(Tahmini Okuma Süresi: 2 dakika 55 saniye :)
Bugün aylardan mart ve yine bahar…
Eminim çoğumuzda baharın gelişinin mutluluğu ve heyecanı vardır, bende de öyle. Kötü zamanlar, kötü olayları geride bırakıp bahara giriyoruz yine ve yeniden.
Baharın gelişini çoğumuz ağaçların çiçeklenmesinden anlarız. Ama ben daha çocukken bizim köyde baharın gelişini karların erimesinden ve toprağın o saf güzelliğinin ortaya çıkmasından anlardım ve heyecanla o anı beklerdim. Tabi köy ortamında kış çok sert ve bol kar yağışlı geçerdi, diz boyu kar tutardı her yeri. Böyle olunca da toprağın ilk ortaya çıkışı, o kahverenginin görünmesi ve karın altında hafif yeşillenen yerlerin, adeta gülüyormuş gibi, ortaya çıkışı beni umutlandırırdı. Her gün ortaya çıkan yeşilliğin miktarını ölçerdim; bugün ne kadar bahar gelmiş diye. Çocuk aklı işte…
Yerler yeşillenecek ve nihayet papatyalar açacaktı. Hem de öyle böyle değil cömertçe açacaktı ne olursa olsun ve ben bunu biliyordum, inanıyordum. Hele bizim evin altındaki tarla bembeyaz olurdu baharda. Benim küçücük yüreğimde o kadar büyük bir sevgi uyandırırdı ki tüm benliğimle onun güzelliğine hayran kalırdım. Sanırım saf sevginin tarifini yap deseler bu derdim; içinde tek bir kötülük belirtisi olmayan, bembeyaz bir sayfa gibi görünürdü o papatya tarlası.
Çocukluğumun en güzel hatırlarından biridir papatyaların açılış zamanları. Allah’ ın o sonsuz sevgisinin tecellisini bulurdum papatyalarda. Baharın gelişiyle açar ve hep öyle kalırdı hiç solmadan, değişmeden. Sırf bu yüzden en kuvvetli ve dirençli çiçek gibi gelirdi bana papatya. Sanki ona ne olursa olsun, hayvanlar ezse de, kırılsa yere yatsa da tekrar kalkar dikleşirdi ertesi gün ve o güzelliğiyle ‘günaydın’ derdi yeni güne. Sanki köklerinden ona gelen sonsuz bir can suyu varmış gibi ya da göklerden gelen bir hayat… Tabii o zamanlar çocuk aklımla öyle olduğunu düşünüyordum. Ne kadar kırılgan gözükse de aslında çok güçlü ve azimli, diyordum. Şimdi ise fark ediyorum ki aslında papatyanın ardında onu yaratanın güzelliği ve sonsuzluğu varmış.
Hayatta bir papatya gibi olmak lazım. Ne olursa olsun köklerinden ve göklerden gelen o güçle dik durmak gerek her sabah. Baharın habercisi olarak gönderenin yaratma gayesine sımsıkı tutunmak gerek. Başımıza türlü musibetler gelir hayatta. Nihayetinde imtihan olmaya geldik ama yaşadıklarımız ve yaşananlar bizi yıldırmamalı, gayemizden şaşırtmamalı. Dünya hancı, biz yolcu isek yolculuğumuzu adabına uygun yapmalıyız.
Hele şu ahir zamanda bunun farkına daha çok varmalıyız belki de. Zamanın nasıl aktığını bilemediğimiz bu zamanda bize verilen mühleti başka şeylere, kötülüklere harcayarak kendimize yazık etmekten başka bir şey yapmış olmayız. Belki bu yazıyı okuyan çoğu kişi benim gibi gençlik çağlarında, imtihanın en zor aşamasında belki de. Gençliğin verdiği heva ve heves için ebedi hayatı kaybetmek istemeyiz hiçbirimiz.
Ben hep şöyle düşünürüm; ömrümden kalan ne kadar fazla yıl olabilir ki? Elbette ki ölümün ne zaman geleceği meçhul iken Allah erken ölüm vermese dahi yaşayacağımız kaç yılımız kalmış ki 20? 30? hadi belki daha fazlası ne değişecek? Geçmiş yıllardan ibret almak lazım belki de. Geçen geçti ve geçmişte kaldı ama kalan yıllarımızın nasıl geçeceği elbette bizim elimizde.
Rabbim bu yazıyla sizin içinizde, kalbinizde bir bahar yaşatsın inşallah. Gönül gözüyle bakıp görünenin ardındakini görmeyi nasip etsin.
/Rosalinda
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder