27 Eylül 2019 Cuma

Renkler Aşkına -6- MAVİYLE MAVİ OLMAK


Size maviden bahsedeceğim.
Yani yeşil ile menekşe renginin arasına sıkışmış renklerin en aşık ruhlu olanından; gökyüzünden, denizden… Tüm bunları mavinin yüreklere dağıttığı huzurla yazacağım.
Ben yazacağım siz okuyacaksınız. Ben yazacağım siz mavileşeceksiniz.
İlk önce tüm rüyalarımı maviye boyadım baştan aşağı. Tüm düşlerim, umutlarım, cümlelerim de birden bire mavi oluverdi. Böyle olması gerekiyordu, çünkü ruhumun hüznünü bir tek mavi alabilirdi. Çünkü mavi, renklerin en uysalı en dinginidir. Maviden bahsedebilmem için de her yeri maviye çalmam gerekir önce, hüzünsüz bir kalple yazabilmem için…

Mavi umudun rengi, ışığın yaratığı en güzel mucize, derinlere atınca bir şeyleri umut oluyor ışıkla buluşunca…
Aynı zamanda mavi, renklerin en sabırlısı, sebatkar olanıdır. Tıpkı yağmura, fırtınaya, yıldırıma karşı anlayışlı ve olgun davranan gökyüzü gibi. Gökyüzü bu sırrını renginden alır. Her kim ki gökyüzüne bu inançla bakarsa, bu sırdan nasibini almış olur. Gökyüzü bu rengini denize armağan etmiştir. Deniz de bu armağanı, dalgalarının sevgisiyle huzura dönüştürmüştür. Ve kendisinden yayılan bu huzurla nice hayatlar umut dolu, nice cümleler şiir olmuştur.


İnsan ne kadar derin acılar içinde olsa da gün gelip her şey kendini bir  hoşluğa bırakıyor, her şey hoş geliyor masmavi denize, gökyüzüne bakınca…

Hüzünler de zamanla silinir. Silinmez deme sakın! Mavi siler derin bir özgürlükle, özgürdür ya mavi en umulmayan anda, özgür olursunuz...

Hüznün gülümseme maskesidir mavi, ne zaman derin bir hüzne kapılsa insan; mavi bir maske takar, umudu yerleştirir yüzüne özgür olmak için… İnsanlar ikiye ayrılır mavi ve henüz mavi olmayanlar, henüz mavinin hoşluğuna girmeyenler mavinin umudunu, özgürlüğünü yaşadığını bilmeyenler…
Her anı, her hissi mavi görebilmek mutlu eder bizi. Sanırım içi umut dolu kum saatini ters çevirip, hep maviyle akmasını dilemek gerek… Ve biraz da griyle, siyahla daha iyi anlaşmasını sağlamak gerek mavinin…

Geçmiş tüm hüzünlerinizi mavi bir masalın içine koyun. Böylece geçmişinizdeki acılara karşı öfke hissetmeyecek, kin duymayacaksınız. Yeni mutluluklarınızı ise mavi bir güvenin içinden geçirin. Çünkü ancak böyle umutlu yaşamaya gücünüz yetecek…


Sizden bir ricam var… Biri size, “Bugün nasılsın(ız)” derse, bir kereliğine de olsa, “Maviyim” deyin…

Hadi şimdi hep birlikte mavinin elinden tutalım ki, bizi “mutluluğa, sevdaya, sevgiye, huzura” götürsün.

