30 Ekim 2022 Pazar

Yolun Dönemeçleri Serisi -8- MÜCADELE DÜSTURU
















MÜCADELE DÜSTURU 

"Rahat etseydik bu dünyada, mücadelemiz de olmazdı." Hikmet Anıl Öztekin

Zahmetle, emekle elde edilenin ne kadar kıymetli olduğunu bilsek de mücadele etmeyi göze almak istemeyiz çoğu zaman. O yüzdendir ki rahatımızı bozan şeyler olunca, mevcut durumumuza zarar gelince mücadeleye itiyoruz kendimizi. Tabii bir de şu anki insanlığın huzursuzluğu, kaybolmuşluğu, dağınıklığı; naif gönlünü rahatsız eden güzel insanlar mücadele veriyorlar iyiliğin, afiyetin çoğalması adına. İşte ben de o insanları fark etmeye başlayınca gönül dünyamda bir ışık yandı. Eksik yanlarım dolmaya başladı. Çirkin olanı görünce: " Ben işimi halledeyim, benden sonrakiler ne yaparsa yapsın, bana ne." demeyip, " Benden sonra gelen insanlar bu çirkinlikle muhatap olmasın, onu düzeltivereyim." diye koşturan yüce gönüllü insanlar... Ve onların çalışmaları, projeleri... Üstelik bir de onun sadece geçici dünyasını değil, kalıcı dünyasını imar etmesine kendi ömründen vererek yardım edenler... Evet en başta Efendimiz aleyhisselam ve diğer peygamberler, onların güzide dostlarından haberim vardı. Ama kendi asrımda Allah'ın sevgili kullarının hayatını sadece okumayıp, hayatına döken, ciddi projeler yapan, koşturan insanları görmek beni derinden etkiledi. Ve beni de harekete sevk etti. 

"Ey Allah adına koşanlar, daha hızlı koşun!" Hasan el Benna' nın bu sözüyle de daha hızlı koşturmak gerektiğini anlıyoruz. Koşalım kendimizi bulmak için. Ve koşalım kaybolmuş insanlığı geri bulmak için...

Hikmet Anıl Öztekin' in yüreklere dokunan bir videosunu metin hâline getirmiştim. Kendim arada bakarım. Videonun adı: "Bu Sohbeti Özellikle Sen İzle". Ve sevgili okur, tabii ki sen de izle. ;) Hikmet abi videoda daha duygulu ifade ediyor. Ben de buraya metnini bırakıyorum;

"Sen bu dünyada gelip geçici şeylere değil, bu tüm meseleler içinde olabilecek en büyük mesele ile ilgilen derttaş. Bir gün öyle, bir gün böyle bir meseleye değil; yaratılan ilk atomdan beri hiç değişmemiş olan meseleye sarıl. Çünkü bizim O'ndan başka kimsemiz yok. Kimse yoksa O var. Kimse duymasa O duyar. Bizim sarılacak insanlara ihtiyacımız yok ki. Bizim sarılacak O'nun yolunda bir derde ihtiyacımız var. Unutma kardeşim, bir insanın ne kadar ailesi yoksa, ne kadar kimsesi yoksa, ne kadar konuşacak kimsesi yoksa, ne kadar derdini dinleyecek kimsesi yoksa o kadar Allah'ı vardır. Ve unutma! Bu dünyada elini, kalbini, dilini haramdan sakınanların avuçlarına ettiği dualar gün gelecek kabul olacak. Yarın dışarda kimsesiz sokaklara sadece O'nun yoluna sarılmış, tertemiz yüreklere kar yağacak. Issız sokaklara küsme sakın derttaş. Belki bu ıssız dediğimiz sadece O'na meyledelim diye yine O'nun tarafından ıssızlaştırılmıştır. Bak kokla! Buz gibi eserken hava, inananların burnunda tarçın kokusu..." 

/Müberra


Videoya ulaşmak için: Bu Sohbeti Özellikle Sen İzle


26 Ekim 2022 Çarşamba

Yolun Dönemeçleri Serisi -7- BİRTAKIM SIZILAR




Birtakım Sızılar


Bozkırın ortasında kalakalmışım

Çaresiz bedenim, dolu zihnimle.

