beyliğine

Gelelim olanlardan habersiz akıl beye:
-Ne dersiniz bu ahvale?
Akıl hiddetlenir:
-Beni bahane etmeyiniz.
Akılsıza verirsen dümbelek
Aklı var sanır.
Efendisi yapar
Kendi çalar oynar
Hesap da bize kalır
Yo yo, haksızlık bu
Yeter, alkışlar, perde!

Açılınca ‘asıl’ perde
Akıl başa gelir istemeye istemeye
Vicdan elinden tutar gönülsüzce

Ey Uyumayan,Uyuklama dahi tutmayan
Gafletten müstağni olan
Toprağınla buluşmadan emanetin
Kalplerimizi evir çevir
Yoluna getir
Amin,ecmain.

LeyluNehar



SAYGI DOSYASI-2- ZOR İLETİŞİMLER



ZOR İLETİŞİMLER
(Bu yazımızda Muhammed Emin Yıldırım Hocamızın "İnsani İlişkilerde İlahi Ölçütler" kitabından kesitler paylaştık. Bazı yerlerde kısaltmalar, kendimizin eklediği kısımlar da mevcuttur. Ama yazının büyük çoğunluğu bu kitaptan alıntı şeklindedir. Özellikle sıkıntılı iletişimlerde karşı tarafın anlamamakta direttiği, yanlışına kılıf uydurarak haklıyım dediği, yanlışında ısrar ettiği, bizi kızdırmak için uğraştığı gibi durumlarda nasıl davranmamız gerektiği kısımlarına değindik. Konu geniş bir konu o yüzden bununla ilgili bazı meselelerin de açıklanması gerektiği durumlarda onları da ekledik. Bu kadar iletişim kazalarının olduğu asrımızda  mutlaka iletişimimizi geliştirme adına bir şeyler yapmalıyız. Kitap da gayet güzel, okumadıysanız tavsiye ederiz :)