/Asfa Akmer

24 Eylül 2019 Salı

Renkler Aşkına -5- GÖNLÜME SARIYI ÇALDIM


  Kendi  içimizi kurcalarken ilk kaçtığımız yer doğa oluyor. Belki burada başlıyordu coğrafyanın  kaderoluşu. Hele ki sonbaharda bu kaçamaklar daha da belirginleşiyordu. Bakıyorum doğaya, karşımda hırçın bir deniz yoktu onun aksine sakin dağlar vardı. Dışardan oldukça sakin, mercekle bakıldığında ise bir o kadar hareketli dağlar... Karar vermiştim bugün gönlüme dağların sarısını çalacağım ve öyle bakacağım hayata. Evet gönlüme çalıyorum bu rengi daha yeni yeni anlıyordum kalbimizle/ gönlümüzle fikrettiklerimizin bize daha geniş ufuklar açtığını. Tekrardan döneyim dağlara, ilkin zirvesinden başlayalım. Bir yağmur sonrasıydı  ve dikkatimi gökkuşağı celbediyordu. Gönlüme gökkuşağının sarısını çalıyorum. Bakar bakmaz utandım açıkçası ardından hayran kaldım gökkuşağına, bünyesindeki her rengi kabullenerek taşıyordu. Sarının, yeşile, turuncuya, maviye bir hükmü yoktu. Oysaki biz insanlar güç hangimiz de olsa o kendi rengi ile her tarafı boyamaya çalışıyordu. Gökkuşağının sarısının gönlümde tam yer edinmesi için yağmura ihtiyacım vardı çünkü gökkuşağı yağmurdan sonra çıkardı. Usulca fısıldadı yağmur "Unutma her damla özeldir ve ağlamaktan korkma yağmurdan sonra gün yüzüne çıkar renkler, hem de bir arada." diye...
   Yağmurdan sonra biraz ısınmak istiyorum. Şimdi de gönlüme ateşin sarılığına çalıyorum. Ateşin hem yakıp kül etme hem de temizleme vasfı vardı. Temizler miydi ateş hırslarımı, ihtiraslarımı ve nicesini... Yoksa gönlüme çaldığım beni de yakar mıydı?  Bu makamda daha çok kalamıyorum gittikçe yanıyorum çünkü.
Bu sefer dikkatimi yalnız bir ağaç celbediyordu. Duruşuyla bak da ibret al der gibiydi. Kim bilir benden önce nicesi burada durdu, soluklandı, nice hayaller kurdu. Sen de bak ve anla yaşamın gerçeğini der gibiydi. Sahi insan yaşamak için mi ölürdü yoksa ölmek için mi yaşardı? Benden öncekilere de bunları fısıldamış mıydı? Yapraklarına bakıyorum yemyeşil bir yaprağın yeşilin tonlarından sarının tonlarına doğru geçen serüveni bir yolculuktu belki de. Yaprağın ait olduğu ağaçtan ait olacağı toprağa doğru bir yolculuk. Bu yaprak tüm bu renkleri bünyesinde barındırıyor muydu? Barındırıyorsa neden sevdiği bir renge sabitlemiyordu kendini, belki o da bizim gibi bir arayış içindeydi. Belki de fazla anlam yüklememeliyim, doğası bu deyip geçmeliyim. Doğa, apansız olaylara biraz daha kapalıydı. Her şeyin bir zamanı bir programı vardı ve ona göre işliyordu. Bakalım ben gönlüme ölümün sarısını çalmadan önce işleyen bu zaman ve programda hayatımı nasıl nakşedeceğim.

/Katre-i Baran 

22 Eylül 2019 Pazar

Renkler Aşkına -4- YEŞİLE VARMAK



Hayal edelim ki bir ormandayız. Etrafımızda ağaçlar, çiçekler, böcekler… Kuş cıvıltıları kulaklarımızda bir melodi. Gözlerimiz yeşille boyanmakta. Yeşil. Her taraf yemyeşil. Huzuru çekiyoruz içimize nefesimizle beraber. Canlılığın enerjisini katıyoruz enerjimize. Yeşilin enerjisini.

Çocukken en sevdiğim renk fıstık yeşiliydi. Taptaze duygulara ev sahipliği yapıyormuş demek ki zihnimde diye düşünürüm şimdi. Büyüdükçe çimen yeşili ve tonlarını daha fazla sevmeye başladım. Daha sakin hissettiriyordu. Bu sıralar ise yeşilin halk arasındaki adıyla ‘’türbe yeşili’’ tonuyla ilgiliyim. Doğanın uyanışını, canlılığı ve diriliği hissettiğimiz diğer yeşil tonlarına zıt olarak ölümü buluruz bu tonda. Buluruz bulmasına da tefekkür eder miyiz ölümü, hazırlanır mıyız ölüm için gayretle? Ey nefsim! Bir rengin onca tonundan yüzlerce hisse kapılırsın, ne muntazam bir yaratılışın olduğunu bilirsin lakin yeterince şükreder misin Rabbine? Belki baharındasın ömrün tazecik bir fidansın ama sen de solacaksın. Şükret ve af dile. Ölümü aklından çıkarma sakın.

