30 Mayıs 2020 Cumartesi

İçimizdeki İnciler -5- KALBE DÖNÜŞ


Allah'ın merhameti üzerimize olsun.
Bu duanın tesirine daha fazla ihtiyaç duyduğumuz zamanlardan geçiyoruz.
Niyetim menfi şeyler yazıp içinizi karartmak değil. Bilakis içimize dönmek için bir vakit var.
Belki de bu vakit, hep ihmalimize kurban giden, çığlıklarına dahi alıştığımız kalbimizin olmalı.
Vakit kalbimize dönme vakti…

Şu çağın insanları olarak ortak yazgımız yorgun olmak. Ruhumuzun her zerresiyle yorgunuz.
Haliyle bu denli yorgun ruhların çağın hızını yakalamakla meşgul olan bedenlerimize yetişmesi pek kolay olmuyor. Ruhların geride kalması ve yorgun olması bize yeterince pahalıya patlıyor zannımca. Çünkü ruha yeteri kadar önem verilmeyince o da manevi gıdasını alamadığı için bu eksikliğin yeri kolay doldurulabilir cinsten olmuyor.

Ya gönüller, onlar da hep kırgın ve incinmiş değiller mi? İncindiğimiz ve incinmesine sebebiyet verdiğimiz  insanlarla kalbimize yeni bir taş ekleniyor ve insan insanın gönlüne yük oluyor.
Peki nedir bunun sebebi? Bunca insan aynı şeylerden muzdaripse nedir çaresi?
Ya da bu yazgı, söylenmekten öteye geçemedi mi? Herkesin dilinde aynı şey fakat biz çoktan kabullenmiş bir şekilde yolumuza devam ediyor gibiyiz. Kimse, kimse tarafından hakiki anlamda anlaşılmadığından yakınırken birilerinin bu kısır döngüden bizi çıkarmasını mı bekliyoruz yoksa? Neden beklemek yerine kendimiz bu döngüyü kırmıyoruz? Kalabalıklar içindeyiz fakat bir yandan da üç maymunu oynuyoruz. Kendimiz dışındaki her şeye karşı duyarımızı yitirmişiz. Kimin ne yaşadığı pek de umrumuzda değil gibi. Birbirimizi adeta yalnızlığa terk ediyoruz bu koca kalabalık içinde. Dolayısıyla insan yalnız kalmanın hazzına varamadan yalnızlık çekiyor. Ve tabi en büyük imtihanı yaşayan yine biziz(!). Diğerinin derdi de dert mi Allah aşkına! Birbirimizi ittiğimiz yalnızlık, anlaşılan bizi bencil kimliklere büründürmüş. Ruhlarımızı köreltmiş.

Belki de kurtulmamız gereken kendimize uzak gördüğümüz ölümün bizi sürüklediği  gaflettir. Yaşadığımız olağanüstü durumlarda biraz daha hatırladık sanki ölümü, hesabı ve ahireti.
Kalplerimiz de bir nebze nefes aldı hakikatin sesini bizlere duyurabildiği için.
Ruhlarımız mı? Onlar da bedenlerimizin yetişmeye çalıştığı çağın hızı ciddi bir ivme kaybedince yorgunluğunu atıp soluklanabildi. Her halimize hamdusenalar olsun.

"(Ey insan!) Sana gelen her iyilik Allah’tandır. (Yine) başına gelen her kötülük ise kendi nefsindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir resûl olarak gönderdik. (Buna) hakkıyla şahit olarak Allah yeter."
(Nisa suresi 79.ayet)

/Katre-Misal

26 Mayıs 2020 Salı

Hayatın İçinden Görgü ve Nezaket -1- AİLE İÇİNDE


"İnsanız... Bir sosyal çevre ve ilişkiler yumağı içinde yaşıyoruz. Bu çevre içinde huzur ve güveni oluşturabilmek, yaşantımızı bir düzene oturtabilmek, bize hediye ve emanet edilmiş dünya üzerinde insana yakışır bir medeniyet ortaya koyabilmek için ilişkilerimizi değerler örgüsü içinde yürütmemiz gerekiyor. Ne var ki, ilişkilerimizi düzenleyen bu değerler örgüsü, her zaman yazılı metinlerden oluşmuyor. Bu değerlerin bir bölümünü de yazılı olmayan görgü ve nezaket kuralları oluşturuyor." 
der Abdulfettah Ebu Gudde.

