26 Ocak 2022 Çarşamba

Kalbin Erbaini Serisi -8- KUL EDEN Mİ? KÜL EDEN Mİ?

   Haset, hayatımızın baş ucuna yerleştirdiğimiz bir öge haline gelmişken ve artık bu durumun önü kesilemiyorken gelin beraber önce kendi nefsimize dokunmaya gidelim ve buyurun muhabbet edelim, hasret giderelim.

   Yazıma çok güzel olduğunu düşündüğüm ve bilhassa bu konuyu idrak edebilmemiz için anlaşılması gerektiğine inandığım bir cümle ile giriş yapmak istiyorum:

   "Mü'min gıpta, münafık haset eder"

  Bu cümle anlayana kadar defalarca okunmalı ve zihinlerimizde yer etmeli. Hatta duvar panosuna doğa fotoğrafı yerine şu yazı asılmalı diye düşünüyorum. Şimdi gelin bu önemli cümleyi daha iyi anlamaya çalışalım.

   İmam Gazali'ye göre haset, bir nimete karşı olur. Allah bir kimseye bir nimet bağışladığı zaman diğer insanda ona karşı iki türlü hal belirir: Birincisi, ne varlığa sevinmek, ne de yok olmasını istemektir. Bununla beraber o insanda bulunan nimetin kendinde de bulunması istenebilir. Buna "gıpta" denir. İkinci hal ise o nimeti çok görerek onun elinden gitmesini istemektir; buna "haset" denir. Hasedin tezahürü de bir insanın elindeki varlığı, nimeti çok görmek ve yok olması halinde sevinmektir. Kuran-ı Kerim'de de şöyle izah edilir bu durum;

 "Size bir iyilik dokunsa bu onları tasalandırır, size bir kötülük dokunsa ondan ötürü sevinirler." (Âli İmran, 120)

   Ehl-i kitabın içlerindeki hasetlerin kendilerini nasıl bir yola sürüklediği de şöyle anlatılmaktadır: "Kitap sahiplerinin çoğu, gerçek kendilerine belli olduktan sonra sırf içlerindeki hasetten ötürü sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler." (el-Bakara, 109)

   Kendilerine kitap ve ilim geldikten sonra insanların birbirlerine düşmelerinin sebebi de haset olarak ifade edilmiştir: "Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece azalarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar (azabın ertelenmesi hakkında) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir) idi." (eş-Şurâ, 14)

   Genelde bizler halk arasında kıskançlık ile haset etmeyi aynı anlamda kullanırız. Oysa yukarıda da ifade edildiği gibi kıskançlık, insanın elindekini sakınmasıdır. Haset, bir başkasının elindekine göz dikmektir. Allah Teala kullar arası hasedi yasaklamış ve haram kılmıştır dostlar. İnsanı kül eden hasettir.

İmam Gazali'ye soruluyor:

"Bir konudaki duruşumun haset olup olmadığını nasıl anlayabilirim?"

"Seninle beraber aynı rahlede bulunan arkadaşının bir başarısını duyduğun zaman ya da  o kişi yanında başkası tarafından övüldüğü zaman kalbinde sıkıntı duyuyor isen sen haset üzerinesin." diyor.

   Ey güzel kardeşlerim, haset, Hz. Adem (as) gibi büyük bir peygamberin yetiştirmiş olduğu peygamber çocuklarını bile cehennem çukuruna düşürebilmiştir. Öyleyse kendimize gelip bu çukura düşmemek için dua etmeliyiz. Sonra nefes alıp şöyle bir bakmalıyız, kalbimizi yoklamalıyız. Ve demeliyiz ki nefsimize: 

"Kimlere haset ettik ey nefsim?

Hangi akrabamızdaki malı çekemedik?

Kardeşinde olan hangi özelliği anne- baban övdü diye içerledin?

Söyle ey nefsim çevrendeki hangi güzellik seni sıkıntılandırdı? Söyle, söyle ki bu çukurdan çıkalım ve Firdevs'imize bir adım daha yaklaşalım."


Rabbim hepimizin bedeni ve kalbi tüm hastalıklarına şifa nasip eylesin güzel dostlar.

Selam ile dua ile kalın...

Hoşça Kalın!

 

/HümaAsaf

 

24 Ocak 2022 Pazartesi

Kalbin Erbaini Serisi -7- RÜZGARLARIN SAVURDUĞU KUŞ TÜYÜ

 “Allah’ım kalbimin dağınıklığından sana sığınırım." Merak ediyor ve soruyorlar: “Ey Ebü’d-Derda! Kalbin dağınıklığı ne demektir? Diyor ki: “Her vadide malım olsun düşüncesidir, her işte parmağım olsun arzusudur.”

   Güzel bir duayla başlamış olduk. Çok severim bu duayı. Ben zihnimin dağınıklığından da Allah’a sığınırım şeklinde ekleme yapıyorum :) Malum kalp de dağınık olsa zihin de dağınık olsa insandan geriye kalan sıhhatli olmuyor.

   Eveeet konumuz: kalp. Başlığımızın da neden böyle olduğunu ilerde anlarsınız :) Bazı mutasavvıfların, mahiyetinin bilinebileceğini ancak bu ilme herkesin vakıf olamayacağını belirttiği; bazı sûfilerin ise mahiyetinin de bilinemeyeceğini söylediği kavram... Her yiğidin harcı olmayacak bir konuya niyetlendik. İşin ehlinden olduğumuz için değil, bize ve sizlere güzel şeyler katsın diye…

   Kâ’b elAhbâr’ın rivâyetine göre; “Bir gün Hz. Âyşe (r.a)’nin yanına geldim ve bana: İnsanın gözleri yol göstericidir, kulakları haber toplayıcıdır, lisânı tercümandır, elleri kanatlardır, ayakları postadır, kalbi meliktir. Melik iyi olursa askerleri de iyi olur.” diyerek "Rasûlullah (s.a.v.)’den böyle işittim." dedi. [1]

   Evet vücudumuzun meliki olduğunu söylüyor sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem. Melik de ne kadar iyi, ne kadar donanımlı olursa askerleri de halkı da o kadar iyi oluyor. O kadar güzel işlere imza atabiliyorlar. Biz ne yapacağız peki? Yatırımımızın büyük kısmını kalbimize yapacağız o zaman. 