Tefekkür et yeşil tabut örtüsünü. Koy o tabutun içine kendini özün içinde çürümeden evvel. Özün topraktır. Bedenin topraktır. Toprak toprağa karışınca elinde sadece amellerin kalacaktır. Nefsim dinle ve itaat et. Hazırlıklı ol ölümün her türlüsüne. İbadetlerinde bir eksiklik bulundurma, faydasız şeylerden kaçın. Ölüm ki soluğunu alıp veremeyeceğin kadar yakın!

‘’Her şey zıddı ile kaimdir.’’ Yani bir şey varsa zıddı da vardır. Yaşam varsa ölüm haktır. Yaşam için de pay alırız yeşilden ölüm için de. Farklı tonlarını sereriz nazarımıza yeşilin. Cennet bahçeleri yeşilin hangi tonundan ise o yeşile kavuşmayı umarız. O yeşilin hayaliyle yanıp tutuşuruz. Kabrimiz cennet bahçelerinden bir bahçe olsun diye dualar ederiz.

Dünya hayatını, ölümü ve ahireti bir renk üzerinden tefekkür ettiren Allah’ a hamd-ü senalar olsun. Cennette ipek ve atlastan olup yeşil renkli, altın ve incilerle bezenmiş elbiseler giyenlerden olmamız duasıyla.

-Bir Bibliyofil

Renkler Aşkına -3- TEMSİL-İ BEYAZ



Ufak bir yolculuğa çıkalım sizlerle. En sevdiğim renklerden beyazı da yanımıza alalım.
Okuduğum şehir Gaziantep'e doğru yol alıyoruz babam ve kardeşimle. Diğer gün okulum başlıyor. Bu sene 4.sınıf oldum. Hastanede stajlara başlıyoruz İnșaAllah. Açıkçası tam olarak idrak edemedim hastaneye başladığımı, ama yarın beyaz önlüklerle hastaneye geçince anlarım herhalde :))
Okula ilk başladığım zaman alışma süreci zor olmuştu gerçekten. Yeni bir kalacak yer, tanımadığım yeni insanlar, derste bir şeyler anlatıp anlatıp giden hocalar... Ne işim var burada diye düşündüğüm olmuştu. Ama beyaz önlüğü giyince "Ya ben doktor olacağım" bu hissiyat bana çok iyi gelmişti, alışma sürecime çok büyük katkısı oldu. Laboratuvar derslerinde giyiyordum, şimdide hastanede giyeceğim inșaAllah.
Doktorluk... Hayata gözlerimizi hastanede açarız genelde. Biz ağlarken etrafımızdakiler șen șakrak haber bekliyordur doktordan. Ve hoş geldin bebek, sefalar getirdin :) Aile hekimine bir yeni üye daha. Tarama testleri, aşılar... Büyüdükçe hasta olur, hastaneye gelir. En nihayetinde ölünce de yine bir doktor muayene eder. Hayatın her aşamasında vardır onlar. İyi davranın onlara olur mu, biz de güler yüzümüzle, derslerimize kendimizi vererek size en güzel şekilde hizmet vermeye çalışacağız inșaAllah.
Gaziantep'e gelmemize az kaldı. Yolculuk bitiyor. Ben küçükken yollardaki beyaz çizgileri takip ederdim. Çok dikkatimi çekerdi. Yol boyu takip edince de en sonunda midem bulanırdı herhalde :D Bazı yollarda dümdüz, bazı yollarda kesik kesik çizgiler... Uzaktan bakınca dümdüz gibi görünür kesik çizgiler, ama yanına gelince her birini birer birer geçeriz. Sanki hayatımızdan geçen günler gibi. Her ilerleyişinde bir yaşam çizgisini, gününü arkada bırakır insan. Arabayla her mesafe kat edişinde yolun sonuna yaklaşır. Hayat yolunda da doğumla beraber geri sayım başladı, yolun sonuna yaklaşıyoruz, uzaklaşmıyoruz değil mi? Cahit Sıtkı Tarancı ne de güzel ifade etmiş:
"Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak. Taht misali musalla tașında."
Baş rolümüz beyaz renkti tekrar hatırlayalım. Bence unutturmadım zaten :) Bir sorum olacak sizlere;
Sizce peri masallarında mı kaldı beyaz renk? Saflığın duruluğun rengi bu dünyamızda yer edinebildi mi? Masallar gerçek değildir sevgili okur. Saf masumiyet de bulamayız gerçekler dünyasında. İnsan hep bir noksandır. Kötülüğe meyil eden yanı vardır. Bizim için de oran önemlidir. Kâr zarar hesabı... Yanına gittiğinizde size huzur veren, varlığı ile ortama değer katan, bulunduğu yere yük olan değil de yükünü alan insan bence beyazın temsilcisidir.
Beyaz yürekli insan... Arada siyah noktalar düşer kalbine. Zira insanın yazgısıdır kirlenmek. Hata edip tövbe etmek. Cenneti kazanmaya geldik buraya, yaşamaya değil. İmtihan edileceğiz elbet. Kötüye meyil etmesek nasıl imtihan olur ki? İşte kalbe düşen bu siyah noktalardan rahatsız olup onu temizlemeye çalışan beyaz yürekli insandır. Bembeyaz yüzü olmasa da yüreğinin beyazlığı yüzüne de yansır, en güzel yüzlü insanlardan biri oluverirler. Onlar az sayıdalar ve sevginin de emeğe ihtiyacı var. Beyaz yürekli insanlara sahip çıkın :) Sizin de beyaz yürekli insanlardan olmanız duasıyla...