Bozkırda kış kadar kurak ve ayazım.

Her yarayı içine atmış,

Bazen aldatmış

Bazen aldanmış

Olabildiğince karmaşık ve anlamsızım.

Temiz kaldırımlarda yürümek yerine

Çamurlu çukurlarda

Bile isteye debelenmiş,

Elbisemi toza çamura bulamışım.

Annemin binbir emekle yıkadığı elbisem...

Babamın alın terinden elbisem...

Çamur ettim onu

Hem de biraz yıprattım.

Eskisi gibi olur mu?

Bilemem.

Biraz el açıp dua etsem

Hem elbisem hem de şu karmakarışık zihnim 

Temizlense...

Ben ve vicdanım huzur bulsak yeniden. 

Ya da sadece dua etsem ve

Cennette yeni bir elbisem olsa... 

Zaten hiç kirletmemişim gibi

Mutlu etse beni.

Kudretine merhametine 

Sana

Yalnız sana sığınıyorum

Bozkırın ayazı ve içimin yangını

Hiç peşimi bırakmazken.


/Bir Bibliyofil

23 Ekim 2022 Pazar

Yolun Dönemeçleri Serisi -6- GECE YARISI KÜTÜPHANESİ (KİTAP İNCELEMESİ)
















GECE YARISI KÜTÜPHANESİ (KİTAP İNCELEMESİ)

Bizi insan yapan özelliklerimizden biri, geçmiş ve geleceği düşünmek, olanların ve olacakların sorumluluğunu taşımaktır. Tek bir insan yoktur ki geçmişe dair bir keşkesi, geleceğe dair bir inşallahı olmasın.

Hatta kimi zaman bugünden daha çok düşünürüz geçmiş ve geleceği. Senaryolar kurarız. Öyle değil de böyle yapsam bugünüm nasıl olurdu acaba diye... Ama şimdilik böyle senaryolar hayalden öte gidemiyor. Paralel evrenleri/yaşamları düşünüyoruz ama düşünmekten öte gidemiyoruz. Oysa kitaplar bu dünyaları deneyimlemenin yollarından biri. Size bahsedeceğim kitap da bu deneyimi iliklerinize kadar yaşatan kitaplardan biri: Gece Yarısı Kütüphanesi.

Bizimle aynı dertleri taşıyan, geçmişe dair birçok pişmanlığı olan sevgili Nora Seed’in hayatı anlatılıyor kitabımızda. Nora, birçok alanda yeteneği olmasına rağmen bunların peşinden gidememiş, sevdiklerini kırıp kendinden uzaklaştırmış biri. Yüzmeye, müziğe, felsefeye ilgisi ve yeteneği olmasına rağmen zamanla hepsini bırakmış. Gayet iyi giden ilişkisini düğün arefesinde sonlandırmış, tek akrabası olan abisini müzik grubuyla beraber terk etmiş, en yakın arkadaşlarıyla uzak bir ülkede yaşama şansını tepmiş biri Nora. Eminim bu kadar anlatımla bile anlayabilirsiniz onu. Kabuslarını tahmin edebilirsiniz. Uykularını kaçıran düşünceleri sıralayabilirsiniz: "Yüzmeyi, müziği bırakmasaydım?  Nişanlımla evlenseydim? En yakın arkadaşımın teklifini kabul etseydim? Hayallerimin peşinden gitseydim?.."

Bu kadar pişmanlıkla bugünü yaşamaya takati, yarına dair umudu kalmayan Nora intihar etmeye kalkışır. Kısmen başarılı da olur aslında. Ama gittiği yer ölüm değildir, ölüm ile yaşam arasındaki Gece Yarısı Kütüphanesi'dir. Bu kütüphanenin kitapları Nora’nın mümkün olan sonsuz hayat seçeneklerini içermektedir. Nora’ya bir şans daha verilmiştir. Herhangi bir şeyi değiştirdiği olası bir yaşamı deneyimleyebilecek ve severse o yaşamdan devam edebilecektir.

Kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Hayatının herhangi bir kısmını değiştirebilir, beğenmezsen yine değiştirebilirsin. Ama Nora ilk başta bunu da reddetmiş hatta: “Ölmeyi dahi beceremiyorum.” deyip kendine bir yük daha yüklemişti. Ama deneyimlediği hayatlar ona gösterecekti ki aslında yaşamayı istiyordu, hayatta kalmak için çabalıyordu. Peki yaşamak isteyen biri neden intihar eder? İlk açtığı kitap bu sorusunu yanıtlamaya yetmişti, pişmanlıklar kitabı ona aslında yaşamaktan korktuğunu fark ettirmişti. Yüzme olimpiyatlarına katılmaktan korkmuştu, müzik grubunu hayal kırıklığına uğratmaktan korktuğu için bırakmıştı, nişanlısını mutsuz etmekten korktuğu için terk etmişti. Durum böyle olunca pişmanlıklar kitabını hafifleterek başlamak istedi. Her seferinde bir şey değiştirdi: olimpiyatlarda madalya kazanan bir yüzücü oldu, ünlü bir rock yıldızı oldu, nişanlısı ile evlendi. Ama bir gariplik vardı. Büyük heyecanlarla başladığı hayatlarda en fazla birkaç gün kalabiliyordu. Çünkü her seferinde pişmanlığından daha büyük acılar da beraberinde geliyordu. Müzik grubuyla devam ettiğinde abisi ölüyordu. Ünlü bir yüzücü olduğunda aile ilişkileri kopmuş oluyordu. Arkadaşı ile gittiğinde onu kaybettiği bir hayatta buluyordu kendini.

Nitekim Nora yine sıfır noktasındaydı ama bir fark vardı: Pişmanlıklar kitabı hafiflemişti. Yapamadığı şeyler için kendini suçlamamak ne büyük rahatlıktı. Kendisini affetmişti ve anlamıştı: Bazı şeylerin olmaması aslında daha büyük felaketleri engellemişti yani daha hayırlıydı.

Tabii insan nereden bilebilir değil mi? Herkes Nora kadar şanslı değil, tüm hayatlarını deneyimleyip, olabileceklerin en hayırlısı olmuş, diyemiyor. Ama başta dedik ya Sevgili Okur, kitaplar bize başka hayatlar deneyimleme şansı sunar. Nora’nın hikayesinde kendimizi bulalım. Her zaman hayırlısı için dua edelim ve her şeyin en hayırlısını nasip eden Rabbimize teslim olalım. Önce kendimizi affedelim, sonra kendimizi affettirelim. Kim bilir belki bizim de alternatif hayatlarımızı deneyimleme şansımız olur cennette…

/Visal

19 Ekim 2022 Çarşamba

Yolun Dönemeçleri Serisi -5- ANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ




Hekimelik Yolu yazarları olarak hayattaki dönüm noktalarımız üzerine yazma kararı verince içinde bulunduğum durumu etraflıca sorgulamaya başladım.

Allahualem, halihazırda hayatımın bir dönüm noktasına tanıklık ettiğimi düşündüm. Tıp fakültesi bitiyor, öğrencilik hali sona eriyor, sahaya çıkıp mesleğimi icra ermek gibi elle tutulur işler yapmaya hazırlanıyordum. Uzun zamandır olmadığım kadar mutluydum çünkü öğrencilik benim için artık bir araf, bir yük haline gelmişti. Ne istediğimi biliyordum. İlk atamaya katılacak, düşünülenin aksine acil yazacaktım hem de. Eylül TUS'una girecek, acil tecrübemden yola çıkarak uzmanlık için Genel Cerrahi ya da Acil Tıp seçeneklerinden birine karar verecektim. Bu bölümler de kazanması nispeten kolay olduğu için uzun zamandır ciddi bir TUS çalışmasına girişmemiştim.