   Kalp kelimesi lügatte “Bir şeyi bulunduğu halden başka bir hale çevirmek” anlamına geliyor bildiğiniz üzere. Gazâlî kalbin değişmesine yönelik şöyle bir ifade kullanmaktadır: “Kalp, her taraftan yağan mermilerin bir hedefidir. Atılan oklardan biri kalbe değdiği zaman, ondan müteessir olur ve onun tesirinde kalır. Başka taraftan bunun zıddı olan bir şey isabet ederse, bu defa vaziyeti değişir. Meselâ şeytan gelip onu kötülüğe davet ettiği zaman, melek gelir onu iyiliğe davet eder. Bir şeytan gelir kötülüğe çeker, öbür şeytan gelir başka bir kötülüğe çeker. Bir melek bir iyiliğe çekerken bir diğeri de bir başka iyiliğe çeker. Bazen iki melek ve iki şeytan arasında münâzara olur. Hiçbir vakit boş kalmaz.” [2] Hiç kalbinizin boş kaldığını hatırlıyor musunuz :)

    Kocaman bir savaşın içindeyiz: kulluk vazifemizi yerine getirme savaşı. Her taraftan oklar yağıyor kalbimize. Aynı zamanda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “Kalp, bomboş bir arazide rüzgârların oraya buraya savurduğu bir kuş tüyüne benzer” buyurmuştur. Çok kolay bir şekilde yön değiştirebilen ve her taraftan taarruz edilen bir kalbimiz var. Başı boş kalabilir mi kalp? Büyük savaşların ortasında savunmasız bırakılabilir mi hiç?

Kalbimizi nasıl koruma altına alabiliriz, saldırılara karşı nasıl savunabiliriz, bir bakalım. 

   Gazâlî, davranışlarda insanın yanlışlıklara, yanılmalara düşmesinin bilmemekten değil, bedenin şehvet, öfke gibi enerjilerine, hevâya ve şeytana tâbî olmaktan doğduğunu belirtiyor.

   Nice kalpler var ki, onları şeytan orduları fethetmiş ve onlara mâlik olmuştur. Âhireti arkaya atıp dünyalığı tercih eden vesveselerle kalbi doldurmuşlardır. Bunların, kalbi istilâlarının ilk yolu şehvet ve hevâya uymaktır. Bundan sonra kalp, ancak şeytanî kuvvetlerden tahliye ile fethedilir. O kuvvetler de hevâ ile şehvettir. Bunları boşalttıktan sonra da, Allah’ı zikretmekle kalbi tâmir etmek gelir. [3] Kalpten şeytanın vesvesesini atmak ancak o vesveseyi veren şeyden başkasını kalbe koymakla mümkündür. Allah’ı zikirden başka kalbe ne koyarsan, şeytanın vesvesesine yardımcı olabilir. Kalbi şeytanın vesvesesinden koruyan, ancak Allah’ı anmaktır. 

   Bir bardak var elimizde, kirli. Onun içine temiz su koyup içebilir miyiz? Veya ağzına kadar dolu, üstüne yeni bir şey ekleyebilir miyiz? Günahlarla kirlettiğimiz gönül kabımızı zikirlerle temizleyip boşaltacağız ki içinde güzelliklere yer açacağız inşallah.

   Ve bir diğer çok önemli husus körle yatan şaşı kalkar… Yani insanın ahlakı, kalbi çevresinden etkilenir. Kalpler hırsızdır, huy çalar. “Ey îmân edenler, Allah’tan korkun ve sadık kimselerle beraber olun!” [4] âyet-i kerîmesi insanların iyilerle bir arada bulunmasını emrederken “Hatırladıktan sonra zâlim kavmin yanında oturup kalma!” [5] buyruğu da insana manevî kirler bulaştıracak özellikteki kimselerle uzun boylu ülfet etmemeyi emretmiştir. Zira manevî lekeler kalp üzerine düşmekte, sakınılmadığı takdirde kalbi tamamen kaplayarak karartmaktadırlar.[6]

   Gazâlî’ye göre günah çoğaldıkça kalp mühürlenir ve bu sırada kalp, hakkı görmekten, dinin iyiliklerini anlamaktan uzaklaşır, âhirete kıymet vermez, dünyaya ehemmiyet vermeye başlar ve tamamen dünyaya bağlanır. Âhiretle alakalı sözler bir kulağından girer, diğer kulağından çıkar. Bu sözler kalbine yerleşmez, kendisini tövbeye ve noksanlarını telâfiye tahrik etmez. İşte bunlar âhiretten ümitsiz kimselerdir. Kalbin günahlarla kapkara kesilmesinin anlamı budur. [7] Çok dikkat kesilmemiz gereken bir husus. Belli dönemlerde insanın dini vecibelere, sünnete, müstehaplara ilgi alakası ve onlara verdiği önem azalabiliyor. İşin takvasını arka plana atıp dünyalık heveslerinin daha fazla peşinden gitmeye başlıyor. Taviz tavizi doğurup kulluğunu güzelleştirip ilerletmesi gerekirken bir hayli geriye düşebiliyor. Ahiretle alakalı sözlerin kalbe tesiri azalıyor. Çok hassas dönemler bunlar sevgili okur. Dünyalık arzularının peşinde giderken haddi aşıp takvamızın azalmasına izin vermemeliyiz. Uyanık olalım ve tavizleri fark edelim. Bunların bir taviz olduğunu kabul ederek başlayalım ve düştüğümüz yerden doğrulalım. Artık geriye gitmeyi bırak ve ehli takvadan olmayı murad edelim. Nureddin hocanın dediği gibi amacımız cennette Efendimiz aleyhisselamla ve onun ashabıyla beraber olmak olsun. Neden daha azını isteyelim değil mi ? :)

   Allah’ım bize bir hikmet bahşet ve bizi salih kimselere arasına kat. Sonra gelecekler arasında bizi doğrulukla anılanlardan kıl. Cennette sevgili Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin dostluğunu ihsan et.