/Müberra

21 Eylül 2019 Cumartesi

Renkler Aşkına -2- SİYAHIN MEDCEZİRİ



Her rengim ben.
Aynı zamanda hiçbir rengim.
Aralarına almazlar beni gökkuşağında
Sanırsın cümle alem küstür bana.

Öyle capcanlı doğa resimlerinde yerim yoktur benim.
Uçsuz bucaksız denizler de yer vermez bana.
Galiba sevinçle aram yok, onlar da haklı aslında.
Ölüm bir renk olsaydı, ben olurdum galiba.

Hayatımın en güzel zamanları
Resulullah(as)'ın gözüne yakıştırıldığım zamandır.
O'ndan gayrı da kimseye yakışmadığım muhakkaktır.

Eh, anladınız artık. Siyahım ben.
Korkutmak istemedim başta, nezaketen.
Zira ölüm nasıl sevimsizse
Beni de sevmez çoğu ölümlü nefis, nefise.
Misal hiç gördünüz mü
En mutlu gününde siyah giyen bir gelin?
Hatta kefen bile olmaz benden.
Ama ufak bir ayrıntı, doğarken de ben varım
Ölürken de...
Kaçamazsın ne kadar istesen de.
Yumuk gözlerle geldin şu dünyaya, ilk beni tanıdın.
Gözün açık gitmezsen dersin "Yine yakaladın."
Kabir de zifiri karanlık
Mü'mine sonrası aydınlık
Talibiz En Sevdiğin Kul'un Ümmeti Olarak
Ya Rab! Firdevsi isteriz ki yemyeşil
Akupak
Ama iyi ki siyah da var
Beyazın kıymetine kıymet katar.
Şimdi kapa gözlerini
Bak yine buldun beni.

/Leylunehar

18 Eylül 2019 Çarşamba

Renkler Aşkına -1- YAĞMURUN ARDINDA GÖKKUŞAĞI VAR



Yaşam boyu hep mücadele içinde olmuşuzdur. Doğarken anne karnında, bebekken, çocukken, gençken, yaşlıyken, ve en son ölüm geldiğinde.