Söylenilen ya da ifade edilen şey hakikat olabilir, ama hakikate değer katan ya da muhatapta etki uyandıran unsur, mesajın doğru bir usul ve üslup ile dile getirilmesidir. Usul ilişkinin yolu iken üslup, ilişkinin yöntemidir. Nice hakikatler vardır ki, usul ve üslubun ihmalinden ayaklar altına düşer, kıymetsizleşir. Onun için Hz.Ali(ra), Haricileri değerlendirirken onların dile getirdiği bazı düşünceleri : "Hak söz, batıl dava" diye ifade etmişti. Ayrıca bu noktada Kur'an, Efendimiz'e (sas) şöyle hitap eder: "Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et." (Nahl, 16/25). Yani: "Ey Muhammed(sas)! Sen nice insanlarla karşılaşacaksın, ihanete uğrayacak, söz dinlemeyen anlayışı kıt insanlarla muhatap olacaksın. Yine de sen onları hikmet ve güzel söz ile çağır, mücadele etmen gerekirse de en güzel şekliyle mücadele et."
"Firavuna gidin. Çünkü o iyiyiden iyiye azdı. Ona yumuşak tatlı bir söz söyleyin.Umulur ki aklını başına alır veya titrer, korkar." (Taha, 20/43-44). Firavun gibi zulmü tescillenmiş bir zalime karşı tavırda bile Kur'an bu tavsiyeyi yapar. Çünkü o zalim bu güzel ve tatlı sözlerden etkilenmese bile etrafındakiler sizin hikmetli davranışınızdan etkilenecek, mesajınız yine varılması gereken yerlere varacaktır.
Farklı bir örnek verecek olursak, dönemin alimlerinden biri, Abbasi halifelerinden birinin yanına gider. Daha içeri girer girmez halifenin zulümlerini, yanlış tavır ve davranışlarını sert bir dille eleştirir. Halife biraz dinler, sonra der ki:"Yavaş ol, ne ben Firavunum ne de sen Musa! Musa bile Firavunu böyle davet etmedi, sen neden beni böyle bir üslup ile davet ediyorsun?" Seçilen sözcükler, ifadedeki üslup bazen karşıdakini esir alıp teslimiyetini sağlayabildiği gibi, size karşı zararlı bir hale getirebilir. O halde hatip çok dikkatli olmalı, muhatabına ileteceği mesajda kullanacağı kelimeleri ve takınacağı üslubu iyi tespit etmelidir.
Hz.Peygamber (sas) güzel sözü ile nice gönüller fethetti. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned'de naklediyor: "Amr b. Abese adında bir bedevi bir gün huzuru saadete geldi, alaycı ve küçümseyici bir ifade ile dedi ki: "Sen nesin?" Efendimiz(sas) gayet sakin bir eda ve üslup ile : "Ben Allah'ın Nebi'siyim." dedi. Efendimiz'in (sas) o sade ve ince üslubu Amr'ı kalbinden vurmuştu. Kabalığına kabalık ile karşılık bulacağını zanneden Amr hemen diz çöktü "Sana tabiyim Ey Allah'ın Resulü" demeye başladı."[1]
Efendimiz(sas) yine bir gün mescitte otururken bir bedevi çıkageldi, geçti mescidin bir köşesine bevletmeye başladı. Sahabe hemen müdahale etmek istediyse de, O(sas) bırakmadı: " Bırakın adam işini bitirsin" dedi. Adamın işi bitince Efendimiz(sas) bir kova su istedi, su getirilerek o bevl edilen yere döküldü. Sonra O rahmet abidesi, mescitte bulunanlara dönerek dedi ki: "Allah sizi zorluk için değil, kolaylık için gönderdi." [2] 
O'nun (sas) o rahmet yüklü sözleri nice bedevileri gökyüzünün yıldızları etmiş, nice  kaba ve katı yürekleri hilm ve merhamet abidesi kılmış, nice eşkıyaları sahabe makamına erdirmiştir. 
 "Andolsun ki Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlarda ve Allah'ı çok zikredenlerde Resulullah'da çok güzel bir örneklik vardır." Ahzab,33/21
İstifade-Karşılıklı Alış Veriş
Her ilişki insana bir kazanımdır.İlişkinin maddi ve manevi neticesi ne olursa olsun onu kazanım olarak algılamalıdır.Kötü neticelenmişse bile bir tecrübe edinilmiştir ki tecrübe, kişinin bizzat kazandığı biricik bilgidir.
İlişkilerde istifadenin ortaya çıkabilmesinin temel şartları:
Taraflar ve tarafların birbirini doğru tanıyabilmeleri,
İlişkilerin amaç ve gayesinin karşılıklı birlikteliği ve uyum arz etmesi,
İlişkinin usul ve üslubu ve bu usul ve üslubunun doğru ifade edilebilmesidir.
Bu sayılanların istenilen düzeyde olabilmesi ilişkilerdeki istifadeyi de ideal düzeye taşıyacak; taraflar ilişki kurdukları insanlardan dolayı yaka silkecekleri yerde, mutlu olup ilişkilerini sürekli canlı tutacaktır. 
Hak Edene Hak Ettiği Kadar Değer Ver!
"Hikmet ehli olmayana bildirmeyin (anlatmayın) zira bu durumda hikmete haksızlık etmiş olursunuz. Ehil olana da esirgemeyin bu defada ona haksızlık etmiş olursunuz." [3]
Muhatap iyice tanınıp belki biraz ehlileştirilip, neyi hak ediyorsa ona verilmelidir. Bu vahyin temel bir ilkesi olan "Emanetleri ehline veriniz." [4] kaidesine de uygundur. Emaneti de sadece eşya olarak anlamamalıdır. İlim, hikmet, bilgi, sır, namus, iffet, sevgi, nefret hepsi birer emanettir. O halde ehline verilmeli, ehline takdim edilmelidir. Hikmet; "Müminin yitik malıdır." [5] Onun için de hikmet mümine; müminler içerisinde de değer ve kıymetini bilenlere verilmelidir. Eğer hak edilmeyene verilirse, yukarıdaki hadisin devamı olan şu cürüm işlenmiş olur: "...domuzların boynuna inciler takmak... "İnci ancak kıymetli ve kıymet bilen birinin boynuna takılmalıdır ki değerini korusun. Hikmet de öyledir; eğer muhatap değerini bilmez ise ona verilen hikmetin önemi anlaşılamaz. 