İslamın büyüğü küçüğü erkeği kadını yani herkesi kuşatan ve hayatın bütün alanlarını ilgilendiren birçok âdâb ve nezaket kuralı vardır.

İslamın görgü ve nezakete dair kurallarını uygulama noktasında kadın ve erkek aynı anda sorumludur. Çünkü onlar, İslam toplumunu ancak ve ancak birlikte oluşturabilirler. İslam dini de, kadın ve erkeğin uygulamalarıyla hayat bulur ve dışarıya sunulur.

İslam, imana ermiş kişinin olgunlaşması ve insanlar arasındaki sosyal bir düzen ve uyumun sağlanması için bu görgü kurallarına uyulmasını istemiş ve insanları bu konuda özendirmiştir.

Hiç şüphesiz bu kurallar, insan yaşantısının ışıltı ve güzelliğini arttırmakta, onu toplumun sevilen sayılan bir bireyi haline getirmektedir.

Nezaket ve görgü kuralları, İslam dininin özünün ve hedeflerinin gerçekleşmesi için yerine getirilmesi zorunlu olan pratiklerdir.

İmam Karâfî, el-Furûk adlı kitabında şu ifadeyi kullanmaktadır: "Bilmelisin ki, az bir kibarlık pek çok isten daha üstündür."¹

Aile içinde görgü ve nezaket kuralları:

1) Kapıyı yavaşça açıp kapatmak

Hz. Aişe annemiz şöyle anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v): 'Kuşkusuz kibarlık ve yumuşaklık, bulunduğu şeyi güzelleştirir. Bir şeyden kibarlık ve yumuşaklık alındığı zaman da, onu çirkinleştirir.'¹ buyururdu."

2)Eve giriş ve çıkışlarda selam vermek

Ebû Hureyre (r.a.) şöyle anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v):  'Bir topluluğun yanına girerken selâm verin! Oradan ayrılmak istediğinizde de selâm verin! Zira gelirken verilen selâm, ayrılırken verilen selâmdan daha üstün değildir.'³ buyurmuştur." 

3)Eve geldiğini içeridekilere hissettirmek

İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: "Kişinin, evine girdiği zaman öksürmesi veya ayakkabılarıyla yere vurarak ses çıkartması güzel bir davranıştır."

4)Bir mekana girerken izin almak

Abdullah b. Mesud'un hanımı Zeynep (r.a): " Abdullah, bir ihtiyacından dolayı çıkıp, geri döndüğünde bizi uygunsuz bir halde görmemek için kapının önünde, öksürürdü." der.

5)Kapıda olduğunu kibarca haber vermek

Bir kardeşinin, arkadaşının, tanıdığının veya herhangi bir insanın kapısını çaldığın zaman buna kapıda birinin bulunduğunu hissettirmeye yetecek kadar hafifçe yap! Kaba ve kötü insanların yaptığı gibi, kapıyı kırarcasına ve korkuya yol açacak şekilde sert ve hızlı yapma! Bazı sahabiler vardı ki; Hz Peygamberin (s.a.v) kapısını tırnaklarıyla çalıyorlardı. Buhari el edebü'l müfred adlı kitabında onların bu ahlakından örnekler sunmuştur.

6)"Kim o?" diye sorulduğunda kendini tanıtmak

Kapıyı çalıp içeriden "Kim o?" sorusunu duyduğunda, seni tam olarak tanıtan açık ismini söyle! 
"Biri!" veya "Ben!" vs. deme! Çünkü bu sözler, kapıyı açacak kişi için kapıyı çalanın kimliği hakkında bir anlam ifade etmez. Bu nedenle sahabi "Kim o?" diye sorulduğunda adını söylüyordu.
Buhari ve Müslim, Ebû Zer'den rivayet ediyorlar: "Bir gece evden çıktım. Baktım ki Hz. Peygamber (s.a.v) tek başına yürümekte. Ay ışığında, ben de peşine takıldım, ardı sıra yürümeye başladım. Derken beni fark etti de "Kim o?" dedi. Ben de "Ebû Zer!" diye cevap verdim."