Doğmak ve ölmek iki zıt kelime. 
Başlangıç ve son gibi...
Bazen bittiğini düşündüğümüz anlarda yeniden başladığımız olmuştur.  Ölüm de böyledir, her şeyin tamamen bittiğini düşünürüz ama ebedi bir hayat bekler bizi aslında. 
Sonsuzluk başlar. Sonsuzluğun içine gireriz her şeyin yeniden başlayacağı ve hiç bitmeyecek olan yere adımlar atarız.
Doğduğumuz an mücadelemiz başlar. Zorlukların içinde buluruz bir anda kendimizi.  Hiç bitmeyecek dertler art arda sıralanır. Bazen sevincin arkasından hemen hüzün, hüznün arkasından sevinç gelir.
Mü'min bunların birer imtihan olduğunu düşünüp Allah’a sığındığı anda nice güzelliklerle karşılaşır.
Tıpkı Hz. Yakup (a.s) gibi... Tıpkı Yusuf (a.s) gibi...
Yakup peygamber  oğluna duyduğu özlemle sınanırken Yusuf peygamber de hem babasına duyduğu özlemle sınanmıştır ve kardeşleri  tarafından kuyuya atılmış, yıllarca zindanda kalmıştır.
Yusuf peygamber kaldığı zindanda isyan etmek yerine olduğu yeri çiçeklendirmiştir. Tebliğde bulunup birçok insanın hidayetine vesile olmuştur. 
Onun için sonsuz mutluluk böyle hazırlanıyordu belki de.  
Yakup Peygamber uzun bir süre oğlu Yusuf’a duyduğu özlemden ötürü keder ile yaşamış ama en sonunda Yusuf’una kavuşmuştur. Çölde yolculuk etmiş, gözleri hastalanmış ama oğluna kavuşmuştur.
Elbette bu olanlar Allah’ın izniyle gerçekleşmektedir. Ve sonu mutluluk olan her şeyin başında zorluk olacaktır. Rabbimizin bize verdiği bir lütuftur.  
Müminin her anı da aynı değildir. Dört mevsim gibi kar da yağacak, yağmur da. Ama bilecek ki yağmurun ardında koca bir gökkuşağı çıkacaktır. Heybesini dolu tutacaktır. 
Düştüğümüz an kalkmayı bilmeli. Hemen... O ivedilik ferah bir cansuyu olur.
Ümitli olmalıdır her daim. Sıkıntıların geçeceğini bilip her daim çalışmalıdır. O ümitsizlik anından hemen sıyrılmalıdır. Dua edip sabırla beklemelidir.
Ne diyor ayette;
Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
(Ahkaf-13)
Zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var!
Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var!
(İnşirah-5,6)
Bu ayetlerle müjdeleniyor mümin olan.
Dua etmek müminin azığıdır. Hiçbir şey yapmasa bile olduğu durumdan kurtulmak için duadan ayrılmamalıdır.
Siyahın ardından beyaz, karanlığın ardından aydınlık, yağmurun ardından elbet gökkuşağı çıkacaktır. Ölümün ardında da sonsuz başlangıç vardır. Hadi bir çay koyup yeniden başlayanlardan olalım...  Selamun aleykum 

/Varestea

16 Eylül 2019 Pazartesi

SAYGI DOSYASI -5- YOBAZ DERKEN?



Evet, bir toplum değerlendirmesiyle başlayalım diye Ekşi'ye girdik. Yazar kitlesinin çoğunun damarına basmış olmalı bu "YOBAZ" kelimesi ki 26 sayfa döküldü önümüze.

Bu entry de benden olsun:

 Yobaz, kullananın dilinden ivedilikle çıkmışsa, aslında o kişiyi tanımlayan kelimedir.  
                                                                                                   18.08.2019 23:18 leylunehar

Ancak genel kanıya baktığımızda, dindar insanlara yöneltilmiş bir nevi nefret söylemidir. 
Aslında yobaz, HERHANGİ BİR düşünceye acabasız yaklaşan insandır ki her kesimin yobazı gayet tabii olabilir. 

Bu yazı ise İslamı yaşama ve yaşatmaya çalışma niyetinde olanları düşündürmek için... Düşünmek bizim işimiz hanımlar beyler!  Kişi düşünür, Yaratıcısını bulur. Hele bir de inanmış biri olarak düşünürse, Yaratıcısını tanır. Akaid diye bir İslami ilim var ki inancı akla oturtmak için çabalar. Kitabımız ki geçen her yüzyıl üzerinde düşünen insanlara yeni yeni deryalar açar. Tefekkür yani derin düşünüş ki sadece sevap kazanmak ile motive olmuş bir Müslümanı dahi cezbedecek ederi vardır İslamda. E peki neden yobazlık bizden bu kadar uzak olmasına rağmen en çok duyduğumuz sıfatlarımızdan? Çünkü ortada inanmak gibi kalbi bir eylem var. Düşünmek ise aklın eylemi. Aklı atarsak yobaz, kalbi atarsak rasyonalist yani akılcı oluyoruz ki ikisi de kabul edilebilir değil. 

