31 Ekim 2020 Cumartesi

Değerlerimiz Serisi -10- İLİM NAKKAŞLARI


"İki kişiye haset derecesinde gıpta edilir: biri Allah'ın verdiği malı Hak yolunda sarf eden zengin, diğeride Allah'ın verdiği ilmi insanlara öğreten ve aralarında ilmi hüküm veren alim."-Hadisi Şerif

Öğretmenim, canım benim canım benim! 

Seni ben pek çok pek çok severim.♡ 

Ne de çok söylerdik bu şarkıyı. Öğretmenler gününde sınıfı bununla inletirdik doğru hatırlıyorsam. 7 yaşını bile doldurmadan emanet edildik onlara. Doğruluğu tartışılır ancak etimizi de kemiğimizi de öğretmenimize emanet etmişlerdi. :) Bizimle ilgilenen, oyunlar oynayan, ilerleyen dönemlerde ödevlere boğan öğretmenlerimiz... Yaş aldıkça öğretmen kelimesi hocaya dönüştü, e büyüdük ya, öğretmenim demek komik kaldı. Hocam aşağı, hocam yukarı... İlk başta tuvalete gitmek için öğretmeninden izin alırken, lisede okuldan kaçmak için hocaların zafiyetini gözlemler hâle geldik. Hani az çekmediler bizden...:) Derdimiz bitmezdi.

Peki öğretmen sadece okulda mı olur? Sen tanımasan dahi dışardan görüp beğendiğin bir hareketini, sözünü kendine kattığın insan da öğretmenin
dir.
Yeri gelir bir çocuk masum, saf hareketleriyle ne zamandır çözemediğin soruna cevap olur. Sevmediğin insan dahi ne yapmaman gerektiğini öğretir, öğretmenin olur. Hayatımızda ne çok 'öğretmen' var değil mi? Ben farkındalık kazanmaya bayılırım. Bana farkındalık katanlara da bayılırım. Öğretmenler çok kıymetli Sevgili Okur. Bize bir hareketiyle dahi değer katmış, farkındalık uyandırmışsa müteşekkir olmalıyız o insana. 

Mümin vefalı olur. Peygamber Efendimiz Aleyhisselamın Hz. Hatice'ye vefasını ne kadar çoktu değil mi? Hz. Aişe (ra) diyor ki: "Ben Peygamber'in (sav) eşlerinden hiçbirini, Hatice'yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Oysa ki ben Hatice'yi (benden önce vefat ettiği için) görmemiştim. Ancak Peygamber (sav) ondan çok bahsederdi. Bazen bir koyun keser, onu parçalara ayırır, sonra da Hatice'nin dostlarına gönderirdi. Bazen ben: 'Sanki yeryüzünde Hatice'den başka kadın yok!' diyerek serzenişte bulunurdum da Allah Resulü: 'Hatice şöyle idi, Hatice böyle idi. Üstelik ondan benim çocuklarım var.' derdi." [1] 

Sadece Hz. Hatice değil, Efendimiz herkese çok vefalıydı. Kendilerine yapılan iyiliği unutmazdı. Hz. Peygamber Aleyhisselam kendilerini zor anında himayesine alan, kol kanat geren hatta O'nu himaye etmek uğruna canını ve soyunu tehlikeye atan Mut'im b. Adî'i hiçbir zaman unutmadı. Hatta hicretten kısa bir süre sonra vefat eden Mut'im için Bedir Savaşı sonrası esir edilen Mekkeli müşrikleri işaret ederek: "Eğer Mut'im b. Adî sağ olsaydı, sonra şu kokuşmuş kişiler hakkında konuşup onları bağışlamamı  isteseydi hiç şüphesiz ben bunları Mut'im('in hatırı) için serbest bırakırdım." buyurmuştur.[2]

İnsana, ortama değer katmak kolay bir şey değil. Her yiğidin harcı değil. Tecrübesi ile, okudukları ile bir şeyler aktarmak için çabalamak er kişinin işi.  Ben de o insanları görünce tutuyorum, ne katabilirsem kâr diyorum. Hayatımda o insanlara özel zaman ayırıyorum. Çünkü kalpler hırsızdır, huy çalar. Onların güzel huyları bana da sirayet etsin, yaptığı normal bir iş de olsa o işin usulünü ondan alayım isterim. Efendimiz Aleyhisselam'ın buyurduğu gibi: "Kişi arkadaşının dini üzerinedir." Değerli öğretmenlerle arkadaşlık kurmaya çalışıyorum ben de. O yüzden en sevdiğim dualardan biridir Allah seni iyilerle karşılaştırsın duası. 

Bildiğiniz gibi fertlerin ve toplumların maddi ve manevi her alanda yükselip ilerlemelerini temin eden unsurların başında ilim gelmektedir: 

"Elbette nevi beşer ahir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ilmin eline geçecektir. Her şey ilme bağlıdır." [3]

En keskin silah ilimdir. Bu sebeple dinimiz ilme, okumaya ve öğrenmeye büyük değer vermiş; ilim tahsilini her Müslümana farz kılmıştır.

O kadar ki insanlığa doğru yolu ve gerçek saadeti göstermek üzere indirilmiş olan Kur'an-ı Kerim'in ilk emri "İkra!" (oku) olmuştur. Bütün insanları bir tarağın dişleri gibi eşit sayan İslamiyet:

"Hiç bilenlerle bilmeyen bir olur mu?"

"Allah içinizden iman edenlerle ilme nail olanların derecelerini yükseltir."

"Kulları içinde Allah'tan gerektiği şekilde ilim sahipleri korkar!"ayet-i celileleri ile ilim sahiplerini diğer insanlardan ayırıp yükseltmiştir. Pek çok ayet-i celileyle de cehaleti ve bilgisizliği kötülemiştir.[4]

Hz. Ali radıyallahu anh, adam adamın gölgesinde büyür, der. İlim ehli de bu kadar kıymetli iken insan onların dizinin dibinden ayrılası gelmiyor. İlim ehliyle birliktelik ayrı güzel, evet ama bizzat ilim ehlinden olmak bambaşka bir dünya. Allah'tan hakkıyla korkanlardan olmak, derecesi yüksek olanlardan olmak ne kadar cazip geliyor insana. Bu yazı için araştırma yaparken etkilendiğim hadislerden bahsedeyim size:

 "İlim öğrenmek için bir saat çalışmak, bana gece sabaha kadar ibadet etmekten daha hoştur." 

"İlmin fazileti, ibadetin faziletinden üstündür."[5] İlmin bu kadar kıymetli olduğunu bilmiyordum açıkçası. İlim de ibadet de bir araç ama ilim ibadeti taçlandıran, tefekkürü arttıran, ahlakı güzelleştiren bir vasıta... İlim yolcusu olmak istiyorum ben de. Aklınıza gelirsem bana da dua ederseniz müteşekkir olurum. İlim araç evet, amaç Allah rızası. Biz sebepler aleminde yaşadığımız için sebeplere de iyi sarılmamız gerekiyor. Bir şekilde Allah'ın rızasını kazanırsak elbette gerekirse sebepleri de aştırır Rabbim.

İlim yolcusuna bir dipnot vereyim, sonra da dualarla sırlayalım yazımızı: "Dikeni var diye gülden vazgeçilir mi? Asıl mesele, batsa da dikenleri, kanatsa da elleri, acıtsa da yürekleri gül yetiştirmeye devam edebilmektir." Muhammed Emin Yıldırım

"Allah'ım faydasız bilgiden, huşu duymayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan Sana sığınırım."[6]

" Allah'ım! Senin katından öyle bir rahmet istiyorum ki o rahmet vasıtayla kalbimi doğru yola ilet."[7]

"Allah'ım! Bana ilimle insanlara hizmet edebilmeyi öğret". Hz. Rubeyyi binti Muavviz

 "Allah'ım bana ilmi, ilmi öğrenmeyi, çalışmayı sevdir."

/Müberra


Kaynakça:

[1]B3818 Buhari, Menakıbul ensar, 20

[2]B4024 Buhari, Meğazi,12

[3]Sözler, Yirminci Söz'ün İkinci Makamı

[4]-[5]Sorularla İslamiyet, İslâm'da ilim ve alimin fazileti isimli yazıdan alıntı, normalde Sorularla İslâmiyet sitesi kaynakça belirtiyordu ama bu yazısında belirtmemiş, hadisleri ilim ehli bir hocama sordum, kendisi de yazıyı okudu, Allah'ın izniyle sahih hadisler, kendileri Haktan Bilen, aynı ismiyle blogu var, takip etmenizi tavsiye ederim. :)

[6]Nesai, İstiaze,64

[7]Tirmizi, Deavat,30

29 Ekim 2020 Perşembe

Değerlerimiz Serisi -9- CANDAN ÖTE






Şu çağda ne kolaydır sosyalleşmek,
İletişim kurmak.
Bir dokunuşuna bakar sevdiğine ulaşmak.
Gel gör ki zoruna gider söz konusu "onlarsa" 
Bir mesaj atmak veyahut selamlaşmak

Nerden nereye geldik Ey Dost, sorarım sana
Çocukluğunun şekerli,
Gülüşlerinle bezeli
Bayramlarına şenlik katan anılarına baksana
Amcan seslenir oradan
Halan şen şakrak, latiftir.
Çocuk yüreğinle hissedersin:
"Sevmek bizde reflekstir."