Kaynak:

¹el-Furûk, c.3, s.96; c.4, s.272
²Müslim
³Tirmizi

/Asfa Akmer

23 Mayıs 2020 Cumartesi

İçimizdeki İnciler -4- HOŞÇA BAK ZATINA

Uzun bir aradan sonra yeniden açtım defterimin kapağını,
elime aldım kalemimi. Ne hoştur ki bu güzel vakte yağmur eşlik ediyor,
sağanak sağanak rahmet yağıyor. Melekler teker teker indiriyor yağmur
damlalarını. Damlaların toprakla buluşmasıyla mükemmel
bir koku yayılıyor etrafa. Ne hoş bir tefekkür zamanı…
Neden bu kadar uzattım arayı bilir misin Sevgili Defterim?
O kadar çok şey yaşandı ki, kaç defa kalemi elime almaya
niyetlendiysem yazacaklarımdan korktum.
Acıları tazelemekten korktum. Ama bugün niyet ettim
ve başlıyorum içimi dökmeye.                                                                                 
Çünkü biliyorum ki yazmak iyi gelecek ruhuma.
Rabbimin ilk gönderdiği ayeti ‘OKU’ olan Alak suresinde sonrasında
hangi ayet gelir bilir misin? ‘O, kalemle yazmayı öğretendir’.
Biz sadece ‘oku’ ayetine odaklandık ve
‘yazma’ mevzusunu ihmal ettik aslında. 
Ramazanın son gününden yazıyorum,sabah namazı vakti sonrası…
Kuşlar cıvıl cıvıl ötüyor dışarıda. Son oruca niyetimizi ettik,
ne kadar çabuk geçti anlamadık,
‘Elveda Ya Şehr-i Ramazan’ derken içimiz sızlıyor.
Acaba seneye yine erişebilecek miyiz rahmet ayına?
Bu ayı geride bıraktığımız gibi birçok acı tatlı günlerimizi de
geride bırakmış olduk. En son ocak ayında yazmıştım,
koca 4 ay, su gibi geçip gitmiş. Bize neler getireceğinden
habersizdik, bilmiyorduk, bilemezdik. Bilseydik bazı şeyleri
ertelemez gerçekleştirirdik. Ne çok şey erteledik değil mi bu zamana kadar?
Kendimden örnek verecek olursam: Hep şu sınav bitsin,
şu staj bitsin şunları yapacağım dedim. Planlar yaptım, durdum.
Oysaki unuttum/unuttuk, plan üstünde plan vardı.
Sezai KARAKOÇ’un dediği gibi: 
‘Sakın kader deme kaderin üstünde kader vardır,
Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır’
Bir dahiliye furyası tutturmuş gidiyordum, elbette zor bir staj.
Hele bir de çevrenin de etkisiyle daha staja başlamadan stresi
sarmıştı tüm bedenimi. İşte ilk darbeyi bu düşünceler içindeyken aldım,
henüz 2020 dünya felaketleri başlamamıştı. Dahiliye stajına başlayalı
birkaç hafta olmuştu. Hastanede olduğum bir zaman diliminde
öğle arası telefonum çaldı. Ardı ardına...
Yakınlarım aradı, fazla bir şey demeden kapattılar.
İçime bir kuşku düştü, acep kötü bir şey mi oldu diye.
Birkaç saat sonra gördüğüm mesaj beni şok etti.
Hastane koridorunda sanki zaman durmuştu, sesler kesilmişti: "Başın sağolsun…"
Bir olayı öğrenmeden neticesini öğrenmiş olmak… Şok etkisi oluşturuyormuş.
Hemen aile grubuna girdim, mesajı kaç kere okudum,
kaç kere tekrarladım bilmiyorum. İnanamadım.
Annemi, babamı, abimi aradım. Hiçbiri açmadı.
Neden sonra babam açtı, benim sorum şu oldu:
"Baba mesaj doğru mu?" Aldığım cevap ise titrek bir sesle "Evet kızım." oldu.
Herkesin olayları karşılama şekli farklı farklıdır.
Ben genelde duygularını içinde yaşayanlardanım.
Aldığım haber ruhumu yıktı geçti sanki.
Evet, gencecik hafız kuzenim vefat etmişti.
Hem de hiç beklenmedik bir şekilde...
Varın siz düşünün geride bıraktıklarını, annesini, babasını…
Tam olarak sessiz bir yaşam sürdü ve sessizce terk etti bu diyarları.
Rabbim Cennetinde en güzel köşklerinde ağırlasın.
İşte ölüm geliyorum demiyor, yaşlıyı da genci de alıp götürüyor.
Geride ise gözyaşları ve hatıralar kalıyor.
Her an hazırlıklı olmalıyız ölüme, yapacaklarımızı ertelemeden,
heybemiz dolu gitmeliyiz ahirete. 
İşte 2020 benim için böyle başladı.
Bu kaybın ardından ardı arkası kesilmeyen haberler aldık.
Yakınlarımın geçirdiği trafik kazaları, hastalıklar… 
Vefat haberini sindiremeden acı üstüne acı…
İşte bu olayların ardından belki de en güzel tesellilerden
birini paylaşma istiyorum. Bir arkadaşım yaşadıklarımızı
Peygamberimizin Hüzün Yılına benzetmişti.
Hüzün yılı ardından Miraça yükselmesi misali… Ne kadar hoş bir örnek değil mi? 
Ben bu olayları yaşarken tüm dünyayı etkisi altına alan afetler yaşanmaya başladı.
Bir de virüs geldi. Okullar tatil edildi, camiler kapatıldı…
Sanki bir kabus içindeydik ve uyanınca her şey düzelecekti.
Ama ne yazık ki hala uyanamadık. Şu var ki, elhamdülillah Müslümanız!
Tüm olanları bir Hacer teslimiyetiyle Hz. Eyub as sabrıyla karşılamalıyız.
Yaşadıklarımız Rabbimizin izni dahilinde oluyor.
Ve biliyoruz ki Rabbimiz ne zaman uygun görürse o zaman felâha kavuşacak dünya.
Evlere mecburi çekilmelerimizi de hayrımıza çevirmek bizim elimizde.
İnşallah bu mekanları İslam Mektebine çevirebiliriz.
İçlerinden Musabların, Selahaddin Eyyubilerin çıkmasına vesile oluruz. 
Belki de bu yazıyı yazmama vesile olan dün aldığım yine acı bir haberdir.
Bir arkadaşımızın annesini genç yaşında kaybetmesi… Ansızın vefatı…
Çok yakından tanımasam da kendisini, ‘anne’ kavramının
ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz aslında.
Doğan Cüceloğlu'nun dediği gibi ‘Annen yok, kimsen yok.’ cümlesi belki de her şeyi özetliyor.
Belki farkında değiliz annelerimizin değerinin. Onlar hayattayken fark edelim değerlerini.
Rabbim arkadaşımıza ve ailesine sabr-ı cemil ihsan etsin.
‘’Şüphesiz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz’’ (Bakara-156) ayeti
bir nebze de olsa içimizi ferahlatıyor.
İçinizi kararttıysam affedin.
‘Ümitvar olunuz; her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.’
Bu günler de geçecek, vuslâtımız yakındır inşallah.
Evet, yarın bayram. Tuttuğumuz oruçların,
kıldığımız namazların, yaptığımız ibadetlerin bir ödülü adeta…
İnşallah gerçekten kurtuluşa erenlerden olmuşuzdur.