  Son olarak, dünyalık arzularımız ve ahiretimiz arasında nasıl bir denge kurmamız gerekiyor? Bir hikaye ile anlamaya çalışalım: Alim bir zatın yanına bir adam geliyor. O zatın da malı mülkü yerinde. Adam diyor ki: “Ben namaz kılarken hayvanlarım sürekli aklıma geliyor. Sen nasıl huşu içinde namaz kılabiliyorsun?” O alim zat da diyor ki; “Ben hayvanlarımı ahıra bağlarım, kalbime değil.” O kadar manidar bir cevap ki… Dünyalık arzuların, heveslerin kalbimizde yer almaması gerekiyor. Aslında en büyük imtihanımız bu değil mi: Kalbimizdeki gelip geçici, fayda sağlamayan sevdalarımızı azaltıp Rabbimize olan sevdamızı hakim kılmak. Temennimiz, duamız bu yönde. 

Bu yazıyı okuyan güzel insandan ufak bir istirhamım olacak; bana da dua edersen mutlu olurum:) 

“Kalp, ebedü’l-abada müteveccih açılmış bir penceredir; bu fani dünyaya razı değildir.” R.N.K

                                                                                                                                                                

 /MÜBERRA

 

KAYNAKÇA

1)Gazzâlî, Mîzân, s. 67-68; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, Beyrut, 1407/1987, VI/47

2)Gazzâlî, İhyâ, III/98

3)Gazzâlî, İhyâ, III/61

4)Tevbe, 9/119

5)En’âm, 6/68

6)Tirmizî, Tefsîr, 83; bkz. Mustafa Öztürk, a.g.t., s. 64

7)Gazzâlî, İhyâ, III/29

Bu yazıda Nurbol Abubakirov’un yüksek lisans tezi ‘Gazzali’de Kalp Kavramı’ başlıklı makalesinden alıntı yapılmıştır.


19 Ocak 2022 Çarşamba

Kalbin Erbaini Serisi -6- SONSUZ

Herkesin bir dünyası var içinde...
Her daim yanında taşıdığı, mevsimlerin yaşandığı, dalgaların coştuğu, fırtınaların koptuğu, çoğu zamanda durulduğu zannedilip tufanların yaşandığı...  
Aslında bilmiyoruz bu âlemi, belki de önemsemiyoruz. 
Acaba unutuyor muyuz aslında en başta hatırlamamız gerekeni?

Kendimiz kirletiyoruz bu dünyayı günden güne, sanki özenle seçiyoruz çöplerimizi. Kördüğümler atıyoruz, çözülmesi meşakkatli. Yaralar açıyoruz durmadan kanayan. Sanki hiç yaramız yokmuş gibi. Araya engeller, yığınlar çiziyoruz. Sanki ressammışız gibi... Susturuyoruz ruhumuzdaki çığlıkları, belli ki o da teslim olmuş artık duyulmuyor sesi, inliyor sadece bir köşede kurtulmayı bekler gibi. Yardım etmiyoruz ona tutmuyoruz ellerinden... Ayaklarının üstüne basamıyor sürüklenip gidiyor bir saman çöpü gibi, akıntı nereye giderse...

Ne kadar haberdarız bu âlemden? Neden çiçekler bitmiyor bu dünyada kokusu etrafa yayılan, güzelliğiyle göz kamaştıran? Ruhumuzun evini kurtarmak için ne kadar savaşıyoruz? Her gece ağlayışlarını neden duymuyoruz. Yalnız bırakıyoruz onu karanlıkta. Neden?  

Her sözümüz her fiil ve davranışımız gönlümüzdeki yaraların varlığını ele veriyor aslında. İtiraf ediyor haykırarak ve bir ışık bekliyor tedavi edilmek için. Gönlümüzdeki hastalıklar günden güne artıyor hatta bulaşıyor yanımızdakine. Ne de çok zarar veriyoruz çevremize en sevdiklerimize.  

Kalbimiz olabildiğince genişleyen ve olabildiğince daralan bir yapıya sahip iken neden daraltmayı seçiyoruz? Yüce Rabbimizin gönüllerimize bağışladığı bu nimeti neden göremiyoruz? Bahanelerin ardına mı sığınıyoruz? Erteliyor muyuz mesela? Yalanlarla mı avutuyoruz kendimizi? Halimizden bihaber olmamızdan mı bu kayıtsızlığımız? Acaba bakıyor muyuz aynaya yoksa kirlendiği için görmüyor mu nefis eksiklerini?