Mezuniyet törenimizden sonra okulun bitmesine henüz iki hafta vardı. Ve biz nasipli 21 kişi bu süreci "Acil Cerrahi" stajında geçirecektik. İntörnlüğün en zor stajı... Acil Tıp ve Genel Cerrahi branşlarını 
isteyen ve aralarında kalan benim içinse büyük bir tecrübe imkanıydı.

Ancak heyecanla başladığım bu staj süreci beni mental ve fiziki olarak zorlamıştı. İlk defa ilgilendiğim bir hastayı kaybetmiştim. Son girdiğim ameliyatla iki etmişti. Bunu bir de hastanenin en sevdiğim alanında, ameliyathanede yaşamak daha üzücüydü. Bunlar ve ölümle sonuçlanmasa da birçok travma hadisesine şahit olmak bir an için çok gelmişti. Ve kendimi bu işe hazır hissetmediğimi fark ettim. Bu yoğun stajda durup düşünecek bir "anım" bile olmamıştı. İhtiyacım olan bu anı, kurtulmayı dört gözle beklediğim öğrencilik halimin devamı ile elde etmiştim. Elhamdulillah dedim. Elhamdulillah ala kulli hal.

Sözün özü, okulum uzadı. İkinci sınıfta kaldığım bütünleme gibi... Ve bu beni o kadar rahatlatmıştı ki...

Dünya hayatı için tek bir ideal süreç yoktu, olmamalıydı. Bu kendi ürettiğim, toplumca diretilen zorunluluklar altında ruhumu ezmekten vazgeçiyordum yine, yeniden... Allah'ın bir kaderinden diğerine kaçıyor, tebdil-i mekanda bir süreliğine de olsa ferahlık buluyordum.

Soracak olursan Sevgili Okur: "Sonuç olarak... Ne yazacaksın?" 
Bilmiyorum. (Ve yaklaşık 6 günüm var. :)
Ama O'nun bildiğini idrak ettiğim ana sığınıp hafifliyorum.

/LeyluNehar
  

15 Ekim 2022 Cumartesi

Yolun Dönemeçleri Serisi -4- HUZUR FİLİZLERİ




 








HUZUR FİLİZLERİ

Karamsarlıkla geçen, huzur bulduğum pek bir şeyin kalmadığı günlerim oldu. Etrafımda çok insan vardı, yalnız değildim ancak içimde sürekli somurtan bir “ben” vardı. Neye somurttuğumu, kime küskün olduğumu bilmiyordum. Mevsimlerden çıkarıyordum acısını, yağmura yüklenirdim en çok. Kara bulutlara, değişken havaya, ne giyeceğimi bilememeye... Oysa hiç suçları yoktu, sadece algılarımı daha da kötüye odaklamama sebep oluyorlardı.

Yüz çevirdiğim meseleler vardı. Dönüp bakmadığım insanlar, tatmak istemediğim duygular vardı. Keşfetmek, eski ben olmak istiyordum. Niçin bu haldeydim?

Aidiyet kavramını bilir misiniz? Bu hissi kaybedip de hiç iliklerinize kadar yaşadınız mı o yabancılığı? Bir yere, bir insana hatta kendi bedeninize ait hissetmediğiniz oldu mu? Olmuştur sanıyorum. Farkları ve yenileri ortadan kaldıran, standartlaşmanın elimizde olmadan yayıldığı  ve onun bir parçası olduğumuz bu günlerde, birçok insanın şartları bir diğerine benzemiyor diye yabancılamıştır kendini. Ait hissetmemiştir olduğu yere.

Şahsen benim için tek sorun küreselleşme ya da standartlaşmaya giden bu sistem değildi. Durum daha karmaşıktı. Ben hayatı tanıyordum, büyüyordum. Eski nedir onu öğreniyordum. Zıtlıklar olmadan kavramları tam idrak edemeyiz. İşte ben de bu durumdaydım. Sahip olduğum her şeyin zıddıyla yüzleşiyordum. Ve yabancılıyordum. Ait hissetmiyordum.

Pekala, sorunlarım aşağı yukarı böyleydi. Sebeplerini o zaman göremesem dâhi şimdi görüyorum ve o giriftten nasıl kurtulduğuma şaşıyorum.

Ve benim dönüm noktam burada başlıyor.

Yanlış anlaşılmasın, hayatımdaki tek dönüm noktası bu değil. Ancak en yenisi ve en anlatılmamışı bu. O yüzden kaleme alıyorum. Günceme kendimden başkasını ortak ettiğim ilk yazım oluyor.

O büyüme sancılarından, varoluşsal soru işaretlerinden ve depresif hislerden kurtulmam bir buçuk yıl sürdü. Kurtuluşum benim dönüm noktam değil. Evet, doğru tahmin ettiniz, nasıl kurtulduğumu idrak edişim... Ah bu kelime... İdrak. Bu, benim dönüm noktam.

İnançlı bir insan olsanız dahi temel ibadetler bazen zor gelir ya da artık hayatınız bir parçası olur ve onları ifa ederken manevi rahatlamaya kavuşamazsınız. Belki kavuşursunuz ancak bu sadece seccade üzerinde geçirdiğiniz vakitle sınırlı kalır. Geri kalan hayatınız aslında samimi bir mü'minin hayatı değildir ancak bunu anlamazsınız bile. Çünkü hala iyilikler yapıyorsunuzdur, hala tesettürlüsünüzdür ve salihlerle berabersinizdir. Dışarıdan bakıldığında hayatınızda büyük bir yanlışa gidiş yoktur.  Ancak bir şeyler rayında değildir. 

Evet, hep beraber bu noktadaki genci hayal ettik. Şimdi bir de o gencin gönlüne şifa olan Hadis-i Şerif’lere bakalım:

"Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da korunmuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır." *

Naslarda (Kur’an ve sünnette) hangi derdin devası yok ki?

İşte alemlere rahmet cânım efendimin bu sözleri ile kolları sıvadım. Haram ve helale dikkat edecek ve hakkında hüküm verilemeyen şüpheli ne varsa ondan sakınacaktım.

Her şey bu kadar basit mi dediğinizi duyar gibiyim. Evet her şey çok basitti ancak kolay değildi. Hiçbir zaman kolay olduğunu hissetmedim aksine çok zorlandım. Ancak hep şunu düşündüm, benden bu sınırlara uymamı dileyen Rahman ki O'nun rahmeti ve merhameti tüm alemi kuşatır, bu zorluğu bana eziyet etmek için vermemiştir. O bana merhamet eder, acziyetime rağmen bu yola girersem bana yardım eder. Ve evet, elbette ki emirlerine uyabilmeyi de Rabbimden istedim.

Bu hal ile "ait" hissettim kendimi, kul olduğumu... Bu dünyaya gelen bir yolcu olduğumu... 

İsmet Özel şöyle der: "(...) Mensubiyet safhasını geride bırakıp keyfiyeti daha yüksek aidiyete vasıl olduğumuzda bizi öncekinden daha disiplinli yaşayış karşılar."* Benim de hissettiğim aidiyet öyle kuvvetliydi ki, uygulama noktasında daha kararlı bir hale geldi zihnim.

Hayatımdan çıkardığım her şüpheli davranış ruhuma bir huzur filizi ekti sanki. Ve eklediğim her bir dua, her bir amel... Bu bahçe böylece genişledi, büyüdü. İçinde ruhumun genişlediği bir huzur bahçem vardı artık. Bunu elde etmenin de bu nimetin devam etmesinin de Allah’tan olduğunu biliyor ve O'na hamdediyorum.

İşte: “Nasıl böyle huzurlu oldum?” ya da “Anlık huzurumu nasıl kaybettim?” diye kendime sorduğumda görüyorum ki ya harama-helale dikkat etmemişim ya da şüpheli bir ameli hayatıma almışım. Bu idraki verip de bana huzuru bahşedene hamdolsun.

İşte böyle Sevgili Okur... Her daim ruhumuzun ve kalbimizin ahvalinden haberdar olmak ve huzur içinde yaşamak duasıyla... Allah’a emanet olunuz.

/Verâ


*[Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû 3, (3329, 3330); Tirmizî, Büyû 1, (1205); Nesâî, Büyû 2, (7, 241).]


