8 Aralık 2020 Salı

Kavram Atlası/ Sevgi -3- BİR İHTİMAL DAHA VAR



Vefa...

Sadakatle sevmenin adıdır Arapçada. 

Harf sayısı az ya, biraz sıskaca gelir kulağa. 

Ama tahsil edilememiş bir borç olarak kaldıysa... 

Ağır gelir, topuzum kaçtı dedirtir kantara.

"Laf arasında demiştin ya..."

-"Canım, laf olsun diye söylemiştim" 

İnsan kolay inanır. İnanmaya, güvenmeye açtır, muhtaçtır. Bir söz üzerine bir bina inşa edilir de müteahhidin ruhu duymaz.

Öyle ya, malzemeden de çalınır. O an tüm içtenliğinle, heyecanla söz verirsin. Gün geçer, şartlar değişir, aman canım bu da olmayıversin dersin.

Zira, bizim ilk verdiğimiz söz neydi? Hani çok eski zamanlarda... Düşününce tüylerim diken diken oluyor. Öyle bir unutmuşuz, öyle bir unutmuşuz ki... 

Bir olayın üzerinden çok zaman geçtiğini anlatmak için kullanılan söz olmuş "kalu bela". 

Ki Türk Dil Kurumunda da "kalubela"nın mecaz olarak bu anlama geldiği ifade ediliyor.

Dil, toplumun kimliği ise bizim elest bezminde verdiğimiz sözün anlamını ne kadar idrak ettiğimizi sorgulamamız gerekiyor.

"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" 

Dediler ki(kalu):

"Evet!(bela)"

Kalubela bu! Rabbimizle olan ahdimize işaret eder.

Bir sözleşme yani ahid mevcut, bunu kimse inkar edemeyecek. Biz bu yeryüzüne kendi isteğimizle gelmeyi kabul ettik. (Fussilet Suresi.11)

Varlığı apaçık olan bu ahde vefalı mıyız peki? Sorgulanması gereken işte bu vefadır.

Biz yokluğumuzdan dahi haberdar değilken bizi Var Edene sözümüz var. 

Şu an canımın içi dediğin insanlar bile senin yokluğunun farkında olmayacaktı. 

Sensiz de gülecek, senin yerine başkasına canım diyecek, dünya sensiz de dönecekti velhasıl.

O; seni senden daha iyi bilen, düşünen, sana senden daha iyi merhamet eden... 

E mübarek, bir söz verdik da... 

Bu sözü seve seve tutmamız gerekmez miydi? 

Sadakatle sarılmamız?

Ufacık bir iyilik görsek şaşırıp kalıyoruz şu devirde. Ki O, en başta 'var olma' ihtiyacımızı gidererek bize değer vermiş. Üzerine rızkımızı temin edeceğinin garantisini vermiş. 

Şu an ne derdin, sıkıntın, acın varsa hiçbirinin olmayacağı 

hem de aklının almayacağı nimetlerle dolu sonsuz bir ömür de vaad etmiş. 

Biliyorum, kolay değil.

Peki, şimdi birlikte hayal ediyoruz.

Ölümcül bir hastalığımız olduğunu varsayalım.

Öyle lafta kalmasın. 

Gayet de ölüm döşeğinde hayal edin kendinizi. 

Sağınızda solunuzda ağlaşanlar... 

Üzerinizde yeşil hasta kıyafeti... 

Dışardan sesler geliyor. Bir koşuşturmalar, "Hocam, Hocam!" nidaları...

Etrafınızdaki herkes dikkat kesiliyor: "Bir ihtimal daha var. Amerika'da yeni çalışmalar gösteriyor ki şu yeni tedavi gayet başarılı. Okuyucumuz üzerinde de denemeyelim mi?"

Hiç çaresi kalmamış bir insan nasıl olur da bu teklife hayır der?

Bu hikaye tanıdık aslında.

Kaçınılmaz olan ölüm zaten hepimizin yakasında...

Kim harikulade bir ölümsüzlüğe hayır diyebilir ki? 

İman et, imanın gereğini yerine getir. 

Kimsenin kimseye güvenemediği şu dünyada Güvenilmeye, İnanılmaya Layık Olan 

Rabbine  

Ahdine

Kendine vefalı olmaya

Bu işi külfet olarak değil

Severek, sevdirerek

Sevilmeye layık bir iş olduğunu bilerek yapmaya

Var mıyız?


Allah’a verdiğiniz sözü, az bir değere (yani dünyalığa) satmayın. Eğer bilirseniz ancak Allah’ın katında olan sizin için daha hayırlıdır. Sizin yanınızdaki (dünyalıklar) tükenir, Allah’ın katındakiler bâkîdir (tükenmez). Sabredenlere mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeline göre vereceğiz.”_ (en-Nahl, 95-96)



/LeyluNehar




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...