İlk başta kalbin fonksiyonlarını azaltan hatta yok eden kalp hastalıkları bertaraf ederek yolumuza koyulmalıyız. Tövbe ile çıkmalıyız yolumuza, itiraf etmeliyiz kendimize pişmanlıklarımızı. Zira şeytana karşı yeterli mukavemeti gösteremez isek bu hastalıklarla baş başa kalırız. Bunun için kişi öncelikle kalp hastalıklarının farkında olmalı ve saldırıların ne taraftan ne şekilde geleceğini bilmeli ki gönül âlemini şeytanın vesveselerinden, heva ve heveslerinden koruyabilsin. Kur’an’da “İnsanı oyalayan, ahireti unutturan dünyevî arzu ve tutkular” olarak geçen uzun emel; insanın bütün çabasını dünyaya bağlayarak yalnız dünya için uzun ümitler besleyerek özünden uzaklaşmasına, aslını unutmasına sebebiyet veren hastalıklardan bir tanesidir. Bu hastalığın tedavisi sıhhatin muhafazası açısından ilk adımdır ve zorunludur.

Velhasıl sınırlı güç ve imkânlarla yaratılan insan, hırs ve hevesleri bakımından sınırsız isteklere sahiptir. O, kendine verilen ömrün bitmesini hiç istemez. Hz. Âdem'den beri hep daha uzun yaşamak istemiş, ölümden hiç hoşlanmamıştır. Öyle ki, ihtiyarlasa, güç ve kudretten düşse dahi dünya sevgisinde ve uzun emellerinde hiç eksilme olmaz. Eceli çok yakın, ensesinde iken, emeli uzun, gözü de hep uzaklardadır. Başına bir sürü şey gelir, fakat o sürekli emelinin peşinde koşar ve eceli aklına getirmez. Bunu bir örnekle göstermek isteyen Hz. Peygamber bir gün eline iki taş alarak “Şu ve şu nedir biliyor musunuz?” deyip taşları fırlatmış, biri hemen yakına, diğeri de uzağa düşen taşları gören arkadaşları “Allah ve Resûlü (sav) daha iyi bilir.” demişlerdir. Bunun üzerine o, “Uzağa düşen insanın emeli, yakına düşen de ecelidir.” buyurmuştur. [1]

 “Uzun emellerinin arkasından koşup gidenler

Koştukları halde yetişemediler

Zira burnunun dibindeki eceli göremediler

Sonunda da ziyan olup gittiler”

Sonumuzun sonsuz olabilmesi için gönüllerimizdeki çığlıkları duyabilmek için özümüze dönebilmek için unutulanları hatırlayabilmek için temizlemek gerekir her türlü kiri pası. Zira asıl sahibi nasıl girer ki içeri. Güzelleşmemiş, arınmamış, nurlanmamış bir eve kim gelip oturur ki? Teslim edelim asıl sahibine yoksa ziyan olur onun bunun elinde.

 

 /Ruhnevaz


[1] T2870 Tirmizî, Emsâl, 82.

17 Ocak 2022 Pazartesi

Kalbin Erbaini Serisi -5- VE ZİHİN AYDINLANIR

    Minik ayaklar rengarenk çoraplarla örtülü, çokça hareketliydiler. Yemek saati bitmiş, anne Sevde hanım sofrayı toplamış, bir işi bitirmiş olmanın sevinciyle diğer işe koyulmak üzere terlikli ayaklarını renkli çoraplı ayakların yanına doğru ilerletmişti.

   İşte bu görüntüyle anlıyoruz ki, bu sabah da diğerleri kadar verimli olması umulan bir sabahtı.

   Sevde hanım kızlarının yanına gitti, kızlar -ne yapacaklarını bilen minik öğrenciler- hemen yan yana oturup gözlerini annelerine diktiler. İleride hep şöyle diyeceklerdi,  bizim ilk ve en güzel öğretmenimiz annemizdi.

 

   Bugün bu minik ruhların tanışacağı yeni bilgi, Fatiha suresiydi. Sevde hanım sabahlarını evlatlarına sure ezberletmek için tahsis etmişti. Ezber şu şekilde olurdu; anneleri yeni sureyi okurken kızları onu dinler,  kendilerinin de böyle okuyup okuyamayacağını merak ederler ve annelerinin gözlerindeki inançla motive olur, onun kısa kısa böldüğü cümleleri tekrar ederek sureyi ezberlemeye koyulurlardı. Bu böylece birkaç gün sürer, kızlar başarılı olduklarında yeni sureye geçirilirdi.

Süreç bu sabah da aynen böyle işliyordu. Ta ki turuncu çoraplı minik, aklındaki soruyu sabredemeyip annesine sorana kadar...

 

"İyya ke nağbüdü ve iyyake nestain. "

 

"İyya ke nağbüdü ve iyyake nestain. "

 

"Anne?"

 

"Ne oldu?"

 

"Bu cümle ne demek?"

 

"Evet anne söylemesi çok zor."

 

"Eveeet..?"

 

   Sevde hanım durakladı. Kızlarına daha evvel hiç meal anlatmamıştı, ezberletmemişti. Merak etmeleri onu sevindirse de, diğer yandan eksik kaldığı için üzüldü. Kimse onun bu eksiğini görsün istemezdi. Bir an evvel meal ezberi yaptırmayı da kafasına koydu.

 

   Ardından çocuğun sorusunu düşündü, ayetin mealini biraz zorlansa da hatırladı. İyi ki dedi, bir arkadaşım sormadı, ne kadar ayıp, hemencecik hatırlayamadım bile.

 

"Bu ayetin anlamı 'Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz' demek kızlarım."

 

Ve başından kaynar sular döküldü.

Bu sabiler manayı anlamamış olmalıydılar fakat kendisi?

 

Dakikalardır aklından geçenler neydi öyle? Toplumun diyeceklerinden, demeleri muhtemel olan cümlelerden nasıl da korkmuştu!

  

Ben, diye düşündü, yoksa her sabah bunca vakti insanlar "Sevde harika bir anne, kızlarına neler de öğretmiş." desinler diye mi ayırıyorum?