Biraz da eskileri yâd edelim ne dersiniz?
Ne güzel günlerdi çocuk olduğumuz zamanlar…
Bayramdan önceki gece asardık dolaba yeni bayramlıklarımızı,
kalbimiz pır pır atardı. Heyecandan uyuyamazdık.
Hayalini kurardık giyeceğimiz elbisenin, takacağımız tokanın.
Ve bayram sabahı...
Erkenden kalkardık. Hazırlanır giderdik aile büyüklerimizin yanına.
Öperdik ellerini alırdık harçlıkları.Gezerdik komşu komşu toplardık şekerleri.
Kimin daha çok diye yarışırdık.
Büyüdük... Oyunlarımız, yarışlarımız, heyecanlarımız değişti.
Ve bu bayram bir yanımız hüzünlü de olsa, gidemesek de büyüklerimizin yanına...
Arayalım, gönüllerini hoş edelim, hâyır dualarını alalım.
Giyelim güzel kıyafetlerimizi, hoş sofralar kuralım, muhabbetler edelim.
Birbirimizin değerini, kıymetini anlayalım.
Hoş sâdâlar bırakalım gönüllerde.
Çünkü hayatın bir yolculuk olduğunu biliyoruz, gitmek için geldik bu dünyaya.                                               
Şu 2 mısra ile noktalıyorum:


“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
    Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”    
-ŞEYH GALİP


Bayramımız Mübarek olsun, Allah'a emanet olun.