*İsmet Özel - Faydasız Randevu syf 67

12 Ekim 2022 Çarşamba

Yolun Dönemeçleri Serisi -3- GENÇLİK YUMAĞI




GENÇLİK YUMAĞI

Ben 17 yaşında dünyanın zevklerine aldanmış, yanlış seçimler yapmış bir gencim...

Tüm bu hengamenin ve telaşenin içinde bir şeye yetişmek için bin şeye geç kalarak sürdüğüm bu hayat, beni büyük bir çekmeceye koydu. Kasvet dolu bir çekmeceydi. Nefes kesen, tarif edilemeyen, büyük bir acıydı bu. 

Zor geliyordu yaşamak. Beni mutlu eden hiçbir şey yoktu. 

Çünkü bu çekmecede sıkışıp kalmak, çıkamamak, beni içten içe öldürüyordu.

Gündüzleri acılarımı belli etmemek için gülerdim, gece de düşüncelerimde kaybolurdum.  

Bir karar vermiştim, vazgeçecektim. Gökyüzüne bakıp derin derin çektim nefesimi, belki de bunun bir daha tekrarı olmayacaktı.

Gırtlağıma bıçak dayamamı engelleyen ey vicdan ve korku...

Bir ip yumağı gibi peşimde, aynı zamanda bir beton yığını gibi sırtımda...

İsterseniz etrafıma dağlar örün ama bırakın artık köşeme çekileyim...

Nereye gideceğimi bilmiyorum, neden gitmem gerektiği bilmiyorum. 

Arkamdan sürekli iteklerlerken üstelik..

Burası bana hiç benzemiyor ama oraya da ait değilim.

Burası çok kalabalık, çok kalabalıksınız. Birbirinizden oluşan kamburlarınız var.

Müziğiniz gürültü patırtı, bağrışmalar...

Size yetişemiyorum, bir nokta gibi kaybolup bir soru işareti olarak tepeme biniyorsunuz.

Durdurun dünyayı lütfen, sevinecek var diye iç çekişlerimi düşünürken.  

Bir anda bir şey oldu.

Olduğum yeri sonunda bulmuştum.  

Evet evet, dolaylı yolların içime attığı düğümün etrafında dönüp dönüp duruyordum.

Çünkü bu yumağın ilmeklerinde dönüm noktamı buluyorum.

Sessizliğin getirdiği bir sözsüz iletişim işliyordum içime. 

Bir kitabın önsözü olacak içli, fakat dünyayı temaşa ederken kocamaaan bir hiçe bürünüyordum.

Başlık atmak istediğim her adımıma istemediğim boşluklar sığdırıyordum. 

Böyle olmamalıydı. 

İşlenmemeliydim, bilenmemeliydim hayata.

Boşluğumun üzerine yalnızlık hissini ekleyerek yürümeye çalışıyorum.

Bu tıpkı kafamın üzerine kitaplar koyup onlarla yürümeye benziyor. 

Kitapları dengede tutmaya çalışırken bir taraftan da iyi bir insan olmaya çalışıyorum. 

Hayatımın tek güzel tarafı bu.

Bunu aşacaksın diye telkinlerde bulunuyorum kendime, kaybettiklerinin aslında kurtuldukların olduğunu öğrenince gövdene yaslanacak, belki yaşlanacaksın. 

Kalbinin yerinde uçuşan simler olacak. Henüz çok gençsin demekten alamıyorum kendimi. 

Parıltını avuç içlerinde taşıyacak ve avuçlarının içinden öpeceksin hayallerinin.

Bence pembe diye bi' renk yok, topraksa Domestos'tan daha iyi bir temizlik maddesi...

Tükenmeyen kalem yok, uyuyunca geçmiyor.

Çikolata beni mutlu etmiyor, çiçekler hemen soluyor.

/Ruhnevaz


8 Ekim 2022 Cumartesi

Yolun Dönemeçleri Serisi -2- HUZURUN ADI TEVEKKÜL














HUZURUN ADI TEVEKKÜL

Gidiyorum bir yolda,

Yol uzun zaman kısa. 