 

   Ruhu sarsıldı. Şüphe tohumu bir kez zihnine girmişti. Artık her yaptığının arkasındaki sebebi arar oldu. Az önce kıldığı namaz, içindeki ses, "Aferin görevini bugün de aksatmadın." desin diye miydi?

 

   Dün çok yorulmuş olmasına rağmen sabah erken kalmış ve eşine kahvaltı hazırlamıştı. Yoksa sadece harika bir ev hanımı olduğunu mu kanıtlamak istemişti?

   Bunlar minik ayrıntılardı. Ya büyük resim? Bulunduğu konumu gerçekten Allah kendisinden razı olsun diye mi seçmişti? Yoksa sadece nefsini mi tatmin ediyordu?

 

"Anne devam edecek miyiz?" Yeşil çorapların sahibi iç hesaplaşmasını yarıda böldü.

 

"10 dakika teneffüs yapalım kızlar." dedi. Sevde hanım ve koştu, abdest almaya.

 

Seccadesini aldığı gibi odasına kapandı. Tövbe namazı kıldı, istiğfar etti. Ve dua etti.

 

"Rabbim bana ihlas nasip et. 

Öyle bir ihlas ki, her yaptığım amelin ardında yalnızca senin sevgini kazanmak üzere güçlü bir niyet olsun. Rabbim hiçbir beşerden takdir beklemeden, ancak ve ancak senin benden razı olman umuduyla her amelime niyet etmeyi nasip et.

Rabbim sen öğretmesen,  biz aciz kulların bunun için dua etmeyi de bilmezdik.

Hamd, Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, hesap ve ceza gününün  maliki Allah'a mahsustur.

Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz...

Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.

 Amin."

 

   Gözyaşlarını silerek odasından çıkıp, ilim yuvası oturma odasına giden Sevde hanım, niyetini kalbine öyle sağlam almıştı ki, bir kadın nasıl güçlü olur onun gözlerinde görürdünüz.

Bir insan nasıl güçlü olur görürdünüz.

Ancak ve ancak Allah'a, salih bir niyetle sığınarak... 


/Verâ

 

                         

 

 

 

12 Ocak 2022 Çarşamba

Kalbin Erbaini Serisi -4- SABIR YOLUNDA BİR YOLCU

 Bismillah

   Yine çok yorulmuştu. Eve geldiğinde akşam namazını kılmadığını hatırladı. Hemen abdest alıp namazını kıldı. Dua etmek istedi, edemedi. Kafasında binbir soru dilinden dökülen birkaç ezber dua. Samimi gelmedi içine sinmedi.

   Gündüz aklına gelen ama cevaplayamayacağından korktuğu için zihninin ücra köşelerine itelediği sorular bir bir geliyordu aklına. Sanki saldırıyorlardı. Zihni düşman kesilmişti. O da yüzleşmek istiyordu aslında. Yeterince yorulmuş, düşündükçe içinden çıkamadığı için de kızmıştı kendine.

  Şu sıralar hayatın problemleri üst üste gelmişti. Sağlık sorunları, maddi sorunlar, gelecek kaygısı, insanların davranışları...

   Biliyordu Rabbi kuluna kaldıramayacağı yükler yüklemezdi.(Bakara/ 286) Kaldırabilirdi ama nasıl?

   Mırıldandı: "Rabbim bana yardım et, yardım et de hakkıyla geçeyim şu dünya sınavlarını, bir çıkış kapısı göster."

   Bir ayet değdi kulaklarına ne zaman duyduğunu bilmediği. "Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir." (Bakara/ 153)

   Hem sabrederek yardım dileyecek hem de Rabbi onunla olacaktı. Bir kez daha tüm sorunlarına karşı yalnız olmadığını hatırladı.

   İmanın yarısı olan sabra sarılmalıydı ancak böyle geçerdi yorgunluğu. (İman iki eşit parçadır: Yarısı sabır, yarısı şükürdür. -Ramuz el hadis)

   Fark etti. Hiç bitmiyordu üzüldüğü canını sıktığı şeyler. Hep başka bir telaş içine giriyordu. İşte dünya hayatı hem hızlı hem de çetindi. Ama hiçbiri boşa değildi. Tüm sıkıntılarının nedeni ve muhakkak bir çıkış kapısı vardı. Öyleydi ya şöyle buyuruyordu Allah Resulü (sav)"Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen her şeyi Allah onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar." (Buhari Merdal ;3 Müslim Bir, 49)

Rabbi öyle merhametliydi ki... Bir kez daha hatırladı. Derin bir elhamdülillah dedi.

Evet zorlukları vardı ama bir ilacı da vardı: Sabır

Hem de bu ilacın tahmin bile edilemediği sonucu...

"Sabredenlerle, felaketlere karşı dişlerini sıkıp göğüs gerenlere, mükafatları karşılıksız ödenecektir."(Zümer/ 10)

"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!"(Bakara/ 155)

"Ama kim sabreder ve bağışlarsa, işte bu benimsenmeye değer işlerdendir."(Şura/ 43)

 Yine üzülürdü, sinirlenirdi, kırılırdı ama sabrederdi artık. Sımsıkı tutunacağı kuvvetli bir dalı oldu.

 

Şimdi daha iyi kavradı;

Hani dünya imtihandı sabır ise beklenen cevap

Dilinde ya Sabur ya Allah zikri.

Çıktı yola.

Sabır yoluna...

 

Velhamdülillah

 

/Merdümgiriz

 

 


9 Ocak 2022 Pazar

Kalbin Erbaini Serisi -3- ARINSA KALBİM

Sözlerime Kuran-ı Kerim'den bir ayetle başlamak istiyorum: "Nefsini arıtan felaha erdi." Şems, 91 

Felah; kurtuluş, iyileşme ve onma anlamlarına geliyor.

Kurtuluş: Eğer içimizde imandan bir iz taşıyorsak yapar yapmaz acısı bizi yakan, kalbi yoran ve her seferinde biraz daha karartan, karardıkça koyuluğundan kör edip kendisini fark ettiremeyen, başta kendimizi ve halka halka dünyayı kirleten, yaşanılmaz kılan işlerden kurtulmak.

Ve iyileşme: Çeri çöpü temizlenmiş bir toprağa yeni tohumları ekmek gibi. Yeşermelerini beklemek heyecanla... Evet eğer iyileşmek istiyorsak önce bizi hasta eden o çöplerden, mikroplardan kurtulmak gerekiyor. Ardından toprağa ekmeli tohumları, suyunu vermeli, ihmal etmemeli. Mikroptan arındıktan sonra destek tedavisi vermeli. Beslenmesini güçlendirmeye çalışmalı, hayatını düzenlemeli. Gazali bu konudan şöyle bahseder: "Nefs tedavisi, onu rezilliklerden ve düşük huylardan temizleyip faziletleri ve güzel ahlakı kendisine zerk etmektir. Bu bedendeki hastalıkları yok etmek suretiyle bedeni tedavi edip onu sağlığına kavuşturmaya benzer." Ve devam ediyor: "Nefsini tezkiye etmek için eğer nefsin temizlenmiş ise onu koru, meyledici ise itidale çevirerek kuvvetlendir. Nefsin temizlenmesi bir daha kötü sıfatlara iltifat etmeyecek şekilde olacaktır."

Peki nefsimizi arındırdıktan sonra güzel huyların bizde melekeye dönüştüğünü nereden anlayacağız?

İfrat ve tefritin arasında mutedil olan güzel huyun nefiste yerleştiği şöyle anlaşılır diyor Gazali: O huyu gerektiren fiillere bakılır. O fiilden haz duyuyorsan O fiili gerektiren huy (karakter) sende yerleşmiştir.

Bu noktada “haz alma" aklıma "iştah" kavramını getiriyor. İnsan iştahsızsa bu birçok hastalığa kapı açar aslında. Yemek istemez ve vücudu bitkin düşer. Dengeleri bozulur. Ben de kendimi sorguluyorum: Namaza, Kuran okumaya, Allah'ın (cc) anıldığı sohbetlere, Efendimiz (sav)’den, sahabeden (ra) bahseden dostlara, kitaplara iştahım ne kadar? Eğer günah ve gafletle dolduruyorsam günlerimi yavaş yavaş iştahım azalıyor güzel olana. İştahım azalınca boşluğa kötülük geliyor oturuyor. Bu kötü döngüyü kırmak lazım. Çünkü bu döngü insana gerçek bir azap. Zira "Kalpler ancak Allah'ı anmakla mutmain olur" buyuruyor Rabbimiz Rad sûresinde.

Diğer yandan terazinin gaflet kesesi ağır bastıkça gelebilecek bir tehlike daha var: "Allah'ı unutmuş, Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! Onlar yoldan çıkmış fasıklardır." diye uyarılıyoruz.

Eğer nefsimizi arındırmak için elimizden geleni yaparsak, kulu bir adım atarsa ona on adım yaklaşan Rabbimizin bize bir hediyesi var. Gazali şöyle anlatıyor: "Tezkiyeden sonra yerleşen iyi hasretler kalbe gelirse kalp aynasının parlaklığını, nurunu arttırır. Hakkın tecellisi orada parıldamaya, dinde arzulanan istenen işin hakikati ona keşfolunmaya başlar. Resulullah (sav)’in  şu sözünde bu kalbe işaret vardır: "Allah hayrını murat buyurduğu kulunun kalbinde bir öğütçü yaratır." Bu ne büyük müjde ne büyük lütuf ne büyük sevinç Allah'ın kalbimize hakkı batıldan ayırabilecek bir öğütçü koyması... Tıpkı şu müjdeli hadisi şerifteki gibi: "Allah-u Teala şöyle buyurmuş: Kulum bana kendisine farz kıldığım şeylerden daha hoş bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Sonunda onu severim. İşte o zaman onun işiten kulağı, gören gözü, sımsıkı tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum. Benden bir şey isterse bunu ona mutlaka veririm. Bana sığınırsa onu mutlaka korurum." Bu mutluluk dünyadaki her şeye bedel değil mi?

Sevgili dostlar, hepimiz kalplerimizi kirletiyoruz. Bir yandan ayağa kalkmaya çalışsak da bir yandan düşüyoruz. Durağan bir ömür değil bizimkisi, durağan değil hiçbir yaratılan. Ancak hep daha yükseğe kalkmaya çalışabiliriz. Düşüşlerimiz daha az yaralayacak cinsten olabilir. Yeter ki ısrarcı olmayalım hatalarımızda. Bilerek kanatmayalım kendimizi. Biraz daha biraz daha iyiye yol almalı. O'na kul olmaya, O’nu tanımaya sevmeye geldiğimiz bu dünyada biraz daha yaklaşmalı her fırsatta O’na.

Bu uzun yolculukta, yolda kalabilmeyi, yolun hakkını verebilmeyi nasip etsin Allah cümlemize. Allah yar ve yardımcımız olsun.


/ Yolcunun Gölgesi



5 Ocak 2022 Çarşamba

Kalbin Erbaini Serisi -2- KALBİN HUZURU, KALBE VE ALLAH’A GİDEN YOL: İBADET


   Kalp: Yere göğe sığmayan Allah’ın içine sığdığı tek yer… Tecelli aynası, ilahi isim ve sıfatların en mükemmel şekilde tecelli ettiği yer…

   Şems-i Tebrizi; "Allah’ın sırrı sensin kalbine yolculuk et." diyor. Biz de bu yazımızda hep birlikte kendi kalbimize, oradaki mücevheri keşfetmeye doğru yola çıkacağız: Güzellikler, saklı kalan duygular eşliğinde Allah’ı bulacağız.