Gereksiz İnsan Olmadığını Bil!
"İnsanlar madenler gibidirler. Aynen altın ve gümüş madenlerine benzerler. Cahiliyede hayırlı olanlar, İslam'a girip onda derinleştiklerinde, onda da hayırlı olurlar." [6]
İnsanlar madenler gibidir. Kimisi altın, kimisi gümüş, kimisi demir, kimisi kömür madenidir. Ama madendir; içerisinde büyük bir potansiyel taşımaktadır. Kendilerini keşfedecek, bulacak, işleyip verimli hale getirecek madenciler beklemektedirler. O halde insani ilişkilerde; muhatabımız kim olursa olsun bundan adam çıkmaz deyip, kesip atmak yok; onun madenini bulup işlemek var. 
Hz.Peygamber (sas) yanına gelen her insanın madenini usta bir madenci gibi tespit etti ve o analizin sonucunda da muhatapların yerini ayarladı. Kimini yanı başından ayırmadı, çünkü onların madeni altın idi; Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (Allah hepsinden razı olsun) gibi. Kimine görevler verdi, madenlerinin kıymeti ölçüsünde, kimini ashab-ı suffa içerisine dahil etti, kimini de ihtiyaç halinde çağırdı. Kimine Kur'an'ın verdiği değeri vererek onların kalas olduğunun [7] bilincinde olarak tarladaki yetişen fasulyelere sırık olarak dikti. Ama kimseyi silmedi, çizmedi, "adam çıkmaz" demedi. Yerini bilenlere alkış tuttu, yerini kaybedenlere yerlerini gösterdi, yerini arayanlara yer verdi. Herkesin bir yerde durmasını sağlayarak madenlerinin yani potansiyellerinin açığa çıkmasına yardımcı oldu. Bu O'nun (sas) insanı nasıl okuduğunun göstergesiydi. 
Hadisin ikinci mesajı ise; Hz.Peygamber'in (sas) insan karakterini nasıl okuduğunun yöntemidir. Karakterin; yani mizaç ve huyun insan fıtratının bir parçası ve yaratılıştan gelen özellikler olduğunun bilincinde olmasının bir göstergesidir. Bunu bildiği için de karakterle savaşmaz, onu terbiye etmenin yollarını arardı. Hadiste geçen "Cahiliyede hayırlı olanlar, İslam'a girip onda derinleştiklerinde onda da hayırlı olurlar." ifadesi O'nun (sas) karakteri nasıl ele aldığını bize vermiş olur. İslam öncesi insan olan, insani hasletleri olan; ahlakı iyi, temiz, fıtratı tahrif olmamış olan elbette ki İslam'a girince onu fehmedip, idrak edince onun İslam'ı da güzel olacaktır. İslam bir elbise gibidir, elbise çok güzel ve estetiktir. Onun bu güzelliği yanında onu giyen de güzel olmalıdır ki, o güzellik onda izhar olup ona yansısın. Güzel adamın İslam'ı da güzel olur. Madenler de işlenecekse en değerli olanından başlanmalı; altın dururken kömüre yönelmemelidir.
Mükemmel İnsan Olmadığının Bilincinde Ol!
"İnsanlar içlerinde binilecek tek bir deve bulunmayan yüz deve gibidir." [8]
Yüzde bir insan binilmeye layık develer gibi, kusursuz, güzel, hoş, binene rahatlık veren bir yapıya sahiptir. Gerçekten de her yönü ile ideal olan insan sayısı yok denecek kadar azdır. Sabikun olacaklar yani hayırda öncü olacaklar ya da Efendimiz'in mecazi deyimiyle binilmeyi hak edecek develerden olacaklar, her zaman az olacaklardır. Bunu bilmek insana müthiş bir anlama özelliği kazandıracaktır. Muhatabı okurken; hatip, onun mükemmel olmadığı bilincinde olacaktır. O muhatabının her an ihanet eden, kan döken, nankörlük eden, cimrilik yapan, aceleci olan bir varlık olduğunu bilecek, bu tür davranışları gördüğünde de hayal kırıklığına uğramayacaktır. Muhatabının mükemmel olmadığını bildiği için ondan ortaya çıkacak yanlış tutum ve davranışları hoş görecek, "İnsan ise yapar." deyip geçecektir. 
Hepsinden öte insanın sırt dayanacak, bel  bağlanacak bir mevki olmadığını anlayacak ve şunu diyecektir: "O(Allah) ne güzel sahip ve ne güzel yardım edicidir." [9]
Sırtını hakka dayayıp, hak için, halkla beraber olacaktır. Hak için halk ile uğraşacak, ecrini ve karşılığını o yüce makamdan bekleyerek insanların dertleriyle dertlenecektir.
Mükemmel olunmadığını bilerek, işi ve çabası hep ideal insan olma ve ideal insan yetiştirme üzerine olacaktır.
Nefret Ettirici Değil Müjdeci Ol!
"Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Birbirinize itaat ediniz, ihtilafa düşmeyiniz." [10]
İlişkimiz davet-davetçi ilişkisi ise kolaylaştırma temel ilkemiz olmalıdır. Tedricilik prensibini unutmadan, muhatabın kaldıracağı kadarıyla yetinmeli, muhataba gereksiz ve zamansız bilgi ve eylemlerle boğmamalı, dine girdiğine pişman etmemelidir. Bilgi seviyesi, akli düzeyi, ekonomik şartları göz önünde bulundurularak merdiven basamakları gibi birer birer çıkmalı, her basamağın kendine özgü şartlarının olduğu unutulmamalıdır. Korku eksenli bir Allah (cc) inancından, sevgi eksenli bir Allah (cc) inancına sevk etmeli. İnsanlara mesajı iletirken, onların nefret ve kinlerini artıracak söylemlerden uzak durmalı, sevgi ve saygılarını ziyadeleştirecek yeni bir dil oluşturulmalıdır.