Akıl ve kalbin izdivacı gerek bize. Çağın gereklerini görebilen ve çağı kendine uydurabilen devrimci bir tavır gerek. Akıl gibi bir nimete kalbi rehber edecek feraset... Yoksa kendine ağlaması gereken akılcıların güldüğü yobazlar oluruz ki, haklı bir gülüş, kabul edelim. Bize düşen ise, kendine ağlayamayanların yerine de ağlamak... Kendimize gelince göreceğiz bu savaşın lüzumsuz olduğunu. Onun dövmesini, kıyafetini, müziğini inceleyip, bundan adam olmaz diyip, içerideki insana merhamet nazarıyla biz bakmazsak kim bakacak? İddiasında olduğumuz din, insana kıymet verir. İnsanı sahiplenmek, öncelemek diyince en önde gelenler Müslümanlar olmalı. Eğer böyle değilsek, zihnimizde bazı kavramların içini boşalttığımızdan, namaz, tesettür gibi olmazsa olmazlarımızın ardına küçük çocuklar gibi sığınıp ahlaki yozlaşmaları gözardı ettiğimizden olsa gerek.

Hasar tespitini pek tatlı bir dille yapamadığımın farkındayım ancak dünya genelinde oluşmuş Müslüman adı altında bir çok zihinde oluşan profil de can yakıcı... 
Müslüman masum öldürmez, mazlumun yanında olur.
Müslüman kadını değersizleştirmez, ona adil davranır, onu Yaratıcısının diliyle tanır, anlar ve ruhunu da bedenini de incitmekten korkar.
Müslüman rant peşinde değildir, duyarsız hiç değildir. Her yaratılanın canı olduğuna inanır ve ağacın, kedinin, köpeğin hatta binanın, şehrin, bir kütüğün dahi canını yakmaktan çekinir.
Bunun canlı örneğini göremeyen ve zaten önyargısı olan insanları hangi şekilde imana çağırabiliriz ki? 

Dert, dermanın varlığına habercidir. Az biraz dertlendirdiysem, ne mutlu...

-LeyluNehar





8 Eylül 2019 Pazar

SAYGI DOSYASI -4- LGBTİQ+ GERÇEĞİ




Uzun zamandır kaleme almaya çalıştığım yazımı sonunda yazmaya başlıyorum.
Konusu itibariyle beni oldukça zorlayan bu yazımın siz saygıdeğer okuyucularımız için faydalı olmasını temenni ediyorum.
Sizlerle LGBTİQ+ hakkında dertleşeceğiz...

Öncelikle LGBTİQ+’nın ne olduğuna değinmemiz gerekecek.
Hüküm Dergisinin Ağustos 2019 sayısından aldığım tanım şu şekilde:
‘’ LGBTİQ+ farklı cinsel yönelimleri gösteren bir kısaltmadır. L (lezbiyen) kadın olup kendi cinsine cinsel ve romantik ilgi duyan, G (gay) erkek olup kendi cinsine cinsel ve romantik ilgi duyan, B (biseksüel) hem aynı hem karşı cinse cinsel ve romantik ilgi duyan, T (transeksüel) operasyon geçirerek bedenlerini karşı cinsiyetin bedenine dönüştüren, İ (interseks) bedenleri ve üreme sistemleri tam olarak erkek ya da kadın üreme sistemi olmayan, Q (questioning) henüz LGB olup olmadığına karar verememiş bireyleri, + ise kendini herhangi bir cinsiyet kimliğinde tanımlamayan bireyleri ifade etmek için kullanılır.’’
Gökkuşağı renklerinden yola çıkarak LGBTİ+ sembolü bayrağını eşcinsel Gilbert Baker tasarlamıştır. (Hayatımızın en masum dönemi olan çocukluk dönemlerimiz başta olmak üzere severek kullandığımız gökkuşağı sembolünün böyle bir oluşumda kullanılmasını oldukça can sıkıcı buluyoruz.) Bu genel tanımı verdikten sonra konunun ehemmiyeti hissedilir hale gelmiştir diye ümit ediyorum.

