Yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç, Peygamberlerin
sünneti, Kâlb-i selim, adetullah. Ayrıca hilkat, tabii eğilim, hazır olmak,
huy, cibilliyet, içgüdü, istidât gibi manalara gelir. Terim olarak fıtrat:
"Allah Teâlâ'nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir
hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır (İbn Manzur, Lisânü'l-Arab, Beyrut,
(t.y.), V, 55).
Fıtratın geniş anlamları Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde açıklanmaktadır:
"Sen Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara
yaratılışta (Fıtratallah) verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratmasında değişme
olmaz. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm,
30/30).
"Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez
halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir''
(en-Nahl, 16/78).
"Allah'ın kanununda bir değişme bulamazsın "
(el-Fâtır, 35/43; Ayrıca bk. el-İsrâ, 17/77; el-Ahzâb, 33/62; el-Mümin, 40/85;
el-Feth, 48/23).
"Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol
gösterdik" (el-Beled, 90/10).
"Biz ona yolu gösterdik, ya şükredici veya nankör
olur" (el-İnsân, 76/3).
"Rabbimiz, her şeye yaratılışını verip sonra onu doğru
yola iletendir" (Tâhâ, 20/50)
"De ki: Herkes yaratılışına göre davranır. Rabbiniz
kimin en doğru yolda olduğunu bilir"? (el-İsrâ, 17/84).
"Onlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah bir
toplumun durumunu değiştirmez" (er-Ra'd, 13/11).
Kur'an-ı Kerîm'deki bu ayetler birbirini tefsir ederek
fıtratın anlamını açıklar.Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şu hadisleri bu anlamı
apaçık bir şekilde genişletmektedir:
"Kötülük yapmak seni üzüyorsa, artık sen müminsin"
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 251-252).
"Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun
bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra ebeveyni onu hristiyan; yahûdi,
mecûsî yapar. Eğer ana-babası müslüman iseler, çocuk da müslüman olur"
(Buhâri, Cenâiz, 79; Müslîm, Kader, 23-25; İman, 264; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
II, 233, 435).
"Beş şey fıtrattandır: Sünnet olmak, kasıkları traş
etmek, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altındaki tüyleri
yolmak" (Buhâri, Libas, 51, 63, 64; Müslim, Tahara, 49; Ebû Dâvûd,
Tereccül, 16; Tirmizî, Edeb, 14).
"Rabbim buyuruyor ki: Ben bütün insanları Hanif (salim
fıtrat) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar onu dinden saptırdılar. Benim
helâl ettiklerimi onlara haram ettiler, insanlara bana ortak koşmalarını
söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim" (Müslim,
Cennet, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 162).
Fıtratta değiştirilebilir veya değiştirilemeyen özellikler var mıdır?
Her doğan Allah'ın en güzel yaratması ile doğar.
Eğitim ve çevre faktörü, fıtratı ya İslâm üzere devam
ettirir, yahut fıtratı bozarak yaratılış amacından saptırır.
Bütün insanlar Hanif üzere yaratılmakta, sonra şeytan ve
nefis onları bozmaktadır.
Allah insanın nefsini takva ve fücurla yoğurarak yaratmış,
şeytanın hilelerine karşı yine de kullarını kurtarmak için peygamberler
aracılığıyla onları fıtrat dini hakkında bilgilendirmiştir.
Allah'ın yaratılış kanunu kevnî ve şer'î şekillerde
değişmeyen bir yasadır.
İnsanı yaratan Allah onda iyilik ve kötülüklerle dolu dünya
hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir kabiliyet (vicdan) vermiştir.
Bozulmamış, fıtratım korumuş insan iyiden yana tavır aldığı gibi, herhangi bir
şekilde Allah'ın ayetlerini de akıl veya kalble kavramaya meyillidir. Ancak
insanoğlunun kalbine her an şeytan veya melekler tarafından hayır ve şer telkin
edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidâyete çevirmek İslâm dininin görevidir.
İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsi arındırarak insanların kurtuluşunu
gerçekleştirir. Allah, yaratıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder.
Vahye bilerek karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata aykırı her türlü
eğitimci, devlet, aile, toplum düzeni- saptırır. Bu aşamada İslâm ancak bir
öğüt, bir tebliğdir, dileyen inanır, kurtulur, dileyen batağa sapar.