Dinin sadece ceza veren, kol kesen, taşlayan, ağır sorumlulukları bulunan bir inanç sistemi olmadığını muhataba iletmelidir. Dindeki bazı kuralların en kolaylarını bilip insanlara onları sunmalı yani ruhsatları kullanmalı ve tavsiye etmeli, azameti ise kişisel tercihlere bırakmalı, asla dayatmamalıdır. Dinin insanın önüne duvarlar çekmediğini anlatmalı, her zorluktan sonra bir çıkış yolunun varlığından haberdar etmelidir.
Dolayısı ile ilişki türü her ne olursa olsun, temel esas kolaylık olmalı, zorlukları dayatmamalı, ilişkileri güçleştirip ağırlaştırmamalıdır.
Bir keresinde halk imam olan zatın namazları çok uzun kıldırdığına dair imamı Efendimiz'e (sas) şikayet ederler. Rahmet peygamberi (sas) çok hiddetlenir, hemen hutbeye çıkar ve şöyle der: "Ey insanlar! Size ne oluyor ki insanları nefret ettiriyorsunuz." [11] Hadisin devamında "Sizden kim imam olursa namazı hafif kıldırsın, çünkü cemaat içerisinde ihtiyar, zayıf ve ihtiyaç sahibi olabilir." uyarısında bulunuyor. Kendisi bazen ferdi namazlarında beş-altı uzun sureyi peşi sıra okumasına rağmen cemaate bunu uygulamıyor, azameti tercih edişini emir adı altında insanlara dayatmıyordu.
Davetçi, davet ederken davet ettiği şeylerin kaynağını iyi bilmeli, neye davet ettiği bilincinde olmalıdır. Davet ettiği şey Efendimiz'in (sas) temel naslarla belirlediği şeyler mi? Yoksa birilerinin özel zevk ve tercihleri mi? Eğer özel zevk ve tercihlerse alıp almamada serbestiz ama Efendimiz'in kesin talimatları ise ona da teslim olmak zorundayız. Bunun için davetçi söylemini temel naslarla belirlemeli, çok yoğun gereksiz bilgilerle muhatabı yormamalıdır.
Lüzumsuz ve Boş Konuşmaları Terk Et!
"Haya ve gerektiği zaman konuşmak imanın; gevezelik ve lüzumsuz konuşmak nifakın parçalarındandır." [12]
Boş ve faydasız konuşmalar sahibinin zamanını öldürdüğü gibi karşıdakinin de zamanını öldürür. Konuşma uzadıkça tesiri azalır, muhatap dinlemekten yorulur. Mesaj iletilmek istenen adrese doğru ulaşmaz, yapılan onca çaba boşa gider. Konuşma uzadıkça hatalar çoğalır, belki konular biter; bu sefer yalan, iftira, gıybet başlar. O da insanı felakete sürükler. 
Sözlü iletişimde taraflar oldukça az konuşmaya dikkat etmelidirler. Az konuşmak mesajın ulaşamaması korkusunu getirmemeli; kimi zaman tek bir kelime hatta kelimelerin ötesinde beden dili mesajın ulaşması için yeterli olabilir. İnsan bilgisi olduğu şeyler hakkında konuşması, bilmedikleri şeyler hakkında ise susması onun için daha hayırlıdır. Hatta bildiklerini insanlara yersiz ve zamansız aktarması bile doğru değildir. İlim bir cep saati gibidir. İhtiyaç halinde çıkarılır, ihtiyaç olmadığında muhafaza edilir. Bunun için Abdullah İbn Abbas (ra) bir nasihatinde şöyle der: "Seni ilgilendirmeyen şeyleri konuşma, seni ilgilendiren birçok konuda da konuşma! Ta ki yeri gelince, söz sana gelince konuş." [13]
O halde ilişkilerin tarafları olan hatip-muhatap bu ilkeye dikkat etmeli, eğer mesajın doğru ulaşmasını istiyor iseler, laf kalabalığı ile mesajına gölge düşürmemelidirler.
Kur'an'da Diyalog
"İnsan tartışmaya (cidale) çok düşkün bir varlıktır."[14]
İnsanın tartışmaya olan bu yatkınlığı, Kur'an tarafından terbiye edilmeye çalışılır; muhatap kim olursa olsun onunla en güzel şekilde, hikmetle, kınamadan, zulmetmeden, zulme uğramadan, rencide edip alay etmeden, alaya uğramadan diyaloga girebileceğini söyler.
İlahi kitap özellikle Müslümanların diyalogtan korkmamalarını çünkü eğer teslimiyet kabiliyetleri varsa girilen her ilişkiden kazançlı olan tarafın kendileri olacağının haberini verir. Müslümanlar ta ilk günden beri fikir karşısında kulaklarını kapatan, karşıdakinin mesajı duyulmasın diye gürültü çıkaran, muhatabın lafını eğip büküp yanlış noktalara çeken taraf olmamışlardır.
Bizim medeniyetimiz söze ve sözün gücüne inanan bir medeniyettir. Bunun için Kur'an şu hakikati haykırır: "Onlar sözü dinler ve en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler ve gerçek akıl sahibi olanlardır."[15]
İşte imanın inşa ettiği şahsiyetler sözden kaçmazlar, kim konuşursa konuşsun dinlemekten korkmazlar, sözün geldiği yere yönelir ama sözün sahibinin kimliğini, sözün muhtevasının önüne geçirmezler.  Eğer söylenen söz hak ve hakikat ise söyleyenin kimliğine aldırış etmeden o hakikate teslim olur, tabi olurlar. Eğer söylenen söz batıl ise hakikate muhalif ise dinledikleri için konuşma hakları oluştuğundan haykırırlar ve o batılın yüzüne: "Getirin delillerinizi, eğer doğru sözlülerden iseniz." [16] derler.