İslami pencereden baktığımızda aklımıza ‘’Lut Kavmi’’ gelir doğrudan. Kur’an’da şöyle buyrulmuştur:
‘’ Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz. Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı.
Bunun üzerine biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helaka uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı. Ve onların üzerine bir (azab) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkârların uğradıkları sona bir bak işte.’’ (A’raf Suresi 80-84)
Bile isteye(!) lezbiyen, gay, biseksüel hayatı tercih etmiş ve yaptığını kendinde hak görenlerin bu ayet-i kerimeleri tekrar tekrar okuyup ibret alması gerektiğini düşünüyoruz.
Neden mi parantez içi ünlem:
Kişilerce bir "tercih meselesi" olarak addedilen bu farklılıklar, aslında tercihten öte maddi manevi yanlış yönlendirilmişlikleri barındırıyor. Şimdi, bu sapkınlıkların normal değerlendirilmesinin altında yatan sebepleri irdelersek: Ergenlik çağlarına gelmiş gençlerin cinsel konulara merakı artıyor. İradesi zayıf ise merakını ve isteğini haram sesler, görüntüler; hayal dünyasını harekete geçiren öykülerle tatmin etmeye çalışıyor. Kontrolsüz ve sağlıksız beslenmesinden; sınav vs. stresinden ötürü bozulmuş hormon dengesi ve tüm bunlara kendisinden önce maruz kalıp da kendini bu kelimelerden biri ile tanımlayıp övünen büyüklere maruz kalması da cabası... 
Tüm bunlarla sürekli sürekli karşılaşan gencimizin merakı artıyor ve bunu kendisi gibi bu iradesizlikten muzdarip, aynı cinsiyetten arkadaşları ile tecrübe etmek kolay ve normal görünebiliyor. (Burada parantez açmak lazım ki faydalı işlerin azlığı batıla meydan verir. Gençlerin gerçek ve ebediyete kadar taşıyabileceği amaçları aşılayan bir çevresi, yakını olmaması da bu cephenin ayıbıdır.) Gencimiz bir iki böyle böyle batağa batarken, bu bataklığı "bir bahçe" sayarsa, tercihini yapıp(!), ileri aşamada saygı duyulması için veryansına başlıyor.
Burda tıbbi bir kavrama değinmek istiyorum. Cinsel kimliğimizi etkileyen en önemli organımız beyindir. İnsanın "özellikle ergenlik çağında" kendi cinsi ile edindiği deneyimler derin bir iz bırakabiliyor.
Nasıl ki ciddi bir üst solunum yolu enfeksiyonu geçiren insana "Bu burun akıntıların, öksürüklerin var ya; seni sen yapıyor. Ne tedavisi canım, bu bir tarz meselesi..." diyen bir doktor, hastasını zatürreye gidebilecek bir "zulme" sürülüyorsa, bu bireyleri normal görmemiz de onlara zülumdur. Onların bir çok yönden desteklenmesi, irade eğitimi alması, velhasıl kür edilmesi lazım.

Peki vücudundaki anormallikler sebebiyle tam anlamıyla kadın veya erkek olamayan bireyler de bu ayetlerin kapsamına girer mi sorusunu yine Hüküm Dergisi’nin belirttiğimiz sayısından bir kısım ile açıklayalım: ‘’İslam bir muvazene dinidir; ilahi adaleti ve sünnetullahı gözetir. Bu sebeple fiziki olarak doğuştan hem erkek hem de dişilik organına sahip olanları cinsel anlamlarda sapkın tercihlerde bulunanlardan ayrı tutar ve onları ‘hünsa’ başlığı altında değerlendirir. Hünsa, lügatte ‘’kırılmak, kırılıp bükülmek’’ manasına gelen hanes kökünden ‘’kadınsı davranışlar gösteren erkek’’ anlamında bir sıfat olup İslam hukukunda, doğuştan hem erkeklik hem de dişilik organı bulunan erkek mi kadın mı olduğu tespit edilemeyen kişiyi ifade eder. İnsanlarda "milyonda bir" rastlanan bu yapısal bozukluk veya çift cinsiyetlilik (er dişilik) vücutta hem er bezleri hem de yumurtalıkların bulunması, dış üreme organlarının her iki cinse ait özellikler taşıması, hatta hücrelerin bazısında erkek bazısında dişi kromozom çiftlerinin görülmesi şeklinde ortaya çıkar. Bu tür yapısal bozukluk İslami gelenekte tabii karşılanmış ve tabi olacağı dini ve hukuki hükmü belirleyebilmek için bazı kriterler kullanılması ve bazı uyarımların yapılması yoluna gidilmiştir.’’
Bunun dışında hormon bozukluğu veya psikolojik sıkıntılara sahip olup buna binaen lezbiyen, gay, vs. olma eğilimindeki bireylerin uygun bir tedavi yöntemiyle her açıdan tedavi görmeleri; durumlarına çare aramaları gerekir. Bu süreçte de arzularını haram yollarla tatmin etmemeleri, umarız ki Allah katından bir cihattır.