İslâm ümmeti insanları yaratılışlarındaki hayra eğilimli
taraflarını ortaya çıkarmak ve onları en yüksek ahlâka ulaştırmakla yükümlüdür.
İnsanlığın günah ve şirk bataklığından doğru yola çekilmesi, vicdanların ilâhı
saflığına dönüşü, takva ile en güzel olana uyulması için ilâhı, kutsal bir nur
yani İslâm'ın rehberliği şarttır.
-İnsanlar fert olarak nefislerinde olanı gözlerlerse veya
kainattaki her çeşit, sayısız nimetleri aklederlerse veya geçmiş ümmetlerin
başına gelenlerden ibret alabilirse hakikati idrak edebilirler.
Her insan, nefsine ve topluma karşı yaptıklarında bir
kötülük oluştuğunun farkındaysa vicdan azabı duyabiliyorsa onda bozulmamış bir
ahlâkı yapı vardır. "En güzel ahlâkı" tamamlamıştır, artık geçerli
olan onun ahlâkıdır.
Bütün yaratılmış varlıklar bu kâinatta Allah'ın değişmeyen
yasası (âdetullah)na göre yasamaktadırlar. İnsan bu kâinatta halife olarak
yaratılmış ve emaneti yerine getirmekle sorumlu tutulmuştur: Allah'ın "Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?" diye yaratılışta sorguladığı insan, Rabbine
şu sözü vermişti: "Evet, şahidiz."(el-A'râf, 7/132). Allah insanı
yaratmış, ona düzen ve ölçülü bir biçim vermiştir. Onu en güzel şekilde
yaratmış, doğruyu ve yanlışı göstermiş, insan da ya şükreder yahut inkâr eder
halde temkin edilmiştir. Bundan sonra dünya hayatında kendini arıtan, yüzünü
hanif olarak Allah'a çeviren, kendisini fatr edene ibadet eden kurtulacaktır
(bk. el-İnsân, 76/3; et-Tîn, 95/4; el-Beled, 50/10; en-Nisâ, 4/28; el-İsrâ,
17/51; el-Mülk, 67/3; el-İnfitâr, 82/7-8).
Yine Kur'an-ı Kerîm'deki kutsal bilgilendirme yolu, insanı
âfâk ve enfüsteki ayetleri düşünmeye, akletmeye çağırdığı gibi, insanın en çok
acz içindeyken, meselâ denizde bir gemide yol alırken aniden gelen bir
fırtınada deniz orasında acz içinde kalınca, bütün yalanlama, fitne ve fücûru,
ortak koştuklarını unutan insan, hemen Allah'a dua etmektedir. Bu, insanın
fıtraten Allah'ın bilincinde olduğuna bir delildir. Bu manevî hak duygusu her
ferdde mevcuttur ve İnsanı yoldan çıkaran, işlediklerini süslü göstererek onu
asi yapan şeytandır (Münâvî, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, V. 34; Elmalılı Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1978, VI, 3822).
Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, sâf, her şeyi alma
kabiliyeti ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Bundan sonra
ona Lailaheillallah öğretilmez ve fıtratın anlamıyla eğitilmezse ailesi onu
yahudi, hıristiyan, mecusi, vb. yollarda eğitir ve buna göre onda bir kişilik
yapısı gelişir. Halbuki Allah: "Yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine
çevir. Allah'ın sıfatlarında sebat et ki o insanları bu fıtrat üzerinde
yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur, fakat
insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm, 30/30) buyurmaktadır.
Buna göre bütün insanlar Allah'a inanmak ve ona kulluk
etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Yoksa Allah'ın öğütlerinden yüz çevirerek,
bağımsız davranarak, ayetleri yalanlayarak fıtrata aykırı düşüleceği gibi, bu
sebeple Allah'ın azabına da müstahak olurlar. Çünkü fıtratı bozmak, Allah'a
karşı gelmek demektir. Meselâ müşrikler, fıtrata uygun doğan hayvan'
yavrularının kulağını keserlerdi. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi.
Kâbe'de Allah'a ortak koştukları birçok putlar bulundururlardı. Fıtratı inkâr
etmek için kendilerine de vahiy indirilmesini veya peygamberlerin birer melek olması
gerektiğini ileri sürerlerdi. Onların helâk edilmeleri de bu yüzden oldu. Hiç
kimse Allah'ın insanı kul olarak yaratması kanununu değiştiremedi ve
değiştirmeye kalkanların azabla kuşatılması da bir kanun olarak uygulandı.