Müslüman birey çevresinde oluşan hadiselere kayıtsız kalamayacağından gördüğü her türlü olumsuz tabloya müdahele etmelidir. Bu müdahalenin nasıl olması gerektiğini ise Efendimiz (sas) şöyle belirtiyor: "Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin, eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir." [17] Bazen hiçbir maddi müdahelenin yapılamayacağı durumlarla karşı karşıya kalabiliyoruz. Bu hadisi şeriften yola çıkarak kalben buğuz etmenin unutulmaması gerektiğini anlıyoruz. Etrafımızda madden müdahele edemediğimiz birçok sıkıntı var ama biz bunlara karşı, çirkinliğin kendisine karşı buğuz etmeyi her daim yapacağız ki kalbimiz o yanlışlara alışmasın, onları normal görmesin.
O halde Müslüman birey bulunduğu ortama uyup, o ortama adapte olmamalı, imanından aldığı güç ile şahsiyet ve onurunun zedelenmesine izin vermeden ortamı kendine uydurmalıdır. Muhatap kim olursa olsun onun inancına saygı duymalı, ama asla komplekse kapılıp ne gereğinden fazla büyüklük taslamalı ne de küçülmelidir.
Alim-Zalim
"İbrahim dedi ki: Allah güneşi doğudan getirmektedir, haydi sen de onu batıdan getir." [18]
Hz.İbrahim öyle bir şey söyledi ki Nemrud'un dili tutuldu. O anda ne söyleyeceğini şaşırdı. Bunun için Kur'an onun o haline şu tespiti yaptı: "Nemrud bu söz karşısında apışıp kaldı."[19]
İbrahimi usül bize şunu gösterir: Karşıdaki inkarcı, zalim, despot  her ne ise onunla tartışmaya girme. Aklını şeytanın eline vermiş olan şeytani bile geride bırakacak söz, tavır ve davranışlara girebilir. Onun için bu tip insanlarla kurulacak diyalogda onu tamamen bitirecek, köşeye sıkıştırıp, tevile saplanmayacak kelimeler kullanılmalıdır. Hz.İbrahim de öyle yaptı ve çağının en zalimi karşısında hakkı, hakka yakışır bir biçimde temsil etti.
[1]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XXXVII, 237, 238.
[2] Buhari, Vudu,57. 
[3]Ebu Davud, Edeb, 95. Bu hadisi bazı kaynaklar Hz. İsa'nın sözü olarak gösterirler. Bkz. ez-ZEbidi, İthafu's-Sade, I.404
[4] Nisa 4/58 
[5] Ebu Davud, Edeb,95.
[6] Buhari, Menakıb, 1; Müslim, Birr, 160.
[7] Munafikun 63/4
[8] Buhari, Rikak, 35; Müslim, Fedailü's-Sahabe,60.
[9] Enfal 8/40
[10] Buhari, İlim, 12; Müslim, Cihad ve Siyer, 13
[11] Buhari, Ahkam, 13; Müslim, Salat, 182.
[12] Tirmizi, Birr ve Sıla, 79.
[13] Carim, Ali, el-Belagatü'l- Vadiha, s. 138-139
[14] Kehf 18/54
[15] Zümer 39/18
[16] Bakara 2/111
[17] Müslim, İman, 78; Ebu Davud, Salat, 248.
[18] Bakara 2/258