Anne tarafı desen
Canciğer kuzu sarma!
En fena kavgaları onlarla yaşasan da
Apayrıdır yerleri
Candan öte, candan içeri

Şimdi herkes ayrı dağda
Olsun, elindeki var ya
Dere tepe aşar da
İstediğini getirir yanı başına
Yengenin gönlünü,
Nenenin duasını almak
İşten bile değilken
Acizane deriz:
"Vaktim yok, her iş bana bakmakta..."

Bir çok insanın aksine
Yanında, yamacındalarsa
Sakın diyeyim, sakın!
Bu fırsatı kaçırma
Elbet nimet gelir imtihanla
Ama bak sen kulluk nazarıyla
Miras mı derdiniz?
Affet, sev, sevindir
De ki: "Senden kıymetli midir?"
Değer mi dünyadaki cennetin huzurunu kaçırmaya?
Ebedi saadete kara çalmaya?

Şu dünyada güllük gülistanlık ne var ki?
Yok!
İnan bana
Zahmet rahmettir
Hele sıla-ı rahim
Bazen öyle zor gelir ki
İşte,
Resulullah Aleyhisselam
Hiçbir lafı etmez boşuna
Haydi, O'nun hatrına
Kusurunu affet 
Yakınını gözet
Zalimlerden olma...

26 Ekim 2020 Pazartesi

MÜ'MİN TURNUSOLU



Müslüman  bu mu demek? 

Gerçekten böyle mi yaşamalıyız? 

Hayata bakış açımız mı yanlış? 

Yoksa biz mi bu hayatı zorlaştırıyoruz?

Bu işin aslına bakarsanız bence cenneti, hiç var olmamış dar sokaklarda arıyoruz

Peygamber Efendimiz Aleyhisselam şöyle buyurmuştur; 

"Dünya müminin zindanı, kâfirin ise cennetidir." (Müslim, Zühd, 1) 

Düşünürsek İslam mı bizleri bu zindana mahkum ediyor? Yoksa, rahat ve ferah koşullarda yaşayabilecekken, biz mi zorlaştırıyoruz bu koşulları? Zorlaştırdığımızı düşünmüyorsak eğer, peki neden bu kadar ağırlık hissediyoruz? Sabrımızı neden şu ana aktaramıyoruz? Çünkü sabrımızı daha çok geçmişimize ve geleceğimize sarf ediyoruz. İçten içe kendimizi yiyoruz . Halbuki şu anın, şu dakikaların, şu saniyelerin kıymetini bilsek olmaz mı? Düşünsenize Kirâmen Kâtibîn melekleri her anınızı zaten kaydediyor ve geçmişi kaydetmiş durumda. Şimdi ise aldığın her nefesini mühürleyip kaydediyor. Gün boyu aklına gelmeyen ve sanki vücudunun bunu yapması zorunluymuş gibi hissettiğin nefesinin bile aynısını tekrar alamazken, dünya hayatı için bu kadar yıpranmaya değer mi? Kendimize ve çevremize bu kadar zarar verdiğimize değer mi? İnsanları hor görmeye, aşağılamaya, iltimaslara göz yummaya, çaktırmadan rüşvet almaya, çocukların tacizlerini umursamamaya ya da dilsiz yaratılan onca canlıya eziyet etmeye, dövmeye, sövmeye değer mi? 

'Yoksa bizler fark etmeden değdi mi?'

Bilmiyorum ama artık kendimize bir dur demenin zamanı geldi. 

Allah kuluna kâfi değil mi? ( Zümer 36) 

Bize kafi olacağına söz vermiş olan Allah'a neden güvenmeyiz ki? Rızkı patrondan bekleriz, namaz için vaktim yoktu deriz, zekat için olan parayı bir yıl dolmadan  elden çıkarayım deriz, biz hep bir şeyler  söyleriz ama gerçekten bir mümin böyle mi yaşamalı? Bu dünyaya sadece bunlar için mi gönderildik? Yiyip, içmek, gezmek, tozmak, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak... Bize öğretilen değerlerin hakikatleri ve kıymetler bunlar mı? Yoksa gerçekten Merhum Arif Nihat Asya’nın dediği gibi:

"Bize bir nazar oldu, Cumamız pazar oldu,

Bize ne olduysa, hep azar azar oldu."  

Sizler de böyle düşünenlerden misiniz?  Biraz oku. Sonra mezun ol. Evlen. 4 oda 1 salonlu ev için bir ömür çalış. Yetmezmiş gibi oturtmaya kıyamayacağın 40 bin liralık salon takımı al. Oturma odasına asmış olduğun TV’nin karşısına geç. Aptal dizilerin beynini kıyamasına müsaade et. Çocuk yap. Çocuğunla ilgilenmek yerine eline tablet ver. Ama sen tüm vaktini israf et. O da yetmezmiş gibi namazları terk et. Çocuğunu büyüt. Evlendir. Aynı hayatın onunda yaşamasını izle ve öl! Gerçekten istediğimiz, her gün hayalini kurduğumuz toz pembe evler böyle mi?  İstediğimiz hayat bu mu? Biz bu muyuz?

Lütfen kendinize gelin ve artık şu cümlelerin ardına sığınmaktan vazgeçin: “ Ne yapalım, hayatın şartları bunları gerektirdi ve biz de böyle yaşadık.” İnanın bu yalana artık kargalar bile gülmüyor. Bir hakikat var ki inansak da inanmasak da gözler önünde: ölüm! Hepimizin kapısını iyi ya da kötü çalacak olan ölüm. Belki şu satırları okuduktan sonra seni bulacak olan ölüm. Peki biz buna ne kadar hazırız? Nasıl yaşadık şu ana kadar? Ölüme kendimizi ne kadar hazırladık? Ömrümüzden belki 20, belki 30 yıl geçmiş ama bizler 1 lezzet için 10 tokat yemeği yeğlemişiz.  

Akıl etmez misiniz? (Hud.51) ve ardından Yahya b. Muaz'ın sözü çınlatıyordu semayı: "Men arafe nefsehu fekad arafe Rabbehu. / Nefisini bilen, Rabb’ini bilir."

Öyleyse kendini bilmek ne mühim şey değil mi ? Çünkü Rabb’e giden yol, kendini bilmekten geçiyor. Peki kendimizi ne kadar tanıdığımıza karar vermek için şimdi terazinin başına geçip kefenin bir ucuna biz oturalım. Ardından bir bir  altta bırakacağım özelliklere artı-eksi koyalım.  Ne kadarı bizde mevcut, ne kadarı mevcut değil tek tek bakalım ve bugün kendimizi biz sınayalım. Unutmayalım ki bu sınavda kopya serbest. Kuran-ı Kerim yanı başımızda ama elbette nefis de yanı başımızda. Bediüzzaman Said Nursî'nin dediği gibi: "Dost istersen Allah yeter. Düşman istersen nefis yeter." (Sözler, Yirmi Üçüncü Mektup.) 

Bugün nefislerimize galip gelmek için kefenin ucunda biz oturalım ve  ne yapmak istediğimize biz karar verelim. Onun esiri olmayalım. O’nun (c.c) kulu olalım. Ümmete hayırlı bir evlat olalım! 

Şimdi sıralayacağım özellikleri nakış nakış, ilmek ilmek, kendimize dokuyup, bir yandan sorgulayalım. Biz ne haldeyiz? Hangi kefemiz ağır basıyor? Bu yaşımıza kadar neler biriktirmişiz? Hep birlikte eğri oturup doğru konuşalım. Bir kez daha tövbe kapısını çalıp bu özelliklerin tamamını vücudumuza zerk ettirelim. O halde besleme ile bu işe başlayalım. Gerçek benliğimizin ve fıtratımızın ne olduğunu bulalım.

BİSMİLLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM 

• Müminler ancak Allah'a kulluk ederler. O'ndan başka zihinlerinde ilahlaştırdıkları hiçbir varlık yoktur. (Fatiha Suresi, 1-7; Nisa Suresi, 36)

 • Allah'tan korkup-sakınırlar. Allah'ın yasakladığı veya rızasına aykırı olan bir şeyi yapmaktan çok çekinirler. (Al-i İmran Suresi, 102; Yasin Suresi, 11; Tegabün Suresi, 15-16; Zümer Suresi, 23)

 • Yalnızca Allah'a güvenirler. (Bakara Suresi, 249; Tevbe Suresi, 25-26)

 • Allah'tan başka hiç kimseden korkmazlar. (Ahzab Suresi, 39)

 • Allah'a şükrederler. Bu nedenle ekonomik yönden darlıkta ya da bollukta olmaları onlara herhangi bir üzüntü ya da böbürlenme vermez. (Bakara Suresi, 172; İsra Suresi, 3; İbrahim Suresi, 7)

 • Kesin bilgiyle iman etmişlerdir. Allah'ın rızasını kazanmaktan dönmek gibi bir düşünceye asla kapılmazlar. Her gün daha şevkli ve heyecanlı biçimde hizmetlerini sürdürürler. (Hucurat Suresi, 15; Bakara Suresi, 4)

 • Kuran'a kuvvetle bağlıdırlar. Tüm hareketlerini Kuran'a göre düzenlerler. Kuran'a göre yanlış olduğunu gördükleri bir tavırdan hemen vazgeçerler. (Araf Suresi, 170; Maide Suresi, 49; Bakara Suresi, 121)