İslâm'a göre hayatın anlamı ancak fıtrata uygun yaşamaktır.
Yeryüzündeki gelmiş geçmiş hiçbir din ve ideoloji bunu sağlayamamıştır. Üstelik
lâik çağdaş düşünce sistemleri, vahye karşı "doğal-pozitif akıl
lâiklik" karşıtlığıyla oldukça, basit ve insan fıtratıyla uyum sağlamayan
bir şekilde insanın kurtuluşunu din dışı bir yola sokmak istemişlerdir. Ancak
insanın fıtratı her şeye rağmen, her türlü muhteşem teknik gelişmelere, maddi
ilerlemelere rağmen tabiatı gereği gerçek mutluluğu bulamamakta, büyük bir
manevî boşluğa düşmektedir. Bu boşluk Allah'ın sınırlarını aşmak ve nefsine
zulmetmektir (et-Talâk, 65/1). Bu boşluğu çeşitli dinler doldurmak istemekte
ancak hepsi de fıtrata aykırı muharref ve ilkel teklifler getirdikleri için
insanlar İslâm'dan başka kurtuluş olmadığını anlamaktadırlar. Çünkü:
"Kalpler ancak Allah'ı sanmakla huzur bulur" (er-Ra'd, 1 3/28).
Fıtratı çevre etkenlerine karşı özümseyememiş kişilere ve toplumu bütünleştirmek adına nasıl bir tavır sergilemeliyiz?
“İnsan ihsanın kuludur.”
Güneşiyle gözümüze, havasıyla ciğerlerimize, sesler âlemiyle
kulağımıza, hikmetleriyle aklımıza ve ruhumuza ihsanlarını yağdıran Allah’a kul
olmak fıtratın gereğidir.
Bu fıtrat, kalp kazanmanın en önemli bir şifresi, en tesirli
bir reçetesidir.
İnsanların kalbine fıtratın ne olduğunu ve güzelliğini mi
nakşetmek istiyoruz? Öncelikle onlara, bir güler yüzle olsun, ihsanlarda bulunalım.
“Zorbalık, sertlik, kabalık ve tahakküm”, fıtratın
reddettiği, nefsin ise en çok hoşlandığı zararlı hallerdir. Bunlarla birisini
korkutabilir ve emrimizde çalıştırabilir; ama kalbini asla kazanamaz, muhabbet
ve hürmetini asla celp edemeyiz.
“Resulün vazifesi
ancak apaçık tebliğdir.” (Nur Sûresi, 24/54)
“… Biz seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen onların
üzerine bir vekil de değilsin.” (En’âm Sûresi, 6/107)
Bu ayetlerin muhatapları hep Allah’ın kulları... Onların
bedenlerini bütün bir kâinattan süzen O...
Ruhlarını yaratıp bedenlerine sultan yapan da yine O... Ve konuşan,
Allah Resulü (asv)…
Buna rağmen, Allah, dünya imtihanının bir gereği olarak,
kullarını “inanıp inanmamakta” ve “kendisine itaat veya isyan etmekte” serbest
bırakmış. Bir kul, dilerse hayır işleyebiliyor, dilerse şer.
Bizim, fıtratı nakşetmeye çalıştığımız kişiler üzerindeki
hakkımız ve hâkimiyetimiz, İlâhî hukuk ve hâkimiyet yanında sözü edilmeyecek
kadar basit, sathî ve zayıf kalıyor. Buna rağmen, tahakküm ve zorlama yoluna
gidiyorsak, “fıtrata zıt hareket ediyoruz” demektir.
İnsanları yaratan ve fıtratlarını öylece tanzim eden Allah,
bütün peygamberlerine, sadece tebliğde
bulunmalarını, zor kullanma yoluna gitmemelerini tavsiye ederken, bizim
haddimizi bu derece aşmamız fıtrata zıt düşüyor. Bunun içindir ki, müessir olamıyoruz, ve nakşetmek istediğimiz güzelliği kalbe işleyemiyoruz. Her konuda ölçülü olmamız gerektiği gibi bu konuda da ölçülü bir yaklaşım içerisinde olmalıyız.
|Asfa Akmer
Kaynakça:
https://sorularlaislamiyet.com
kutubusitte/hadisler