[19] Bakara 2/258

17 Ağustos 2019 Cumartesi

AFAKTAN ENFÜSE



Âfâktan enfüse




Burada duralım,güzel esiyor dediğim yerdeyim.
Belki de rüzgar bahane kendimi dinleme fırsatı bulduğum yerdeyim.
Hayatın  debdebesinden sıyrılıp arada yapmak lazım böyle kaçamakları...
Ruhumuzu daraltan halleri bir düşünüp sigaya çekmeli ve iç muhasebe yapmalıyız diye geçiriyorum.
Bu düşünceler kafamda dönüp dururken bir taraftan da gelen geçen insanlara gözüm takılıyor.
Gayri ihtiyari bu insanların ruh halini çözümlemeye çalışırken buluyorum kendimi.
Gözümün gördüğü ve görmediği bunca insanı ortak paydada toplayan şey ise, her insan baş karakter dünya denilen bu hikayede.
Hepimiz bize verilen rolü en iyi biÇimde oynamakla mükellefiz.
Netice  değil çabadır mühim olan.
Niyet hayır olursa akıbet de hayır olur inşallah.
Çabalarken de ruhun kimi zaman hata vereceğini hatırdan çıkarmamalı...
Kabına sığmadığı, sıkıldığı, daraldığı anlar olacak elbet.
Ruhu tadil edecek yollara başvurmalı.
Yalnız kalmak misal.
Yalnız kalmak kalbin de cilasıdır aynı zamanda.
Şairin de dediği gibi, yalnızlık bir yankıdır, bu yankının sesini duymaya çalışmalı.
Şüphesiz bu kaçamaktan sonra üzerimdeki hafiflik, yenilenmişlik hissi hanımeli kokusu kadar tatlı oluyor.
Ah benim hanımeli kokulu yalnızlığım...

KATRE-MİSAL

SAYGI DOSYASI-1- BİRAZ SAYGI



BİRAZ SAYGI


"Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması da O'nun (kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda, bilgili (kimse)ler için ibretler vardır." (Rum 22)* ayeti kerimesi üzerine biraz kafa yorup, bize vermek istediği mesajı anlamaya çalışalım. İlk ve en önemli husus belki de, bu denli güzel bir sanatın tek bir sanatçı tarafından olması Allah'ın birliğine delalet ederken bunca farklılıksa Allah'ın iradesini göstermektedir. Diğer bir husus ise Allah'ın biz kullarına verdiği değer... Haddizatında Allah insanı kainatın bercestesi(özü) olarak yaratmıştır. Dolayısıyla her insanın, Allah'ın ona bahşettiği bu konumundan ötürü saygıyı hak ettiğini söyleyebiliriz Yaratan yarattıklarına böylesi bir değer biçerken, biz yaratılmışların ne haddine ki bir diğerini renginden ırkından dininden dolayı üstün görüyoruz?
İçinde bulunduğumuz, parçası olduğumuz topluma kuş bakışı yaklaşacak olursak halihazırdaki sorunların altında yatan önemli bir nedenin fertlerin birbirine karşı saygılı olmaması diyebiliriz. Oysa her insana bulundurduğu insani meziyetlerine göre davransak birbirimizi sevmek için pek çok neden bulacağız. Efendimizin (asm) hayatına baktığımızda özellikle tebliğ metodunda: "Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et."(Nahl 125.ayet)* ayetinin izlerini fazlasıyla görüyoruz. Efendimizin (asm) inanan inanmayan tüm insanlara hep hoşgörülü davranması, en azılı düşmanlarına bile müsamaha göstermesi birçok insanın iman etmesini sağlamıştır. Efendimiz (asm) çirkin söz ve davranışlar karşısında bile itidal ve soğukkanlılığını muhafaza ederek yumuşak huy ve tatlı dil ile ikaz yönünü seçmiştir. Bu hoşgörüsü insanları kucaklamış ve kolayca hak ve hakikate ulaştırmıştır. Zira ona böyle davranmasını Kur’ân’da Allah emretmiştir: “Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et!” (Âraf Sûresi: 199) ve“Onların kusurlarını hoş gör ve onlara yumuşaklıkla muamele et!” (Hicr Sûresi: 85)(#)... Bu konuyla alakalı daha nice ayet ve Efendimizin (asm) hayatından nice örnekler bulabiliriz.

Dikkat çekmek istediğim husus dünyadaki her insanın farklı fıtrat,din ve meşrebe sahip olması ve bu farklılıkların kişinin imtihanlarını da beraberinde getirmiştir. Çünkü savaşlar bile tarafların birbirine  üstünlük sağlamasından ve güç gösterisinden ibaret. Dolayısıyla hep temenni olarak söylenen ama hayal gibi de görülen ‘’Birlikte barış içinde bir dünya.’’ algısı ayetlerin ve hadislerin öğütlediği şekilde olursa pek de uzak değil sanki? Tek ihtiyacımız olan şey insana insan olduğu için değer vermek ve saygı duyduğumuzu hissettirmek. Sizce de çok zor mu?

KATRE-MİSAL

KAYNAKÇA
*FEYZÜL FURKAN MEALİ
#SORULARLA İSLAMİYET

#FEYZ DERGİSİ

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...