Hangi yönü seçersem

Yepyeni bir başlangıç,

Dönemeçler mevcudiyetinde.

Tek isteğimse huzurla yol almak,

Huzura yol almak... 


Kardelen gibiyim bazen 

Uçurumun kenarında. 

Bazen de dört mevsim çiçek verecek

Her mevsimi bahar addedecek haldeyim.

 

Huzurun adını söyleyin bana, sesleneyim. 

Duysun beni, tutsun yüreğimin ellerinden.


Biri haykırdı huzurun adını: "Tevekkül!

Sen hangi yolda gidersen git, Allah yolunu belirler, düzenler. 

Sen O'na güven O'na dayan."

Ben de haykırdım var gücümle:

"Ey ses! Allah'a tevekkül ediyorum, 

O'na dayanıp O'na güveniyorum, bana yardım eder mi?"

Son bir cevabı vardı: "O'nun bildirmesiyle bildiğim bir şey var.

Allah kendisine tevekkül edenleri sever.

İstediğin gibi...

Sen O'na yönel ve huzurla yol al."


Kendime, kalbime baktım 

Ve hafiflemiştim.

Sırtımdaki yük eskisi gibi ağır, 

Düşüncelerim ise bulanık değildi. 

Yolumu görebiliyorum. 

Çıkmazları hissediyorum.

Ama her şeye rağmen gözlerim ışıldıyor,

Yüreğim sevinçle çırpınıyor, 

Ayaklarım sağlam basıyor artık.


Duam var, Duyan var. 

Bende haykırıyorum yüreğimle huzura:

"Şahit ol Ya Rab! 

Ben sana tevekkülüm ile çıkıyorum bu yola

Sen yar ve yardımcım ol!"


/Asfa Akmer


5 Ekim 2022 Çarşamba

Yolun Dönemeçleri Serisi -1- BİR DEM VAR BENDEN İÇERİ


 

BİR DEM VAR BENDEN İÇERİ

Birkaç gündür onu misafir etmenin telaşı vardı üzerimde. İşte birazdan gelecekti ve oturacaktı mutfaktan bozma salonuma. Mekanların da insanlar üzerine etkileri var diyordu, acaba benim salonum onu nasıl etkileyecekti? Onun için serdiğim bej rengi nevresim takımı da etkiler miydi onu? Ya da salatanın üzerine özenle koyduğum zeytinler? 

Ah, ne çok düşündüm.

Ama o her şeyin müspet yanını görürdü. Ve gördüklerini paylaşırdı. Genelde de şaşırırdım bakış açısına. 

İşte kapım çaldı, tuzluğu tezgaha bırakıp koşuyorum kapıya. Sevgiyle kucaklıyor beni. O bana değil de ben ona misafirim sanki. Yüzündeki tebessümü yine yerli yerinde buluyorum. 

Nasıl olduğumu soruyor, içtenlikle cevap bekliyor. Sevmiyor iyiyim deyip geçiştirmelerimi. Dinliyor beni. Ama bu gelişinde ben onu dinlemek istiyorum, anlıyor bakışlarımdan. Yemeğe geçiyoruz.

Bismillah...

Daha önce ona sormuştum. 

Nasıl ferahladı kalbin, nasıl attın dünyayı arkana, nasıl yöneldin Rabbine de seni görmek bir yana düşününce bile günahlardan el ayak çekiyorum. Boş geçirmek istediğim bir vakitte hesap vereceğim gün aklıma geliyor.

Dilim suskun dururken yaprağının gölgesinde atların koşturduğu cennet ağaçları geliyor da aklıma. "Subhanalahi ve bihamdihi!" deyiveriyor dilim. Önüme düşen herhangi bir yazıyı okumuyorum artık. Mü'min öyle her şeyi okumaz demiştin. Tıka basa yiyemiyorum artık. O çocuklar aklıma geliyor, bu yemeği onlara nasıl ulaştırabilirim diyorum. Yine kendimden bahsediyorum ama bu kez seni konuşacaktık. Belki benim bir dönüm noktam da sensin. Peki senin dönüm noktan neydi?