    Ondan önce kalbi tanımlamak ve müteradiflerine (eş, yakın anlamlılarına) değinmek istiyorum. Kalbin eş anlamlılarından biri olan "sadr" biliyorsunuz ki Kur’an'da  çokça geçer.

   “Allah’tan korkun çünkü Allah göğüslerin içindekini bilir" (Maide, 5/6)


"Rabbim elbette göğüslerin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir" (Neml, 27/74)

"Onlarla (müşriklerle) savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onlara azap etsin onları rezil etsin, sizi onların üzerine getirsin ve müminler topluluğunun göğüslerine şifa versin.” (Tevbe, 9/14)

    Bu ayetlerde "gögüs" diye geçen şey yani "sadr" kalbe ithafen söylenmiştir. Kalbimiz; sevgi, merhamet, sadakat, vefa gibi güzel duyguların yanı sıra kibir, kin, korku ve vesvese gibi kötü duyguların da barındığı yerdir aslında. Biz Müslümanlara düşen ise kötü duyguları özgür bırakıp iyilikleri ise kalbimizde filizlendirip büyütmektir. Son ayette geçen 'müşriklerle karşı savaşın' cümlesini günümüz çerçevesinde 'kalbimizde ki kötülüklerle savaşın' diye algılayabiliriz. Çünkü kalbimizdeki kötülükler orda bulunduğu sürece kalpteki iyilikleri de yok ediyor ve gittikçe kalbi işgal ediyor. Kalpteki küçük siyah bir noktanın giderek büyüyüp kalbi ele geçirmesi gibi. İşte bu siyah noktalar aslında bizim nefsimizi temsil ediyor, biz ne kadar çok nefsimizin esiri olursak o kadar çok orda taht kuracak ve yıkılması zor bir hal alacaktır. Bu yüzden kalpten gelecek bir şekilde "Ey kalpleri değiştiren, evirip çeviren Allah’ım kalbimi dinin ve taatin üzerine sabit kıl." zikrini çokça eda etmeliyiz. Aynı zamanda kalp insanın vicdan merkezidir. Bu demek oluyor ki karar verirken düşünürken, hareket ederken kısacası Müslümanca yaşamaya çalışırken kalp bizim en önemli pusulamızdır. Kalp Allah’a ait olduğu için ahlaken uygun olmayan bir hal üzerine olduğumuzda kalp bundan rahatsızlık duyar ta ki biz o yoldan vazgeçene kadar ama maalesef ki nefislerinden ve zulümlerinden kalpleri kararan insanlar bunu algılayamazlar. Rabbim bizi o insanlardan ve bulundukları ortamlardan muhafaza etsin inşallah .

    Kalbin doğru yolda sebat edebilmesi için de doğru yolda olmak, ibadetle hemhal olmak lazım. Nasıl ki vücudun besin ve su kaynağına ihtiyacı var, kalbin de Allah’ı anan dil ve Allah yolunda işlev gören akla ve bedene ihtiyacı var. Kalp, imanı tasdik ederek şifa bulur ve huzuru yakalar. Nitekim kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. Ayrıca ameller kalplere göre şekillenir... Kalbe Allah’tan başka bir şey yerleşirse o kalp bozulur ve zulüm olur, adaletten sapılır ki adalet demek her şeyin yerli yerinde olması demektir. Kalbe yakışan da Allah sevgisidir.

     Peki kalp nasıl kötülükten arındırılıp temizlenir ve huzura erer biraz da onu konuşalım. İnsanın kalbi, onun evrenidir, içine deryalar sığar; ben ne kadar yazsam çabalasam da düşüncelerimi hissettiklerimi aktarmaya ne kelimeler yeterli gelir ne de ben idrak edebilirim. Onun yerine kalbin kapısını Allah’a açacak anahtarı yani ibadeti konuşalım biraz. Evet düşündüklerimiz ve hareketlerimiz, kalbimize; kalbimizdekiler de hareketlerimize tesir etmektedir şüphesiz. Biz kalbimizi düzeltmek istiyorsak önce hareketlerimizi düzeltip ibadete sımsıkı sarılacağız ki kalbimizdekileri kolay bir şekilde kovabilelim. Çok şanslıyız ki ibadet kapısı derya deniz bir dünyaya açılıyor öyle ki bir mazluma gülümsemek, yolda kalmış bir düşküne el uzatmak, derdi olan bir dosta kulak vermek onun derdiyle hemhal olmak kısaca Allah rızasına giden her yol bizim için bir ibadettir. Ama öncesinde elbette ki İslam’ın şartı olan namaz, oruç ve zekatı da hayatımızın en önemli yerine getirmek lazım. Bunu yapınca göreceksiniz ki kalbimiz yumuşamış ve dünyadaki her varlığa, yaratılan sevgi ile bakıyorsunuz. İbadet öyle bir mucize ki siz yaptıkça iştahlanıyorsunuz ve daha çok daha çok yapmak istiyorsunuz. Hani hadis-i şerifte “Kulum bana bir karış yaklaştığında ben ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşınca ben ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek geldiği zaman ben ona koşarak varırım."(Buhari,tevhid50.) denildiği gibi aslında her şey bizim ilk adımı atmamıza ve bu yolda sebat etmemize bağlı. Ondan sonrasında zamanla kalp devreye giriyor ve (adeta otomatik pilottaki gibiJ) kararlarınızda size yol gösterici ve ruha şifa oluyor.