/Zümrüd-ü Anka Kuşu

16 Mayıs 2020 Cumartesi

ANNELİK SANATI -2- Lohusalık Dönemi


Güzel hanımlara, emanetlerine en iyi şekilde bakmaya çaba sarf eden, o yetenekli hanımlara selam olsun. ‌
Serinin ilk yazısı bir hap niteliği taşımıştı. Bu yazımızın lohusalık ve bu durumun getirmiş olduğu problemleri, depresyon ile geçirilen krizleri kapsamasını ümit ediyorum. (Bu karmaşık durumu daha bir çok kelime ile ifade edebileceğinizden eminim.) Konuya giriş yapmadan önce şunu bilin istiyorum, benim de bir oğlum var ve inanın yazdığım şeylerin neredeyse hepsini yaşadım. Bu bana büyük yıkımlar, problemler, ağlamalı sabahlara mal olmuş olsa da elhamdülillah şuan iyiyim. Oğluma elimden gelen en güzel şekilde bakmaya çabalıyorum.

Unutmamamız gereken en önemli şey ise o emanet... Biz de  emanetçiyiz. Çünkü doğum gibi bir mucizeye şahitlik ederken bizlere yeni bir "can" emanet edilir. Bu durum aslında ne kadar acı vermiş ve yorgunluğu beraberinde getirmiş olsa da sonrasındaki duygu dolu anlar, kokusunu içine çektiğiniz o dakikalar, hem sizin hem de o minik misafiriniz için ilk, tatlı, huzurlu ve paha biçilemez anlarını barındırır.

Hastane serüveninden sonra her şey yolunda ise sizi bi kaç ay sürecek olan yorgunluk, yoğunluk ve alışma süreci bekler. İnsanlar lohusalık dönemini annenin dinlenmesi olarak nitelendirmiş olsa da bu dönem aslında anne ile bebeğinin birbirine alışma evresidir. Tabi bu evrede aslında siz lohusa hanımların stresten uzak olması gerekirken, hiç duymadığı şeyleri işitir, hiç problem yaşamadığınız kişilerle dahi sıkıntı içine girebilirsiniz. Hatta verdiğiniz tepkilerle ve davranışlarınızla kalp bile kırabilirsiniz. Tabi ki kalp kırmak en son isteyeceğimiz şey, bu yüzden mümkün olduğunca sakin kalıp karşımızdaki insanlara en güzel şekilde tavrımızı koymamız gerekir. Çünkü unutulmamalıdır ki kalp kırmak yetmiş defa Kabe'yi yıkmak demektir. Bu sorunları kolayca aşıp o küçük yavrucağa odaklanmaya özen gösterin. Emin olun ki o minik insanın dünya üzerinde en çok size ihtiyacı var.

Şimdi sizlere genelde ne duyabileceğinizi, nasıl cevap verebileceğinizi anlatarak bir kaç küçük tavsiye sunmak istiyorum.

‌NOT: HER ŞEYDEN ÖNCE STRESTEN UZAK DURUN. BU SİZİN VE BEBEĞİNİZİN SAĞLIKLI OLUP RAHAT BÜYÜMESİ İÇİN  YAPACAĞINIZ EN ÖNEMLİ İYİLİKLERDEN OLSUN.

‌1. soru(n): Sütün mü yok? Sütü yetmiyor galiba vah vah...

‌Sizin cevabınız: Doktor ile görüştük, sütümün yeterli olduğunu ve bebeğin gelişiminin iyi olduğunu söylediler.