Masayı birlikte topluyoruz o sırada yolculuğunu anlatıyor. Sonra dünya yolcuğunu. İşte soruma cevap geliyor. Son tabağı da yerleştirip karşılıklı oturuyoruz. Biz oturunca pencerenin önündeki kuşlar uçuveriyor. Gülümsüyor yine... Sonra devam ediyor anlatmaya:

"Birkaç yıl önce Rabbimi biliyor ama tanımıyordum. Dünyaya öyle bir kaptırmıştım ki kendimi... Yaptığım iş günah mı mübah mı, düşünmüyordum. Planlar yapıyor ama benim için en güzel planları yapanı unutuyordum. Günlerim çok hızlı geçiyordu ve anlık memnuniyetlerim oluyordu. Devamı gelmeyen samimiyetler... Ve sonra günahlarım beni öyle bir sardı ki bir yangın yerindeydim sanki. Bir ben vardır benden içeri denilen "ben" yanıyordu, yanıyordum! Nasıl duymadım çığlıklarını bilmiyorum. Sıcak suya birdenbire atılan kurbağa? Değildim. Yavaş yavaş suyu ısınan kurbağaydım ben. Günahlara yavaş yavaş alışmamın, "Bu da mı günahmış canım..." diyen egomun cezasını yanarak ödedim. Ben yanarken günahıma ortak olan kimse yoktu yanımda. Saatlerce süren boş konuşmalarımızı, gereksiz tartışmalarımızı, kalbi yoran kahkahalarımızı dinledim zihnimdeki kayıtlardan. Nasıl da sürüklendiğimi hayal ettim.

Ağladım. Ağladım. Ağladım. 

Estağfirullah dedim. 

Rabbim ben bilmiyordum beni doğruya ilet.

Tanımıyordum seni, bu kulunu affet.

Dönmeyeceğim bir daha onlara.

Affet, affet, affet. Beni hidayete sevket. 

Ben tevbeyi de tevbenin kuvvetini de bilmezdim. Bana tevbeyi de Rabbim öğretti. Nasuh tevbesiymiş adı. Bir daha dönmemekmiş. Günahına dönmeyi ölümün bilmekmiş. 

Tevbemden sonra hayatım öyle hızlı değişti ki inanamadım. Etrafımdaki insanlar başka şehirlere gittiler. 

Cıvıl cıvıl arkadaşlarım oldu sonra, onlarla saatlerce konuşmazdık ama konuştuklarımızı gün boyu unutmazdım. Onlar kitap okurlardı bana ya da bir ezgi söylerlerdi. Onlar Rabbimi hatırlatıldı. O vakitler bilemedim ama Rabbim çevremi değiştirmişti. 

İşte şimdi de tüm bunlar için ölene kadar hamdedip teşekkür ediyorum. Bu leziz nimete nankörlük etmek istemiyorum. 

Hatırlamak ve hatırlatmak... Tek derdim bu artık."


Nasuh bir tevbenin meyvesiymiş meğer ondaki meziyetler. 

Nasuh tevbe deyince Tahrim suresi 8. Ayet-i Kerime aklıma geliyor. 

" Ey iman edenler! İçten ve samimi bir tevbe ile Allah’a yöne­lin. Umulur ki Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi içinde ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. O gün Allah Peygamber’i ve onunla berabe­rindeki mü’minleri utandırmayacak, hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Onların nurları önlerinde ve sağlarında koşturup yollarını aydınlatır. Onlar da: “Rabbimiz! Nûrumuzu tamamla ve bizi bağışla! Şüphesiz senin her şeye gücün yeter!” diye dua ederler. "

Gülümsüyor bana yine. Onu çok seviyorum Allah için onu çok seviyorum. 

İçimdeki ben dua ediyor. 

Rabbim bizi günah işlediğinde tevbe edenlerden ve tevbesi kabul olanlardan eyle. 

Amin. 

Ben de bir çay koyuyorum.

/Merdümgiriz

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...