8 Ekim 2020 Perşembe

Değerlerimiz Serisi -1- MEKTUP YANKISI

Konuşuyor, anlattıkları ifadelerine yansıyordu. Kurduğu cümleler çok içtendi. İnsanı içine çeken bakışları vardı. Yanındayken huzurlu hissederdin. O, en yakın arkadaşım.

Ayrı düştüğümüz yıllar içinde mektuplaşmaya devam ettik. Yazdıkları ruhuma tesir ediyordu. Yanımdaymış gibiydi. Sanki yine o büyüleyici gözlerine bakıyor, huzurun ilmek ilmek ruhuma işlendiğini hissediyordum.

 Mektuplaşmak onunla tanıştığım bir şeydi. Yeni bir şey... Yaşadıklarımı ve o esnadaki hislerimi anlatmaya çalışıyordum. Mektupta geçerli olan tek şey cümlelerimdi. Kelimeleri nasıl kullandığım çok önemliydi. Tam manasıyla nasıl hisler içinde olduğumu anlayabilmesi için gerekliydi bu. Oysa yüz yüze konuşmak öyle miydi? Takındığım ifade, ne hissettiğimi özetleyebilirdi. Bazen konuşmayıp baksam yeterdi, anlardı. Bunca şeyi yazarak yapmak... Zordu hakikaten.

Mektup yazmanın farklı bir yanı daha vardı ki, bence bu çok korkunç... Yazdıklarımı ebediyete gönderiyordum. Başına bir bela gelmediği sürece bu mektup onda ebediyen duracaktı. İstediği kadar okuyabilir, hislerini kırmışsam aleyhimde delil olarak kullanabilirdi.

Ağzımdan çıkan bir cümle ile bir kez kırabilirdim bir insanı. Ya yazdıklarımla kaç kez? Defalarca kırılabilirdi, okuduğu sayısınca...

Yazmanın zor olduğunu söylemiştim. Belki mektup arkadaşımla aramdaki muhabbet, kelimelerime güvenmemi sağlayabilir. Beni anlayacağını düşünmek içime su serper ve daha kaygısızca dizebilirim kelimeleri arka arkaya. Peki ya karşımdaki beni tanımıyor olsaydı?

Yazdıklarım hiç bilmediğim bir zihinde yankı bulsaydı, o zaman da böyle kaygısızca yazabilir miydim? Tecrübelerini, kırgınlıklarını, küskünlüklerini hatta adınıd ahi bilmediğim bir insana nasıl olur da standart üslupla yazardım?

Zihnimize seslenme hakkını herkese verdiğimiz bir yer biliyorum: sosyal medya. İstediğimiz herkese seslenme hakkına da sahibiz ayrıca. Öyküsünü hiç bilmediğim biriyle saatlerce kısa mektuplaşmalar yani mesajlaşmalar yapabilir, bana yansıttığı kadarıyla onu tanıdığımı iddia edebilir ve kendime anlaşılması güç bir sosyal medya görünümü çizebilirim. Yazdıklarımın kimi nasıl etkileyeceğini bilemem ama bir amacım vardır: fikir belirtmek. Kendi oluşturduğum yapay görünümümün fikirleri.

Paylaştıklarından gördüğüm kadarıyla bir kalıba soktuğum, yepyeni oluşturduğum bir zihin var karşımda. Ona fikirlerimi belirtiyorum.

Onun zihnine sesleniyorum. Ruhuna dokunuyorum. Kalbini kırıyorum. Ve onu ağlatıyorum. Zihnimdeki kalıbın gönlü kırıldı sanıyorum. Yanılıyorum. Aslında bir insanın kalbini kırıyorum.

Çünkü unuttum. Rabbimin “Kolaylığı seç, iyi olanı emret, cahillere aldırma.” sözünü unuttum. Kolaylığı seç, affet demektir; cimrilikten sıyrıl, insanlarla güzel ahlâka dayalı ilişkiler kur; katılık ve sertlikten uzak dur, işleri kolaylaştır demektir.*

Anlayışta cimri olacaksak, güzel ahlâk duamız ve gayemiz olmayacaksa, sertlikle kalpleri kırıyorsak, bu ayeti nasıl okuyoruz? Yorumlarımız iyiliği emrederken nasıl kalp kırar? Cahillere cevap vereceğiz diye kalp kırmanın yükümlülüğü altına nasıl gireriz?

Attığımız hikâyelerde, durumlarda, gönderilerde, tweetlerde; yazdığımız yorumlarda ve tanıyamadığımız zihinlere daha nice seslenişimizde çizgimiz bu ayet olmalı

Kolaylığı kendi irademizle seçmemiz, iyi olanı emretmemiz temennisiyle...

 Var olunuz.


 /Verâ


 *Kur'ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir,  Âraf Sûresi 199. Âyet

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...