 

/Rosalinda

    


2 Ocak 2022 Pazar

Kalbin Erbaini Serisi -1- KALBE GİRİŞ


 Bismillahirrahmanirrahim


Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun ki O biz gözle dahi görünmezken gözler, gönüller verdi. Ve tabi işitme yetisi de... (1) Efendimiz (Sallahu aleyhi vesellem) de önce vahye kulak verdi; vahyedilen ise vahyeden Allah (cc) tarafından toplandı, okundu, açıklandı. (2) Aracı olan 'dil' de Resulü(as)'nün idi.


Gönüllerin tabibi, Efendimiz (sav) buyurmuş ki : "Kulun kalbi istikamet üzere olmadan, imanı istikamet üzere olamaz; dili istikamet üzere olmadan da kalp istikamet üzere olamaz. Şerlerinden komşusu emin olmayan cennete giremez." Hadisten çıkardığımız ölçütler: dil- iman- kalp; amel bütünlüğü. Efendimiz as, bize ölçebileceğimiz değerler bildiriyor. Merkeze kalbi alıp farklı açılardan bakmaya çalışalım. Dille alakalı kavramları irdeleyelim, dille yolunu bulan amelleri: dua, kavl (söz), nida gibi.

I. Dua ve kalp. İlk hadiste 'istikamet üzere olmak' kavramı dikkatimi çekiyor, devam eden bir süreci anımsatıyor. "Ey kalpleri halden hale çeviren Rabbim, benim kalbimi senin dinin üzere sabit kıl."Ümmü Seleme(ra) validemizin bildirdiği, En Güzel Örneğin (sav) en çok tekrarladığı dualardan biri,

'Tekrarla'nan bir dua, neden? Ki alime validemiz soruyor: "Ey Allah'ın Resulü(sav) neden bu duayı çokça yapıyorsun? 'Şöyle buyurdular: 'Hiç kimse yoktur ki onun kalbi Allah'ın parmakları arasında olmasın, dileyenin kalbini düzeltir, doğru yola kor, dileyenin de kalbini kaydırır, yoldan çıkar."
Demek ki yardım talebimiz devamlı olmalı, duanın sıkça tekrarı gibi, günün beş vakti huzura durmak gibi. Velhasıl duanın kalple ilişkisi, hekim ve hasta misali.
Ayrıca öğreniyorum ki salatın, tekbirin, şükrün, takdisin de sözlükteki anlamı dua. Kalple samimiyete dökülen, dille amele dönüşen, ibadetin özü olan 'dua'.

II. Kavl ve kalp. Kendisinin beyanının herkesi aciz bıraktığı Kur'an-ı Kerim'de sözle ilgili sıfatlar olduğunu öğreniyorum. Güzel (hasen), faydalı (maruf), adaletli (adl), sağlam(sedid), kerim, açık (beliğ), yumuşak (leyyin); kötü (sû'), çirkin (münker), yalan (zur)... (4) Pekişiyor ki kalbin halleri var, kavlin de. Kalp anne babaya ihsanı öğütleyen Rabbini dinler, söz 'kerim' olur; Musa as gibi vahyi dinler firavuna söz 'leyyin' olur. Mazlumun ise kalbi incinirse, Rabbi yaşadığı zulmü dile dökmesine izin verir, bu halin ruhsatı 'sû' söz olur. (5)


III. Nida ve kalb. Bu ilişkide farklı kavramlar da göze çarpıyor. 'Çağırmak, seslenmek, yalvarmak' anlamları taşıyan nida, kimin seslendiğine ve kime seslenildiğine göre anlam kazanıyor. İnkar edenlerle muhatap olunursa 'seslenilenin' kalbi sıkıntısından (küfründen) ötürü yapılan çağrı, sağıra yapılmış gibi adlandırılıyor. (6) Diğer tarafta ise seslenenin Zekeriyya as gibi gönle sahip bir nebi, seslenilenin de Gönüllerin Sahibi olduğu o ayet: "O vakit ki Rabbine nida etmişti, gizli bir nida" (7) Bildirilen üzere öğreniyoruz ki Zekeriyya as kendinden sonraki yakın kesimin halinden endişe ediyor ve bir yardımcı istiyor. Kendisi yaşlı, eşi akim*. Ama Zekeriyya as'ı da bizleri de hiçbir şey değilken yaratan Allah(cc) ona bir oğul müjdeliyor. Kalben endişe dilde gizli bir yakarış oluyor, Hz. Yahya (as)'a 'sebep' oluyor.


Ve söz ki cahilin dilinde çoğalır, bazen yavanlaşır. Sözü uzattık zihni yorduk belki ama düşünmek Rabbimizin tavsiyesi değil midir? Deryada damla dahi olmayan bu araştırma süreci içerisinde, deryanın sınırının Alim olan Allah'ta sınırsızlığının farkına vardık. Velhasıl Allah'ın izniyle embriyonik sürecimizin 23.gününden beri atan, şekilden şekle, halden hale giren, O'nun elinde bizim bedenimizde olan bu et parçasına dikkat etmeli. Cümleten düzelişi mesleğimize ihtiyaç bırakmayabilir, (en basitinden dünyada ilk sıradaki ölüm nedenlerini ekarte edebilir), ümmeten düzelişi Müslümanları aziz kılabilir, dikkat etmeli.


Elhamdulillah


/LeyluNehar


Kaynak Alınanlar/ Faydalanılanlar:
-Kuranmeali.org
-Langman Medikal Embriyoloji
-Nedirnedemek.com
-Tdk.gov.tr
-Kalbin Erbaini, Mehmet Görmez
1 : Mulk.23
2:  Kıyamet.16-19
3 : Taha.44
4 : Kalbin Erbaini
5 : Nisa.148
6 : Bakara.171
7:  Meryem.3 (Elmalılı Hamdi Yazır, Hasenat Kur'an Araştırma Programı)
*Akim : İnfertil, kısır.

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...