 • Sürekli Allah'ı anarlar. Allah'ın herşeyi gören ve işiten olduğunu bilir, sürekli Allah'ın sonsuz kudretini hatırda tutarlar. (Al-i İmran Suresi, 191; Rad Suresi, 28; Nur Suresi, 37; Araf Suresi, 205; Ankebut Suresi, 45)

 • Allah karşısında acizliklerini bilirler. Mütevazidirler. (Ancak bu, insanlara karşı aciz görünmek ve ezik tavırlar sergilemek demek değildir.) (Bakara Suresi, 286; Araf Suresi, 188)

 • Her şeyin Allah'tan olduğunu bilirler. Bu nedenle hiçbir olay karşısında telaşa kapılmaz, her zaman serinkanlı ve tevekküllü davranırlar. (Tevbe Suresi, 51; Teğabün Suresi, 11; Yunus Suresi, 49; Hadid Suresi, 22)

 • Ahirete yönelmişler, asıl hedef olarak ahireti belirlemişlerdir. Ancak dünya nimetlerinden de faydalanır, dünyada da cennet ortamının bir benzerini oluşturmaya çalışırlar. (Nisa Suresi, 74; Sad Suresi, 46; Araf Suresi, 31-32)

 • Sadece Allah'ı ve müminleri dost ve sırdaş edinirler. (Maide Suresi, 55-56; Mücadele Suresi, 22)

 • Akıl sahibidirler. Her an ibadet bilincinde olduklarından sürekli dikkatli ve uyanıktırlar. Devamlı olarak müminlerin ve dinin lehine akılcı hizmetler yaparlar. (Mümin Suresi, 54; Zümer Suresi, 18)

 • Tüm güçleriyle Allah adına inkarcılara, özellikle inkarcıların önde gelenlerine karşı büyük bir fikri mücadele verirler. Hiç yılmadan ve gevşemeden mücadelelerini sürdürürler. (Enfal Suresi, 39; Hac Suresi, 78; Hucurat Suresi, 15; Tevbe Suresi, 12)

 • Hakkı söylemekten çekinmezler. İnsanlardan çekindiklerinden dolayı gerçeği açıklamaktan geri kalmazlar. İnkar edenlerin haklarında söylediklerine, alay ve saldırılarına aldırmazlar, kınayıcıların kınamasından korkmazlar. (Maide Suresi, 54, 67; Araf Suresi, 2)

 • Allah'ın dinini tebliğ etmek çeşitli biçimlerde insanları Allah'ın dinine davet ederler. (Nuh Suresi, 5-9)

 • Baskıcı değillerdir. Merhametli ve yumuşak huyludurlar. (Nahl Suresi, 125; Tevbe Suresi, 128; Hud Suresi, 75)

 • Öfkelerine kapılmazlar, hoşgörülü ve bağışlayıcıdırlar. (Al-i İmran Suresi, 134; Araf Suresi, 199; Şura Suresi, 40-43)

 • Güvenilir insanlardır. Son derece güçlü bir kişilik sergiler, etraflarına da güven telkin ederler. (Duhan Suresi, 17-18; Tekvir Suresi, 19-21; Maide Suresi, 12; Nahl Suresi, 120)

 • Baskı ve zulüm görürler. (Şuara Suresi, 49, 167; Ankebut Suresi, 24; Yasin Suresi, 18; İbrahim Suresi, 6; Neml Suresi,49, 56; Hud Suresi, 91)

 • Zorluklara katlanırlar. (Ankebut Suresi, 2-3; Bakara Suresi, 156, 214; Al-i İmran Suresi, 142, 146, 195; Ahzap Suresi, 48; Muhammed Suresi, 31; Enam Suresi, 34)

 • Zulümden ve öldürülmekten korkmazlar. (Tevbe Suresi, 111; Al-i İmran Suresi, 156-158, 169-171, 173; Şuara Suresi, 49-50; Saffat Suresi, 97-99; Nisa Suresi, 74)

 • İnkarcıların saldırı ve tuzaklarıyla karşılaşır, alaya alınırlar. (Bakara Suresi, 14, 212)

 • Allah'ın koruması altındadırlar. Aleyhlerinde kurulan tüm tuzaklar boşa çıkar. Allah, onları tüm iftira ve tuzaklara karşı koruyarak, onları üstün kılar. (Al-i İmran Suresi, 110-111, 120; İbrahim Suresi, 46; Enfal Suresi, 30; Nahl Suresi, 26; Yusuf Suresi, 34; Hac Suresi, 38; Maide Suresi, 42, 105; Nisa Suresi, 141)

 • İnkarcılara karşı tedbirlidirler. (Nisa Suresi, 71, 102; Yusuf Suresi, 67)

 • Şeytanı ve yandaşlarını düşman edinmişlerdir. (Fatır Suresi, 6; Zuhruf Suresi, 62; Mümtehine Suresi, 1; Nisa Suresi, 101; Maide Suresi, 82)

 • Münafıklara karşı mücadele eder, münafık karakterlilerle birlikte olmazlar. (Tevbe Suresi, 83, 95, 123)

 • İnkarcıların zorbalıklarına engel olurlar. (Ahzab Suresi, 60-62; Haşr Suresi, 6; Tevbe Suresi, 14-15, 52)

 • Birbirlerine danışarak (istişare ile) hareket ederler. (Şura Suresi, 38)

 • İman etmeyenlerin gösterişli yaşantısına özenmezler. (Kehf Suresi, 28; Tevbe Suresi, 55; Taha Suresi, 131)

 • Zenginlik ve mevkiden etkilenmezler. (Hac Suresi, 41; Kasas Suresi, 79-80; Nahl Suresi, 123)

 • İbadetlere titizlik gösterir, namaz, oruç ve benzeri ibadetleri dikkatle yerine getirirler. (Bakara Suresi, 238; Enfal Suresi, 3; Müminun Suresi, 1-2)

 • Çoğunluğa değil, Allah'ın verdiği kıstaslara uyarlar. (Enam Suresi, 116)

 • Allah'a yakınlaşmak, örnek bir mümin olmak için gayret sarfederler. (Maide Suresi, 35; Fatır Suresi, 32; Vakıa Suresi, 10-14; Furkan Suresi, 74)

 • Şeytanın etkisine girmezler. (A'raf Suresi, 201; Hicr Suresi, 39-42; Nahl Suresi, 98-99)

 • Atalarına körü körüne uymazlar. Kuran'a göre hareket ederler. (İbrahim Suresi, 10; Hud Suresi, 62, 109)

 • İsraftan kaçınırlar. (Enam Suresi, 141; Furkan Suresi, 67)

 • İffetli davranırlar ve Allah'ın istediği şekilde evlenirler. (Müminun Suresi, 5-6; Nur Suresi, 3, 26, 30; Bakara Suresi, 221; Maide Suresi, 5; Mümtehine Suresi, 10)

 • Dinde aşırılığa kaçmazlar. (Bakara Suresi, 143; Nisa Suresi, 171)

 • Fedakardırlar. (İnsan Suresi, 8; Al-i İmran Suresi, 92, 134; Tevbe Suresi, 92)

 • Temizliğe dikkat ederler. (Bakara Suresi, 125, 168; Müddessir Suresi, 1-5)

 • Müminlerin arkasından konuşmaz, kusurlarını araştırmazlar. (Hucurat Suresi, 12)

 • Haset etmekten kaçınırlar. (Nisa Suresi, 128)

 • Allah'tan bağışlanma dileyenlerdir. (Bakara Suresi, 286; Al-i İmran Suresi, 16-17, 147, 193; Haşr Suresi, 10; Nuh Suresi, 28)

Sadakallahul Azim

Selam ile dua ile kalın.

/Hüma Asaf

24 Ekim 2020 Cumartesi

Değerlerimiz Serisi -8- BİR KÜL MASALI


Tık tık tık. 

Ding dang dong. 

Tabaklar, boşalan ve anında geri dolan tabaklar... 

Aşureler... Kokusu gelmiştir, canınız çekmiştir kekleri ve daha niceleri... 

Kahvenizi alıp gelin, başlıyoruz! Bugünkü konumuz; komşuluk ilişkileri. 

Komşuluk diyince bir sükun hali hasıl olur, içimize huzur dolar. Nasıl dolmasın ki; yemeğimizi tam ocağa koyacakken fatkettiğimiz o eksik malzemeyi tamamlayan,  kişi başına bir anahtar düşmeyen evlerde acil işi çıkanların anahtarını emanet alan ve böylece aile içi anahtar akışını sağlayan, arkadaştan, akrabadan uzak olduğumuz zamanlarda, bir kahve eşliğinde derdimizin yükünü omuzlarımızdan alan... Komşularımız iyi ki varlar! 

Ev alma komşu al demiş büyüklerimiz ben de bu konuda fikirlerine güvendiğim bir büyüğüm olan babaanneme kulak vereyim dedim: 

 - Babaanne komşuluk sence nedir? 

 - Komşuluk iyi günde kötü günde birlikte olmak demektir. Güzellikleri, zorlu günleri paylaşmak demektir. Aileni hemen yanında istediğinde bulamazsın ama komşun en yakınındadır. 

 - İyi bir komşu nasıl olmalıdır? 

 - İyi bir komşuda en önemli özellik sır tutmasıdır. Seninle konuşurken kusur aramamalıdır. Alaylı tavırlar sergilememeli, senin ağlayarak anlattığına gülmemeli...

 - Komşuna neden iyi davranman gerektiğini düşünürsün? 

 - Çünkü Allah komşu suali soruyorsa bu komşuluğun ne kadar önemli olduğunu gösterir. 

 (Babaannem komşulukla ilgili tecrübe ve duygularını aktarmaya devam ediyor. ) 

 - Komşu işin düşünce gelsin başka zaman gitsin dememeli. Komşudan beklediğimizi kendimiz de yapmalıyız. İyi komşu tek taraflı olmaz. Zaten herkesle komşu olmak zordur ama elimizden geldiğince selamlaşmak, görünce gülümsemek, hal hatır sormak yeter. Komşu şart, onlarsız olmaz, insanların komşuluğa da ihtiyacı var. 

Yazıma katkıları için babaanneme teşekkür ediyor artık komşulukla ilgili dinimizin öğütlerine dikkat çekmek istiyorum, buyurunuz;

 *“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın.”  Nisâ sûresi (4), 36

*İbni Ömer ve Âişe radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” 

Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 28; İbni Mâce, Edeb 4

*Ebû Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey Ebû Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını gözet!”

Müslim, Birr 142. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et`ıme 58; Tirmizî, Et`ıme 30

Yazıyı ilgiyle okuyup buralara kadar gelen kardeşim tahmin ediyorum ki komşularına iyilik yapmak için karşına çıkan ilk fırsatı değerlendireceksin. O halde komşularına  gülümsemeyi, ikramlarda bulunmayı, dua etmeyi ve onların duasını almayı unutma! 

Eee ne demişler; "Hayır dile komşuna, hayır gele başına."

/Bir Bibliyofil

22 Ekim 2020 Perşembe

Değerlerimiz Serisi -7- TERBİYENİN SIRRI: ÇOCUĞA BAKIŞ







Çocuk, Allah Teâlâ’nın büyük bir nimeti ve ihsânıdır. 

Her çocuk bir çiçektir. Çocuk masumdur, günahsızdır. 

Çocuk bir süs, bir hazine, bir güzelliktir. 

Şâirin diliyle:

“Kim demiş ki çocuk küçük bir şeydir,

Belki de çocuk en büyük şeydir”

Velhasıl çocuklarımızdan sorumluyuz!..

Yüce Allah'ın insana bahşettiği en büyük ve en faydalı nimetlerden biri evlattır. Müslüman bir anne ve baba, çocuklarının eğitiminden, terbiyesinden ve iyi bir şekilde yetiştirilmesinden sorumludur. Çocuk sahibi olmak çok büyük ve değerli bir sermayedir.

Peygamber Efendimiz aleyhisselam Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Hepiniz çobansınız ve mâiyetinizdeki sürüden mes’ulsünüz.”

“Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmamıştır.” 

“Çocuğun ismini ve terbiyesini güzel yapmak, ana ve babanın çocuğuna karşı olan görevlerindendir.”

“Çocuklarınıza ikram (ve ihsan) ediniz. Terbiyelerine çok dikkat ediniz. Onları güzel terbiye ediniz.”

“Çünkü onlar, Allah’ın size hediyesidir.” 

“Yedi yaşındaki çocuklarınıza namazı emrediniz. On yaşına bastıkları halde kılmak istemezlerse onları cezalandırınız. Kız ve erkek çoçukların yataklarını ayırınız.”

"Çocuklarınızı şu üç güzel haslet üzere yetiştiriniz: Peygamber (aleyhisselam) sevgisi, O’nun Ehl-i Beyti’nin sevgisi ve Kur’an-ı Kerim (okuma) sevgisi.” 

“Allahtan korkunuz ve adaletli olunuz.” 

Anne ve babası tarafından iyi eğitilen ve yetiştirilen bir çocuk, hem yaşadıkları müddetçe hem de ölümlerinden sonra ebeveynine faydalı olacaktır. Yani ölmüş olan anne ve baba, çocuklarının dünyada yaptığı her iyi ve hayırlı işin bereketinden ahiret hayatında faydalanacaktır. Tersi de mümkün... Çocuklarının eğitimi hususunda tembellik eden, yetersiz kalan ve böylece de kural tanımaz ve suç işlemekten çekinmeyen biri olarak topluma katılmasına sebep olan anne ve babalar, ölmüş olsalar bile çocuklarının her hata ve suçunun sonuçlarından etkileneceklerdir. Çocuklarını iyi yetiştiren anne ve babaların öldükten sonra da sevap defteri kapanmaz. 

Peygamber Efendimiz Aleyhisselam bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“İnsanoğlu öldüğü zaman amel defteri kapanır. Ancak üç kimsenin (sevap defteri) kapanmaz. Sadaka-i cariye (cami, medrese, çeşme gibi kalıcı hayır eseri) bırakanlar. Hayırlı, faydalı ilim bırakanlar (dinî bir eser yazan veya İlmî icat ve keşif yapanlar). Anne ve babasına hayır duâ eden (salih ve hayırlı) bir çocuk bırakan.” 

 Ve Kur’an-ı Kerim de bizleri şöyle uyarmaktadır:

“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız imtihan sebebidir ve büyük mükafât Allah’ın katındadır.”

“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafât ise Allah’ın yanındadır.”

“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan (zikretmekten) alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardandır.”

Lokman (a.s.)’ın oğluna yaptığı nasihatlar Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmıştır:

“Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti ,”

 “(Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişi ti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik ve kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”

“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir.”

 “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez”

 “Yürüyüşünde tabiî ol,sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.”

Bize düşen; geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza sevgiyle yaklaşmak, onlara örnek davranışlar sergilemek ve onlara karşı görevlerimizi mükemmel bir şekilde yerine getirmektir. Çocuklara iyi davranmak, onları sevmek, onlara karşı şefkat ve merhamet göstermek İslâm dininin emirlerindendir.

Ve ayrıca çocukların terbiye edilmesinde ve onlara yön vermede tesirli olan unsurların başında şunlar gelir:

1- Aileler,

2- Okullar,

3- Basın-Yayın,

4- Toplum, çevre; toplumda geçerli olan âdet ve gelenekler.

Bu unsurların hepsi de müspet olmalıdır.

 

ÇOCUKLARA KARŞI GÖREVLERİMİZ

 A- Çocuk Doğmadan Önce Yapılacak Görevler:

1- Evlenirken dindar ve ahlâklı bir eş seçmek.

2- Nişanlanma ve evlenme törenlerinin haramlardan uzak ve İslâmî hükümlere uygun olması.

3- Çocuk ana rahmindeyken, annesinin helâl gıdalarla ve sağlık şartlarına uygun bir şekilde beslenmesi.

B- Çocuk Doğduktan Sonra Yapılacak Görevler:

1-Çocuğa, Müslümana yakışan güzel bir isim koymak

2- Sadaka vermek.

3- Doğan çocuk kız olsun, erkek olsun Allah’ın verdiği bir emanet olarak hoş karşılamak..

4- Çocuğu helâl süt ve gıdalarla beslemek.

5- Çocuğun talim ve terbiyesini güzel yapmak:

a- Okuma yazma öğretmek, b- Atıcılığı, yani harp sanatını öğretmek, c- Yüzücülüğü öğretmek, d- Biniciliği öğretmek.

6- Namaz kılmaya ve oruç tutmaya alıştırmak.

7- Çocuğu kötülüklerden ve zararlı alışkanlıklardan korumak:

a- Alkol ve sigaradan korumak, b- Uyuşturucu maddelerden korumak. c-Müstehcenlikten korumak, d- Zararlı yayınlardan korumak, e- Kötü arkadaş çevresinden korumak, f- Kumar ve şans oyunlarından korumak.

8- Millî ve manevi değerlere uygun tarzda yetiştirmek.

9- Vakti gelince evlendirmek. Eş olacak kimselerde kısaca şu özellikler bulunmalıdır:

a- Dinine bağlı iyi bir Müslüman olması, b- Asil ve temiz bir âileden olması, c- Namaz, oruç gibi farz olan ibadetlerini yerine getirip, haramlardan uzak olan bir kimse olması.

d- Tahsil ve terbiyesinin iyi olması, e- Sözü -özü doğru; ahlâkı iyi, güvenilir bir kimse olması.

Aile yuvası İslâmiyet’in emirlerine uygun bir şekilde kurulursa, dünya ve âhiret saâdetine vesile olur. Çocuklarının saâdetini isteyen ebeveyn, bu görevleri en iyi şekilde yerine getirmelidir.

/Asfa Akmer

Kaynakça:

-Diyanet Aylık Dergisi (1998)

-Hadislerden Seçmeler

-Diyanet Kuran'ı Kerim Meali

19 Ekim 2020 Pazartesi

Değerlerimiz Serisi -6- EN BÜYÜK EMANET: SEVGİ



Evliliklerinde 10 yıl ne çabuk geçmişti. Geçen yıllarını düşündükçe derin bir hüzün kaplıyordu kalbini. Hele ki kendinden önce ahirete göç eden Pınar'ı düşündükçe kalbine sanki keskin bıçaklar saplanıyordu. Pınar'ı erken yaşta yakalayan amansız hastalık (meme kanseri) yakasını bırakmamıştı. Tedavilere yanıt alınamamıştı. Hikmetin Pınar ile anıları gözünün önünden gitmiyordu. Pınar ile olan evliliklerini şöyle özetliyordu : "Onu ilk tanıdığımda hanımefendiliğine vurulmuştum. Az konuşur ama öz konuşurdu; kelimeler kalbinden süzülüp gelirdi. Yaşama sevinci etrafındaki herkese motivasyon kaynağıydı."

Pınar'ı kaybedeli altı ay geçmişti tam. Onunla zamanını dolu dolu geçirmediği için derin bir üzüntü duyuyordu. Onun gözlerine daha çok bakıp sevdiğini söylemediğine pişmanlık duyuyordu.

"Onu anlamak için daha çok çabalasaydım... Her ağladığında gözünün yaşını mendille silseydim... Bırak sahte gözyaşını, duygusallığa bağlama gibi cümleler kurmasaydım..." Bu düşünceler Hikmeti yaşayan bir ölüye çeviriyordu.

Pınar'ın çocuk doğuramaması ve onu yıllardır suçlaması, sürekli yüzüne vurması... Annesinin, yengelerinin sözü ile gaza gelip iki defa başka bir kadınla evlenmeye niyet etmesi... Tabi kadınların dolandırıcı oldukları ortaya çıkınca şükür ki ucuz yırtması... İşte ömür boyu hakkını yediği Pınar'ını çok özlüyordu Hikmet. Kokusunu bir defa alabilmek o kara gözlerine bir defa bakabilmek için neler feda etmezdi ki...

On yıl geçirmişlerdi Pınar'la ama nasıl eziyet etmişti. Hikmet yeni evlenecek gençlere acı tecrübelerinden doğan bilgi birikimini en samimi şekilde anlatıyordu: "Değerli kardeşlerim siz siz olun hanımefendi kardeşlerimi asla sevgisiz yarı yolda bırakmayın. Allah'ın en büyük nimetinin sevgi olduğunu ve eşlerinizin size Allah'ın en büyük emaneti olduğunu unutmayın. Son nefesimize kadar sevgisini size emanet eden eşlerinize sımsıkı sarılın. Ömür o kadar kısa ki bugün sahip olduğun her şey yarın senden alınabilir. Her nimetin şükrü kendi cinsinden olmalıymış ya, sevilmek nimetinin şükrü de çok sevmek olmalı. Bazen evi temizlemediği, yemek yapmadığı için eşime kızdığım günleri hatırlıyorum. Şimdi evimin içinde olsa da her yer koksa, aç kalsam da sadece onun kokusu gülümsemesi evimden hiç gitmeseydi. Ben erkeğim, kılıbık değilim deyip eşime yardım etmediğim, her işi ona yaptırdığım günleri hatırladıkça ciğerim sızlıyor."

İşte on yıl sonra eşinin erken ölümü ile anlamıştı sevginin değerini. Aynı evin içinde bile olmak ne güzelmiş, ne büyük bir lütufmuş.

Hikmet on yılı ne kadar acımasız biri olarak geçirdiğini anlayıp her gece eşinin ruhuna fatihalar okuyup dualar edip yatıyordu.

Değerli Okur Kardeşlerim, sevgisini size emanet eden insanlara daha çok sarılın. Asla sevgisini yerden yere çarpmayın, yarı yolda bırakmayın. Sevginin Allah'ın en büyük emaneti olduğu bilerek yaşamanız ve bu bilinçteki insanlarla yolunuzun kesişmesi duasıyla...

/Sükut-u Vaveyla

17 Ekim 2020 Cumartesi

Değerlerimiz Serisi -5- HAYAT GEÇİDİNDEKİ YOLDAŞ


Arkadaş….

Upuzun bir yol... Derin, dolambaçlı... Bazı yerleri tehlikeli, acı dolu; bazısı ise rengarenk çiçekli...

Bir yol düşünün ki adı hayattır. Bizim serüvenimizdir. Bu yolda elbette ki ailemiz, dostlarımız ve daha niceleri yoldaşımızdır çoğu zaman ama arkadaş ki yoldaşlık sıfatına en çok yakışandır. Hatta öyle bir şey ki yoldaş denince akla ilk arkadaş gelir. Düşünsenize, yaşamdan ölüme sizle... 

Peki söze şöyle devam edeyim belki daha basit olur hem de gireceğim konuya kapı açmış olurum: “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” Evet, çoğumuz bu cümleyi duymuştur, çoğu zaman kullanmıştır da. Peki biz kullanırken ya da duyarken hiç üzerinde durduk mu ya da derinlere inip acaba bu bize ne ifade ediyor diye düşündük mü? Ben açıkçası tekrar tekrar duydum, anladım da ama hiç dönüp de arkadaşlarıma bakmadım. "Aman ne olacak, sonuçta ben kendimi biliyorum. Kötü arkadaş ya da şöyle diyeyim kötü alışkanlıkları olan bir arkadaş sana ne yapabilir ki?" Evet, arkadaşlar size bedenen veyahut fiziksel olarak direkt bir şey yapmaz ama bunun bir de psikolojik ve sosyolojik boyutu var maalesef. Dinen de baktığımızda sürekli salih kişilerle birlikte olmamız tavsiye ediliyor. Ve dua ederken de muhakkak salih kişilerle karşılaşmak için dua ederiz. 

Kuran'da geçen: “Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: 'Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur.' Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.”(1), “Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.”(2) ayetlerinden de anlaşıldığı gibi... 

Bir arkadaş ne olursa olsun yanında bulunduğu kişiyi kendi huyu üzerine çevirir. Dolayısıyla Kuran'da geçen bu ayetlerde bize Allah ve Allah dostlarını dost edinmemiz tavsiye edilmiştir ki iki cihanda da gerçek dostluğu ve sevgiyi yakalayabilelim.

Kişi sevdiğiyle beraberdir. O vakit biz de güzel dostlar edinelim ve onlara iyi davranalım. Kalplerini kırmayalım, onun kötü ya da iyi günlerinde yanında olup kırgınlıkları, küskünlükleri uzatmayalım. Çünkü küskünlükleri uzatmak kibre yol açar. Şahsımıza karşı yapılan hataları affedelim. Arada bir hediyeleşmeyi de ihmal etmeyelim. Bu tip şeyler sevgi bağını kuvvetlendirir. 

Bir şeyi pay ederken en güzelini karşımızdakine vermeliyiz. Peygamber Efendimiz Aleyhisselam da bir dostuna bir şey verirken her zaman en güzelinden verip buna da dikkat etmiştir. İnşallah biz de buna bir peygamber sünneti olarak uygulayıp dostluklarımızı daim edelim. Yumuşak huylu olun. Gölgesinde dinlendiğiniz dalı incitmeme düsturu olsun bizde. Çünkü bu dünya, ebedi yolculuğumuzda gölgesinde gölgelendiğimiz bir ağaç misali değil midir?

Belki bu gibi öğütlerle bir çok yerde karşılaşıyoruz. Hatta belki bıkıyoruz. Ama denildiği gibi bu dünya bir tarla yani bu dünyada yaptığımız ve yapacağımız her şey öbür dünyadaki yerimizi belirler. Onun için bu tip konuların aslı ve ehemmiyetinde olmak lazım... 

Bir arkadaş size gaflet gözlükleri takıp ölüme kadar size bu pencereden baktırabilir. Dünyada Allah’ın tecelli ettiği ve yaratılıştaki mucizevi şeylere sizi kör edip asıl kulluk görevimizi unutturabilir. Siz ne kadar iyi olursanız olun arkadaşınız kötü olduğunda emin olun size de bazı kötülükler cazip gelecek ve gittikçe iyiliklerinizden taviz vermiş olacaksınız. Ne demişler, iyi olman yetmez yanındaki de iyi olursa iyi kalmayı becerebilirsin. Mesele iyi olmak da değil iyi kalabilmektir. Öyle ki salihlerle birlikte olup onlarla haşrolunmayı Rabbim hepinize nasip eylesin inşallah. Salih dostla beraber olmak demek, kötülüklerden alıkoyulmak demek, attığı her adımda onların yolunda yürümek demek. 

Arkadaşlıkta da yukarıda dediğim gibi öncelikle salih olanı dilemeliyiz. Ondan sonra bu arkadaşla çıktığın yolda sorumluluklar başlar. Dost deyince aklınıza sadece herhangi bir yerde tanıştığınız birileri gelmesin. Bazen bir anne bazen bir abla bazen de küçük bir kuş yavrusu dostunuz olur hatta Kuran da çokca zikredildiği gibi Allah'ı dost edinmek değil midir en güzeli? Peygamber Efendimiz Aleyhisselam vefat ederken Rafik-i Ala’ya yani En Yüce Dosta diyerek vefat etmiş. Bir başka mesele ise ne olursa olsun, bir insan etkileşimde olduğu canlı cansız fark etmeksizin her şeye karşı bir sorumluluk içindedir. Çünkü dünyada zerre miktarınca dahi olsa her şey Allah'ı zikretmekte ve cansız olsa dahi bir ruhu ev sahipliği yapmaktadır. Onun için insanoğlu her şeye karşı her daim sevgiyle yaklaşıp sevgiyle davranmalı ki kalbinde sonsuz sevgiyi yakalayabilsin. 

Çok hoşuma giden bir kıssayı sizle paylaşmak isterim. Bir gün Üftâde Hazretleri, müridleriyle berâber bir kır sohbetine çıkmıştı. Emri üzerine bütün dervişler kırın en güzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirdiler. Ancak Kadı Mahmut Efendi’nin elinde sapı kırılmış, solgun bir çiçek vardı sâdece... Diğerlerinin ellerindekileri neşeyle hocalarına takdîminden sonra Kadı Mahmut, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği Üftâde Hazretleri’ne takdîm etti. Üftâde Hazretleri diğer mürîdânın meraklı bakışları arasında sordu:

“–Evlâdım Mahmut! Herkes demet demet çiçek getirdikleri hâlde sen niçin sapı kırık, solgun bir çiçek getirdin?”

Kadı Mahmut edeple başını önüne indirerek cevap verdi:

“–Efendim! Size ne takdîm etsem azdır. Ancak hangi çiçeği koparmak için elimi uzattıysam, onu “Allâh, Allâh” diyerek Rabbini zikreder bir hâlde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mânî olmaya râzı gelmedi. Çâresiz ben de elimdeki, zikrine devâm edemeyen şu çiçeği getirmek zorunda kaldım.”(3)

Kıssadan da anlaşıldığı gibi ince ruhluluk ve Allah sevgisine bağlılık her durumda kendini belli eder. Ve hayattaki düsturunuz artık o olmuş olur. 

Konuyu biraz dağıttım affınıza sığınarak toparlamak ve arkadaşlık hukukuna dair şu düsturu da dile getirmem gerektiğini düşünüyorum: "Kişi kendisi için istemediğini başkasına da istemememelidir."

Yine söylemeden edemeyeceğim, İslam o kadar güzel ve ince ruhlu ki... Eğer biz müslümanlar olarak İslamı gerçekten anlayarak yaşarsak hayatımız da ahiretimiz de rengarenk çiçekli bir bahçe olur. 

Evet Sevgili Dostlar, inşallah konuyu güzel bir şekilde aktarıp kalbinize dokunabilmişimdir. 

Güzel dostlar biriktirmeniz duasıyla… 

/Rosalinda

1: Bakara Suresi, 120. Ayeti

2: Maide süresi 56.ayeti

3: Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları


13 Ekim 2020 Salı

Değerlerimiz Serisi -4- İNSANDAN İNSANLIĞA



 Bismillahirrahmanirrahim

Meslek seçiminde nelere dikkat ediyoruz? Karakterimize uygunluğu mu? Gerçekten mutlu olabileceğimiz çalışma ortamını, muhatap olacağımız insanları mı? Düşünüyor muyuz bunları?

Peki size bundan daha önemli bir meslek seçim nedeni söylesem? 

Dahiliye stajındayken sevdiğim bir hocam bahsetmişti, gelin birlikte kulak verelim: 

“Burada bulunan hiç kimse hekimliği parası için yapabileceğini sanmasın. Zaten para için yapılabilecek bir iş değildir. Gün gelir de kıyaslarsanız ‘aldığım ücret nerede verdiğim hizmet nerede…’ Şimdiden söyleyeyim arkadaşlar, hiçbir zaman bunu karşılamayacak. Zamanınızdan, ruh sağlığınızdan, hayatınızdan fedakarlık edeceksiniz. Ve tüm bunların karşılığı aldığınız maaş olamaz. Ben inanıyorum ki bunların karşılığı ölümden sonraki hayatta. Buyuruluyor ya: ‘Kim de bir canı kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.’ (Maide/32) Böyle düşünülerek yapılabilir bu meslek. Hekimlik maddi karşılık beklemez. Ancak ve ancak bu mükafat için yapılır.”

Hocamın sözlerini tartıp düşündüm. Aslına bakarsanız yalnızca hekimlik değil birçok meslek böyle düşünülerek yapıldığında bizlere tarifsiz bir ferahlık, işimize de samimiyet katar.

Hizmet ettiğimiz her insanı, insanlığın kurtuluşunda birer basamak olarak görmek, onlarla aramızda sıcaklık doğurur. Bu ise toplumun en çok ihtiyacı olan şeylerden.

Hem demiyor mu ki İnsanlığın Öğretmeni Aleyhisselatuvesselam “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır.”(Buhari, Mağazi/35) Daha nasıl anlatılabilirdi. İnsanlara yardım et, faydan dokunsun ama bu seni insanların en hayırlısı yapsın. Subhanallah…

Bir kitapta da şöyle geçiyordu: "Çevrendeki herhangi bir kimseye iyiliği hak ettiği için değil, sen güzel ahlakı ibadet gördüğün için iyi muamelede bulunmalısın." Bizler insanları sadece gözlemleyerek iyiliği kimin hak ettiğini de bilemeyiz zaten. Üzerimize düşen herkese iyi davranmak Sevgili Okur. Tüm yaratılmışlara güzel davranmak. Çünkü "Allah güzel davrananları sever." (Al-i İmran /134) Çünkü biz O'nun sevgisini istiyor, O'nun rızası için yaşıyoruz.

Çoğumuz yeri geldikçe hem hizmet veren hem de hizmet alan konumunda bulunuyoruz. Hizmet verenin de hizmet alan üstünde hakkı yok mudur peki? Vardır muhakkak. Yolculukta yanımızda oturanda hakkımız var da bu insanlarda olmaz mı?

Hizmet eden ne mi ister? Bi' sıcak tebessüm ister, gönlünün alındığı bir dua yeter mesela ona... Anlaşılmak ister, meramını anlatırken teyze amca gibi sözcüklerle samimi hitap etmek ister, bir çocuğun gülüşünü görmek ister bazen de, insanlara hizmet için orada olduğunun bilinmesini ister. Bunlar hepimize yeterdi Sevgili Okur. Ama biz insanoğlu nasıl bu duruma geldik. Hala şaşarım.

Günümüzde maalesef çok sık duyduğumuz darp haberleri, savrulan küfürler, hakaretler tehditler, kırılan pencereler kapılar… Tüm bunlar toplumu iyice tahammülsüzleştirdi. Sabrımızı tüketti. En küçük bir sözde parlar olduk. Düşünmeden yaptık bunları, çevreden öğrendiklerimizi uyguladık. "Bunlar böyle para için her şeyi yapar, biraz bas damarına hemen nasıl da geliyor yola." Tanıdık geldi değil mi Sevgili Okur. Hepimiz duyduk maalesef. Bazımız doğru buldu bunları, kaba saba davranınca sözü dinlenir sandı. Görüyoruz ki hiç bir işe yaramadı. Aksine herkesi yıprattı. Bazımız ise düşündü Rabbinin emrettiği gibi "Hiç düşünmez misiniz akıl etmez misiniz ?"(Hud/51) Fıtrata çıktı yolu. Güzel davranmayı seçti.

Üstelik insanlar için değil, Rabbi için güzel davranacaktı. Dünyada insanlarla hep muhatap olacaktı. İnsanlar hep vardı. İnsan insana hep ihtiyaç duyardı. Bizler birbirimizin tamamlayıcılarıydık. Hani denilir ya: “Her şey, yaratılmışların en üstünü olan insan için... "

İnsanlar da insan içindir Sevgili Okur.

Birbirimize samimi tebessümle bakacağımız, güzel haberler duyacağımız günler pek yakın.

Yaradılanı Yaradandan ötürü sevdiğimiz o günlerde görüşmek duasıyla.

Velhamdulillah.

Merdümgiriz 🕊

12 Ekim 2020 Pazartesi

Değerlerimiz Serisi -3- GENÇLİK BAŞIMDA BUHRAN



İçinde bulunduğumuz yüzyılın henüz yirmi yılını devirdik. Bu yüzyılın son nesilleri olarak şahit olduğumuz, değişen ve gelişen dünyanın geldiği nokta dikkate değer doğrusu. 

Hatta 21.yy başı itibari ile Z kuşağı olarak adlandırılan günümüz kuşağının, Y kuşağı olan bizlerle arasındaki farka bakmak, mevcut vaziyeti anlamak için yeterlidir.

Öyle ki bulunduğumuz çağı pek çok isimle anar olduk: teknoloji çağı, uzay çağı, hız ve haz çağı gibi... Hız ve haz kavramı ise bu çağa biçilmiş kaftan adeta... 

Zamana yet(iş)mek hayli zor oluyor. Gündemi takip edebilmek bile bir mesele haline geliyor, dakikalar içinde olayların seyri değişebiliyor. Hatta birkaç saat gündemden uzak kalmanız, zaman makinesiyle birkaç yıl geriye gitmiş etkisi yapıyor.

Bu çağın diğer bir özelliği ise gençlerin her türlü eleştiri oklarından nasiplenmeleridir. Zira "n'olacak bu gençlerin hali" diye başlayan sadece sorun odaklı cümlelerin ötesine geçemedi bu serzeniş.

Gençlerin işsizliği,

gençlerin bekarlığı,

gençlerin boşanması,

gençlerin iletişim problemi,

gençlerin vurdumduymazlığı,

gençlerin yüksek lisans yapması,

gençlerin gençlerin gençlerin ve yine gençlerin her türlü şeyi konuşuldu. Konuşulmaya da devam ediyor.  

Mesele bu kadar dert edildiyse çözümler de bulunmalıydı aslında fakat çözüm sunmaya gelince kimsecikleri etrafta göremiyorsunuz. 

Gençlerin kafasını kaldıramayacağı kadar ne var acaba parmaklarının hapsedildiği o cihazlarda? Tuşlu telefon kullanıp bunu en çok sorgulayan kesimin ise bu durumu anlamasını beklemek ayrı bir ironi olacaktır. 

Halbuki biz Peygamber Aleyhisselam'ın damadı Hz.Ali (r.a)' nin: "Çocuklarınızı sizin yaşadığınız çağa göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin.” sözlerine kulak vermiş olsaydık gençlerin neden o ekrana hapsolduğunu sorgulamaya gelmeden önce ekranın içinde kaybolacak kadar nasıl bir dünya olduğunu anlamak gerekirdi. Çünkü o dünyadaki sosyal platformların amacı da tıpkı alışveriş merkezine girince insanın zaman kavramını kaybedip kendini "satın alma" döngüsüne kaptırması gibi: daha fazla o mecralarda vakit harcamasını sağlamak. Tüm sistem bunun üzerine kuruluyken gençlere fazla mı haksızlık yapılıyor acaba? 

Şu sözlere hep birlikte kulak verelim: "Günümüzün gençleri öyle umursamaz ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere; büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kuralları boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar. ” 

Ne kadar da bizim çağı ifade ediyor değil mi? Oysaki bu M.Ö. 800’de yaşayan Heseiod’a ait. Demek ki değişen çağ olsa da değişmeyen şeyler de var: büyüklerin gözünden küçükler. 

Peki biz gençler kimi örnek alıyor, kimlerin arkasından gidiyoruz acaba? Hoş, biz gençler de büyükleri eleştirmekten geri durmuyoruz. Onların tecrübesini çoğu zaman göz ardı edip sahip olamadıkları ve bizlerin sahip olması için ellerinden geleni ortaya koydukları diplomalarımızla tabiri caizse onlara ahkam kesiyoruz. İki tıkla edindiğimiz bilgilerle onların karşısına geçip beylik laflar edebiliyoruz. Böylesi bir karmaşada hiçbir şey tek taraflı değil anlayacağınız. Belki de X-Y-Z kuşağı şeklinde kategorize edilen batıvari adlandırma da bu kaosu fitilliyordur, Allahu alem.

Hoşuma giden bir söz işittim: "Gencin enerjisi yaşlıda, yaşlının bilgisi gençte olsa..." Burdan hareketle yapılacak şey belli aslında: Onların bize mihmandarlık etmesine müsade edeceğiz. Mihmandar dedim çünkü onlar yürüyeceğimiz yolda bizleri ağırlayacak olan ev sahipleri ve bizlerse şimdilik misafiriz. Nihayetinde bizleri bekleyen virajlar, çıkmazlar ve engebeli yollar için fikirleri oluşmuş durumda. Bizler ev sahibine hürmet göstereceğiz, ev sahibi de tüm hoşgörü ve güler yüzünü bizlere gösterecek ki sağlıklı bir iletişim kurabilelim. Bu kılavuzluk neticesinde bizler yolu bulmak için daha fazla vakit kaybetmeden o yolu düşe kalka da olsa tecrübe levhalarını dikkate alarak keşfedeceğiz. Mesele de zaten yolda olmak değil midir?

İnsanlığın En Güzidesi'nden (aleyhisselam) nakledilen: "Küçüğümüze merhamet etmeyen ve  büyüğümüze hakkını tanımayan kimse bizden değildir.”* ifadesi meselenin karşılıklı hak ve hukuk bağlamında değerlendirilmesine dair dikkatlerin asıl celbedilmesi gereken nokta. 

Nitekim Peygamber Aleyhisselam dönemindeki Darül Erkam bu meseleye dair bizlere en iyi misallerdendir. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu bu nadide topluluk Aleyhisselam'ın eğitim ve öğretim metodunu da gözler önüne seriyor. Güzel bir kılavuz ve iyi bir talebe ilişkisiyle İslam'ın tebliğinin bir avuç insanla başlayıp halka halka nasıl yayıldığına da  tarih şahitlik ediyor. (Daha detaylı bilgi için Nebevi Eğitim Modeli Dar-ül Erkam kitabına bakabilirsiniz ).

Bu mevzuya dair çok şey yazılmış, çok şey söylenmiş ve hala da çokça şey ifade edilmektedir. Fakat gelin biz Kelamların En Güzelinde ne denmiş ona bakalım:

"Eğer (onlar) seni, hakkında bilgin olmayan şeylerde bana ortak koşmaya zorlarlarsa, onlara itaat etme! (Fakat) dünya (işlerin)de onlarla iyi geçin ve bana yönelen (mü’min)lerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. (O zaman) ben de yaptıklarınızı (ve karşılığını) size haber vereceğim." **

 

*(El-Edebü'l Müfred 353.hadis-i şerif

Ebu Davud ,Edeb 58)

**(Feyzul Furkan Meali Lokman Suresi 15.ayet)

14Safer1442

/KATRE-MİSAL

10 Ekim 2020 Cumartesi

Değerlerimiz Serisi -2- ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR

 



"İnsanlar sevilmek için yaratıldılar, eşyalar ise kullanılmak için. Dünyadaki kaosun nedeni eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmalarıdır." der Cemil Meriç. Mekanı cennet olsun.

Eşya kelimesi Arapça kökenlidir ve "şeyler" anlamına gelir. İnsan dışındaki varlıkların (güneşten tutun hayvanlar, bitkiler; cisimler...) tümünü adlandırır. Türkçe'de "cansız, taşınabilir, insan eliyle yapılmış" nesneler için kullanılsa da biz yazımızda kelimenin kökendeki anlamını kullanacağız.

Müslümanı her yönden ilmek ilmek işleyen Kur'an-ı Kerim'de: "O (Allah) ki; yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı, sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. O, (her şeyi bilen) Alim'dir.*" buyrulur. Evet, merkezde insan var! Geri kalan her şey bizim için... Çünkü Allah'ın halifesiyiz. Ve bu imkanlar sorumluluğu da beraberinde getiriyor: bize emanet edilen tüm yeryüzüne adaletle hükmetmeyi.

Şuna da değinmek zorundayım, adalet kelimesinin kullanım alanı siyasetle ya da hukukla sınırlı değildir. Adalet, muhatap olunan her ne olursa olsun, onunla hak ettiği gibi uygun bir ilişki içinde olmaktır. Örneklerle izah edersem; saksımızdaki bir menekşenin suya ihtiyacı olduğunu görüp onu sulamak da bahçemizde bize bekçilik eden sadık Karabaşımıza ilgi göstermek de adalet paketine dahildir. Nebatata hor davranmak, hayvanlara eziyet etmek lügatımızda yoktur. Ha, emir vakti gelir, kurban ederiz. Bunu eziyet olarak nitelendiren, bilmediğinden öyle der efendim.

O hayvan, bu iş için yaratılmıştır zaten. Ne için yaratıldıysa onun için kullanmak da bize vazifedir. "Hayvan hakları" adı altında kurban emrine karşı çıkanlara hodri meydan! Bitkisel ürün de yeme kardeşim. O da canlı. Bana kalırsa cansız hiçbir şey yok ki zaten. Affedersiniz, büyük abdestini de yapma! Toprağa, suya eziyet.(!) Bir de solunum olayın var ki akıllara zarar. Oksijeni tüketiyor, üstüne üstlük karbondioksit üreterek havayı kirletiyorsun! Tencereye kapak. Bunlara da açalım bi' pankart. Bu mudur? Eğer eşyanın hakkını vereceksek, kendi kısıtlı aklımız yetmez. Proglamlayıcımız'ın talimatlarına ve bizzat yetiştirdiği en güzel Teşhirine itaat etmek zorundayız. Yani o hayvanı usulüne göre kurban da ederiz, bize sunulan sayısız meyve sebze nimetini de doyasıya yeriz, mis gibi havayı da içimize çekeriz. Her şeyin bizim için olduğunu hatırlar, değerimizi bilir, şükrümüzü yerine getiririz.

Şimdi gelgelelim Türkçe'de "cansız" diye nitelendirdiğimiz nesnelerle olması gereken münasebetimize. Yukarıdaki veryansın kısmında da değindiğim gibi biz inanırız ki yaratılan her şeyin canı vardır. Çünkü biz, Uhud Dağıyla konuşarak ona sakinlik telkin eden, Kendisine duyduğu hasretten ötürü ağlayan hurma kütüğünün hüznünü dindiren, yeni aldığı elbisesini okşayarak giyen bir Peygamber(as)'e inanmışızdır.

Şimdi, elinizdeki telefona bir de bu gözle bakın. Fizik dersinde de öğrendiğimiz gibi, telefonumuzun her bir atomunun her bir elektronunu, aklımızın alamayacağı bir hızla belirli bir yörüngede dönüp durmaktadır. Gel de buna cansız de!

Biz varlıkları ancak "şuurlu-şuursuz" diye ayırırız. Ki şuursuz olması, bizim için yaratılmış olması, onlara keyfekeder davranabileceğimiz anlamına gelmez.

Velhasıl eşya mühimdir. Çünkü Allah yaratmıştır. Çünkü insan için vardır.

Ama başta Cemil Meriç'in değindiği nokta çok çarpıcı! Eşya ile ilişkimiz olması gerektiği gibi değil. Kapitalizme (ve daha birçok sapkın -izme) farkında olmadan ayak uyduruyor, ihtiyacımız olmamasına rağmen daha fazlasını istiyor, alıyor; eskisini kolayca fırlatıp atıyoruz. Tamir kelimesi, tamircilik mesleği; evlerimizdeki iğne-iplikler tarihe karışmak üzere desem abartmış olmam herhalde. Eskiyene, emeğe saygımız saygımızı sorgulamak gerekiyor.

Bu tarz tutumlarla yine dönüp dolaşıp "insana" değiyor zehrimiz. Hep daha fazlasını isteyen insan israfa, faize, haksız kazanca bulaşabiliyor. Dengeler şaşıyor. Fakir daha da fakirleşiyor.

Tabii ki Allah'ın yasaklarını yasak bildikten sonra; zekat sorumluluğunu, sadaka hoşluğunu da yerine getirerek muhtacı gözettikten sonra her şeyin en iyisine sahip olmak da yanlış değil elbet. Güç, kuvvet yakışır da zaten müslümana. Ekonomik güç de buna dahil.

Laf yine dönüp dolaşıp yaratılanların en şereflisi olan insana geliyor efendim. Eşya insan içindir insan da Allah('a kulluk) içindir. Her şeyi yerli yerine koymak(adalet) da mülkün temelidir.

"Adalet mülkün temelidir." Hz Ömer (ra)

(Mülk kelimesi ve daha detaylı bilgi için: https://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/adalet-mulkun-temelidir-ne-demek-2052674)

*Bakara Suresi/ 29. Ayet

/LeyluNehar

8 Ekim 2020 Perşembe

Değerlerimiz Serisi -1- MEKTUP YANKISI

Konuşuyor, anlattıkları ifadelerine yansıyordu. Kurduğu cümleler çok içtendi. İnsanı içine çeken bakışları vardı. Yanındayken huzurlu hissederdin. O, en yakın arkadaşım.

Ayrı düştüğümüz yıllar içinde mektuplaşmaya devam ettik. Yazdıkları ruhuma tesir ediyordu. Yanımdaymış gibiydi. Sanki yine o büyüleyici gözlerine bakıyor, huzurun ilmek ilmek ruhuma işlendiğini hissediyordum.

 Mektuplaşmak onunla tanıştığım bir şeydi. Yeni bir şey... Yaşadıklarımı ve o esnadaki hislerimi anlatmaya çalışıyordum. Mektupta geçerli olan tek şey cümlelerimdi. Kelimeleri nasıl kullandığım çok önemliydi. Tam manasıyla nasıl hisler içinde olduğumu anlayabilmesi için gerekliydi bu. Oysa yüz yüze konuşmak öyle miydi? Takındığım ifade, ne hissettiğimi özetleyebilirdi. Bazen konuşmayıp baksam yeterdi, anlardı. Bunca şeyi yazarak yapmak... Zordu hakikaten.

Mektup yazmanın farklı bir yanı daha vardı ki, bence bu çok korkunç... Yazdıklarımı ebediyete gönderiyordum. Başına bir bela gelmediği sürece bu mektup onda ebediyen duracaktı. İstediği kadar okuyabilir, hislerini kırmışsam aleyhimde delil olarak kullanabilirdi.

Ağzımdan çıkan bir cümle ile bir kez kırabilirdim bir insanı. Ya yazdıklarımla kaç kez? Defalarca kırılabilirdi, okuduğu sayısınca...

Yazmanın zor olduğunu söylemiştim. Belki mektup arkadaşımla aramdaki muhabbet, kelimelerime güvenmemi sağlayabilir. Beni anlayacağını düşünmek içime su serper ve daha kaygısızca dizebilirim kelimeleri arka arkaya. Peki ya karşımdaki beni tanımıyor olsaydı?

Yazdıklarım hiç bilmediğim bir zihinde yankı bulsaydı, o zaman da böyle kaygısızca yazabilir miydim? Tecrübelerini, kırgınlıklarını, küskünlüklerini hatta adınıd ahi bilmediğim bir insana nasıl olur da standart üslupla yazardım?

Zihnimize seslenme hakkını herkese verdiğimiz bir yer biliyorum: sosyal medya. İstediğimiz herkese seslenme hakkına da sahibiz ayrıca. Öyküsünü hiç bilmediğim biriyle saatlerce kısa mektuplaşmalar yani mesajlaşmalar yapabilir, bana yansıttığı kadarıyla onu tanıdığımı iddia edebilir ve kendime anlaşılması güç bir sosyal medya görünümü çizebilirim. Yazdıklarımın kimi nasıl etkileyeceğini bilemem ama bir amacım vardır: fikir belirtmek. Kendi oluşturduğum yapay görünümümün fikirleri.

Paylaştıklarından gördüğüm kadarıyla bir kalıba soktuğum, yepyeni oluşturduğum bir zihin var karşımda. Ona fikirlerimi belirtiyorum.

Onun zihnine sesleniyorum. Ruhuna dokunuyorum. Kalbini kırıyorum. Ve onu ağlatıyorum. Zihnimdeki kalıbın gönlü kırıldı sanıyorum. Yanılıyorum. Aslında bir insanın kalbini kırıyorum.

Çünkü unuttum. Rabbimin “Kolaylığı seç, iyi olanı emret, cahillere aldırma.” sözünü unuttum. Kolaylığı seç, affet demektir; cimrilikten sıyrıl, insanlarla güzel ahlâka dayalı ilişkiler kur; katılık ve sertlikten uzak dur, işleri kolaylaştır demektir.*

Anlayışta cimri olacaksak, güzel ahlâk duamız ve gayemiz olmayacaksa, sertlikle kalpleri kırıyorsak, bu ayeti nasıl okuyoruz? Yorumlarımız iyiliği emrederken nasıl kalp kırar? Cahillere cevap vereceğiz diye kalp kırmanın yükümlülüğü altına nasıl gireriz?

Attığımız hikâyelerde, durumlarda, gönderilerde, tweetlerde; yazdığımız yorumlarda ve tanıyamadığımız zihinlere daha nice seslenişimizde çizgimiz bu ayet olmalı

Kolaylığı kendi irademizle seçmemiz, iyi olanı emretmemiz temennisiyle...

 Var olunuz.


 /Verâ


 *Kur'ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir,  Âraf Sûresi 199. Âyet

 

 

 

 

 

 

5 Ekim 2020 Pazartesi

İKİ YOL DA BİR'E SERİSİ -2-

 

Selamün Aleyküm,

Uzun bir aranın ardından tekrar mürekkebine yanan kalemimle, İKİ YOL DA BİR'E serisi ile aranızdayım...
İki yolumu üçe ve hatta dörde çıkaran sonunun ancak kendisine olan Rabbime sonsuz şükürler olsun... Tatlı koşturmaların ve zorlu süreçlerin ardından bu satırlar benim için bir soluk mahiyetinde olacakken temennim sizler için de sadra şifa olsun...

Bismillahirrahmanirrahim...

Hukuk Fakültesi öğrenciliğim yeni bir dönemle devam ederken beraberinde bu yıl başladığım uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi fakültesi, benim için yeni bir yol yeni bir serüvenin başlangıcı daha oldu . Bölümümle ilgili ufak bir parantez açmam gerekirse, Uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimini analitik bilgi üretme yeteneğinizi geliştirmenize katkı sağlayacak, Türk dış politikası başta olmak üzere uluslararası ilişkilerde meydana gelen gelişmeleri değerlendirebilme, yorumlayabilme ve analiz edebilme olgusu kazandıracak bir bölüm olarak değerlendirebiliriz. Bununla birlikte iyi derecede İngilizce ve diğer yabancı diller kaçınılmaz bir artı olarak alanınızda sizi öne çıkaracaktır. İş sahasının geniş yelpazesine baktığımızda bu tamamen sizin yöneliminize bağlı olarak değişecek ve şekillenecektir. Kendi cihetimde baktığımda ise uluslararası ilişkiler ve siyaseti, bir hukukçu olarak desteklenmiş bir diğer kanadım olarak görürken bu alandaki hayallerimi de sizlerle paylaşmak adına yarınlara, bir başka sonbahara bırakıyorum... 

Bir yandan "Vakit tüketenlerin yaşadığı bu dünya nevalinde iş tüketenlerden, ömürlerinden bereket görüp kendilerinden sonrakilere de bereket kaynağı olanlardan olmaya talibiz." Niyetini, yüreğimde hissettiğim o günden bu yana da biliyorum ki bu dünya nevalinde erişebileceğim hissettiğim en kıymetli ve en kıdemli mevkim ise evimin hanımlığı ve anneliğim olacaktır... Yine en yoğun çalışmalarım; belki bir masa başında kalemimin yanında dava dosyalarının arasında belki de bir bebeğin ağlayışında sabahlamalarım bu yuvadan çıkacaktır... Yeri geldiğinde bir makale çevirisinde bulurken parmaklarımı yeri geldiğinde tüm evi saran sıcacık bir çorbanın kepçesini karıştırırken bulacağım... Rabbim tüm yollarımızı onun yolunda bir kılsın hak üzere daim eylesin, gerek kalemimizle gerek kelamımızla gerek hali izahatımızla mücahidelerden salihalardan olabilmeyi nasip etsin. 

Ömri güzeranımın henüz yirmi ikili yaşlarının başlarında içimde günden güne büyüyen her anıma tanıklık eden minik bebeğime, sevgili yol arkadaşım eşime ve siz Hekimelik Yolu ailesine çokça teşekkürler... Bir sonraki yazıda görüşmek üzere... Dua ile.

/Mihrimah

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...