Bitti! Hepsi bu kadar. Bu cümleyi kurabilmeniz bile emin olun ki, sizi soruyu soranlardan biraz da olsa uzak tutacaktır. Neden mi? Çünkü bu soru piyango sorudur. Kesinlikle duyarsınız. Halbuki doğum sonrası sütten dolayı memeler taşlaşmıştır, hatta gergin olmasından dolayı çocuklar emmekte güçlük çeker. Size bir pompa ile sütünüzü sağmanız gerektiğini ise çoğu kişi söylemez. Sadece kırılabileğinizi düşünemeden sütun yok mu diye sorarlar. Halbuki bu dönemde anne için meme pompası çok iyi bir rahatlama aracıdır. Tatlı sözler söylemek yada eşinize, onun desteğine ihtiyacınız olduğunu dile getirmek, bebeğinize sarılmak bile stresten sizi uzaklaştırabilen harika moral kaynaklarıdır.

Bununla birlikte sütünüz artsın diye: 'Şunu ye! Bunu ye!' diyen insanlar da olur. Halbuki tecrübeyle sabittir: En güzel sütü, bol su içen ve stressiz anne yapar. Unutmayın süt sadece bir beslenme aracı değildir. Çocuklar ilk 4-5 dakikada doymak  için, geriye kalan süre de ise sizinle duygu alışverişi yapmak için emerler.

Size bol su içmenin haricinde işe yarar bir liste sunmak istiyorum. Hem kendi Çocuk Uzmanımın tavsiyesidir hem de bizzat uygulayıp fayda gördüğüm tekniklerdir. Kocakarı teknikleri :)

‌-Gaz probleminizi en aza indirmek istiyor iseniz yazın doğum yapmış olsanız bile çorap giyin ve buna ilk 3 ay çok dikkat edin.

- Maden suları dahil gazlı içecekler içmeyin.

-Çok tuzlu, acı yemeyin. Ben yedim ve inanın sabaha kadar ne sütümü emdi ne de uyudu. Tabi açlıktan ağlayıp durdu.

-İlk on gün üzüm pekmezi muhakkak yenmeli. Hem çok güzel süt yapar hem de çocuğunuzun sarılık geçirme riskini azaltır.

-Beyaz (tatlı) soğan yiyin.

-Her gün kendinize ilk kalktığınızda kimyon, rezene, anason çayı yapın ve tüketin. Kimyon gazı için, rezene hem gazı için hem süt arttırmak için, anason gaz sancıları için çok güzeldir. Hatta kimyon yağı alın, günde 2-3 kere bebeğinizin topuğuna sürün ve çorap giydirin. Çok rahatlatan bir uygulamadır.


2. soru: Aaaa... Bakar mısın şu çocuğun yüzüne! Sarılık mı oldu acaba?

Sizin cevabınız: Bebeklerde fizyolojik sarılık olur. İyi beslenemeyen bebeklerde hastalık anlamında sarılık olur. Doktorumuz iyi beslendiğini söyledi, yani bu kendiliğinden geçecek olan bi sarılık inşallah.

Belki bir anne hassasiyetiyle yaklaşıp çocuğumuzu önemsediğini düşünerek bunu sorsalar da, anneyi üzen bir sorudur. Sarılık kelimesini defalarca ben de işittim. Hem de en yakınlarımdan... :(
Doktor hiçbir sorun olmadığını söylemiş olmasına rağmen ısrarla sorulmuştur. Öğün niyetine bu soruyu yemişimdir. Kahvaltıda, öğlen yemeğinde, akşam çay içerken... 'Allah'ım sabır ver. ' diye diye tam dört gün geçirmiştim. Sonunda eşim devreye girip, durumu yakınlarımıza izah etmişti.

Beslenmesi adına lütfen şu bilgileri de unutmayın. Normalde ilk on gün çocuğu, vaktinin çoğunu uyuyarak geçirir. Çünkü Yaradan büyüme hormonunu uykudayken en iyi salgılanacak şekilde yaratmış. Size düşen çocuğunuzu 2 ay boyunca 2-3 saatte bir uyandırıp emzirmek. İkinci aydan sonra bu saat aralığı 3-4 saati bulabilir. Zaten yenidoğan bir bebek en fazla 2 saat uyuyabildiği için sık sık uyanıp süt emmek isteyecektir. Bu hem aranızdaki bağı kuvvetlendirmek için hem de onun gelişimini hızlandırmak için gerekli olan bir yoldur. Ne kadar çok ve güzel emer ise yani doyarsa çocuğun hastalık boyutunda sarılık olma riski o kadar azalır. Siz de su içip, pekmez yemeyi ihmal etmeyin yeter ki.

3. soru: Bıraksan ya, bir köşede kalsın? Her ağladığında eline alma! Bu defa sürekli kucak ister.
Sizin cevabınız: Sonuçta ben onun annesiyim. Sürekli kucak isteyebilir. Bu benim için problem değil.

Bu nasıl bir eşref-i mahlukat büyütme ahlakıdır? Sorarım size. Madem ağladığında onun yanında olmayıp saramayacaksam neden onca sıkıntıya katlanıp aylarca sağlıklı gelmesi için dua ettim? Yavrumu koklayıp sakinleştiremeyeceksem neden o bana emanet edildi? Bunlar dile gelince ses çıkmıyor değil mi? Bunları anımsadıktan sonra artık karşıdaki her ne diyor ise boş verin. Ona sarılın. O sizin en kıymetliniz. O size verilmiş en güzel hediye. Cenab-ı Hak seni bu dönemde namazdan dahi muaf tutmuş. Düşünsenize... Namaz dinin direğidir. Ama dinimiz sanki şöyle sesleniyor biz annelere: "Sana gönderdiğim emanet çok kıymetli. Onu sırf birileri istiyor diye, temizlik uğruna, ya da farklı bir amaç uğruna ihmal etme. Çünkü farz olan namazdan bile sen muafsın. Bunu emanetine daha iyi alışmak ve bakmak için kullan."

Bu ne demek farkında mıyız? Saçma bir mantığa dayanarak hiç kimse bebeğini ağlatamaz, ağlarken 'alışsın' diye kendi haline bırakamaz. Kokuna alışsın diye kendinden uzak tutamaz. Hem zaten bebeğin ağlatılmamasında bile çok hikmetler vardır. Rahmet Peygamberi Resullah (sav) imamlık yaparken bile, çocuğun ağlama sesinden dolayı yavaş kılınan namazı daha hızlı kılarak bitirmiştir. Varın siz düşünün artık. Sizdeki can nasıl kıymetli.

Demem o ki, gece bile sizi her uyandırdığında da yetmiş tane köleyi azad etmiş kadar sevap yazılmasına vesile olan bu yavrucak nasıl ağlatılır? Nasıl umursanmaz? Şu an bu satırları okuyan güzel insan, iyi düşün, umutlu düşün. Çünkü bu emaneti yetiştirmek sana ve eşine vazife kılındı. Zırhını giy üstüne ve sana emanet edilmiş tatlılığa git bir bak. Uyanık ise onu öp. Çünkü hiç kimse doğacağı aileyi, ülkeyi, anne ve babasını seçemez. O size bir hediye olarak geldi. Kıymetini bilip o şekilde hayatınızı devam ettirmenizi  önemle rica ediyorum. Kendinizi ve çocuğunuzu sevin. Çünkü bunu sizden daha iyi hiç kimse yapamayacaktır.

Sevgi ile dua ile kalın.
Allah'a emanet olun.

/Hüma Asaf

11 Mayıs 2020 Pazartesi

İçimizdeki İnciler -3- YOL



Selamun aleykum Hekimelik Yolu Okurları:

Yolcuların yolcusu yine aldı kalemi eline.
Bugün yazacağım yazıyı başta kendime ithaf olarak
Sonra sizlerin istifadesi için yazıyorum.
Madem burası bir yol ve bizler yolcuyuz,
Madem bu yollardan geçip gideceğiz
Yolumuzu çizelim öyleyse.
Yola çıkmak,
Yolda olmak ancak öyle güzelleşir çünkü.
Bazen hayat avuçlarımdan kum misali akıp giderken sorarım kendime:
"Nereye gidiyorum?"
Yola çıkmak, yolda yürümek,
Bazen yolda kalmak en çok yolun belliyse,
Yolun sonunda bir aydınlık varsa,
Yolun sonunu tahayyül edebileceksek anlamlı oluyor.
Milyarlarca yolcu geçip gitmiş şu dünya denen misafirhaneden.
Kimi yolun güzeline yürümüş,
Kimileri bataklıklarda sürünmüş.
Bazı yollar sümbül kokulu olmuş
Bazı yollar dikenli tel olmuş.
O halde mesele sadece yolcu olmak değilmiş.
Minik kum tanelerini durdurmak imkansız,
Öyleyse yürüyeceğimiz yolu seçelim.
Rabbim yoluna çevirelim pusulaları.
O gül kokan zatların yürüdüğü yollarda adım atabilmeye heveslenelim.
Öylece hatıralara karışmış bir yolcu olmayalım.
Bu yolu yürümeye niyet edelim.
Kendimizi örelim.
Bizden sonrakileri örelim tuğla tuğla.
Bu yolda başımıza gelecekleri mükafat bilelim.
Zorluğu imtihan kabul edelim.
Besmele getirip atıverelim ilk adımı.
Ümmetin yolunu yol belleyelim o halde.
Haydi BİSMİLLAHİRRAHMANIRRAHİM
Öyle ya,
Yol Açık, Yola Çık.
/Alem-i Batın


6 Mayıs 2020 Çarşamba

İçimizdeki İnciler -2- VAKİTLE SÜKUNET



İnsan ki huzuru arar. Huzur kalbin yitik anahtarı gibidir, ve bulunduğunda; kalbin perdelerini araladığında, her şey ilahi bir şekilde ışıldar.

Ben, huzuru zamanda bulurum. Nasıl ki güneş doğar, huzur kalbime doğar; gün tamamlandığında güneş batarken, huzur tüm hücrelerime yayılır. Bu iki vakit bilmem niçin huzur verir? Kuşların süzülüşleri, kaygısız ötüşleri ve teslimiyetle rızık aramaya çıkıp, karnı tok yuvalarına dönmeleri midir kaynağı? Yoksa kısmen aydınlanan yapraklar, toprak, dağ ve taşın varlığının verdiği, her şey normal güvencesinden mi? Belki her ikisi de. Yalnız bildiğim şey, o anlarda aldığım nefesin, gördüğüm dünyanın farklı olduğudur. Rabbimin verdiği nimetlere daha yakın hissettiğimdir. Hamd olsun.

Her iki vakitin farz namazları var bildiğimiz üzere, bu namazların faziletleri Peygamberimiz (s.a.v.)tarafından çokça açıklanmıştır. Ebu Hureyre naklediyor:

Rasulullah:"Gece ve gündüz melekleri, nöbetle yanınıza gidip gelirler. Sabah ve ikindi namazlarında toplanıp yer değiştirirler. Sonra geceyi yanınızda geçiren melekler Allah'ın huzuruna çıkarlar. Allah tealâ bildiği hâlde meleklere sorar:"Kullarımı ne hâlde bıraktınız?" der. (Melekler de) " Yanlarından namaz kılarken ayrıldık, yanlarına geldiğimizde namaz kılarken bulduk." cevabını verirler." buyurdu. (Buhâri Mevakit 16, Müslim Mesacid 210)

Namazın huzur kaynağı olduğu kaçınılmazdır. Fakat bu anların diğerlerinden farklı olmasının sebebi belki de meleklerin yer değiştirmesi ve şahitliklerindendir, sevgili okur.

Pekii, bu huzur zamanının yansıması için ne demeli? Kalbimize açılan bir eylemi tetikler; tefekkürü... Her zerremize işleyen şükür ve sorgulama anını... Neredeyim, kimim, ne için buradayım, yaptığım her bir faaliyetin anlamı, amacı nedir? Ve Allahu Teala'nın Kur'an-ı Kerim'de sorduğu gibi, "فَاَيْنَ تَذْهَبُونَۜ ": "Bu gidiş nereye?"(Tekvir Sûresi 26. Ayet)

Gidişimiz umarız ki, O'nadır. Her zaman doğruyu yapmak zor olabilir fakat her zaman kendini ve amacını sorgulamak şarttır. Bir amaç uğruna olmadıktan sonra ne anlamı vardır yaşamanın? Nasıl anlamlanır sabah vakti, ikindi vakti? Maksadımız Allah, amacımız O'nun rızası olmalıdır. Rabbim bildiğimiz bu gerçekle yaşamayı, amel etmeyi nasip etsin. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere...

/Verâ

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...