Yazının başında belirttiğim gibi epeydir bu yazıyı yazmaya çalışıyorum ve konunun aslında bir deneme yazısıyla detaylı bir şekilde aktarılmaya müsait olmadığını gördüm. Değinilecek daha epey nokta olsa da amacımız esas noktalara temas etmek idi . Temas edilmesi gereken bir nokta da LGBTİQ+ çatısına girmenin önünü kesmek adına neler yapılabilirdi. Bununla ilgili düşüncelerimizi şu şekilde sıraladık:
1. LGBTİQ+’nın normalleştirilmesine fırsat vermemek. ‘Onur Yürüyüşlerini’ protesto etmek ve bu yürüyüşlere destek olan; sapıklığa destek veren şarkıcı, oyuncu, devlet adamı her kimse fikrine karşı çıktığımızı belirtmek.
2. LGBTİQ+‘ nın ne olduğunu bilmek buradaki + işareti yerine gelebilecek sapkın oluşumların ortaya çıkışını engellemek adına çalışmalar yürütmek, sürekli kontrol içinde olmak gerekir.
3. Bu oluşumun birçok örgütleniş yolu ve yayın organları vardır. Bunları tespit ve ifşa etmek, karşılarına daha güçlü yöntemlerle çıkmak.
4. Çağımızın biricik gençlerine sağlam bir irade eğitimi vermek. Kendi irademizi de güçlü tutmak için çabalamak çözüm yollarımızdan biri olacaktır. Sağlam bir irade için de Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılmak, İslamı yaşamak ve yaşatmak zorundayız.
5. Evlenmesi farz düzeye gelmiş hanım ve erkek kardeşlerimizi bir an önce evlendirmek, şehvetlerine yenik düşerek fuhşiyat ve sapkın düşüncelere dalma risklerini azaltmak diğer bir çözüm önerimiz.
6. Bilinçlenmek. üzerine basa basa vurgulamalıyız ki önce bilinç lazım. Doğru ve güvenilir kaynaklardan faydalanarak LGBTİQ+ tehlikelerini öğrenmek ve öğretmeyi hedef edinmeliyiz.
7. Hangi hataya düşmüş olursak olalım tövbe kapısının daima açık olduğunu hatırımızda tutmalıyız. Hiçbir günah Rabbin merhametinden daha büyük değildir.Belki de LGBTİ’ yi destekledik, belki çirkin işlere daldık zamanında ancak yılmamalı sahih bir tövbe ile önümüze bakmalıyız.

Yazımı sonlandırmadan önce lise yıllarımda "eşcinsellik" ile ilgili yaşamış olduğum bir durumdan bahsetmek istiyorum. 15-16 yaşlarındaydım. Sınıfta samimi olmaya başladığım bir kız arkadaşım vardı. Çok sıcakkanlı ve sevecen olması hasebiyle seviyordum onu. Bir gün okula kolları sarılı bir vaziyette geldi. İki kolunun da iç kısmını dirseğine kadar jiletlemiş. Sebebini sormuşumdur muhakkak ama neler anlattığını hatırlamıyorum. Ama şuna emin olmuştum ki arkadaşımın psikolojik sorunları vardı ve ona yardımcı olmalıydım. Özellikle kendine zarar verme girişiminden sonra uzun uzun telefon görüşmeleri yaptık. İçtiği sigaradan da (ayak bileklerine kadar) kendine zarar verme alışkanlığından da uzaklaşması adına dil döktüm. Yardım etme çabalarım beni dert ortağı olarak görmesine sebep olmuş olacak ki bir sırrını açtı bana, eşcinsel olduğunu söyledi. Eşcinselliğin ne demek olduğunun idrakinde değildim. Normaldir dedim öyle davrandım. Seni hoşgörüyle karşılıyorum dedim, hastalık olarak düşündüm galiba tedavisinin olacağı geldi aklıma. Arkadaşımın iç dünyasının nasıl bir yer olduğunu sırrını paylaştıktan sonra öğrenmeye başlayacaktım. Maalesef arkadaşımdan hayasızca şeyler duymaya başladım. Kendi gibi eşcinsel(!) arkadaşlar bulduğunu, arkadaşının ona edep yerlerinin fotoğrafını attığını söyledi (Affınıza sığınarak konunun ciddiyetinin daha çok farkında olmamız açısından yazıyorum.). Durumun ciddiyetini ve hoşgörünün altında yatan sinsiliği anladım böylece. Süreci çok hatırlamasam da psikologa gitmeye ikna olduğunu hatırlıyorum. Bu yönel(t)iminin hormon tedavisiyle halledileceğini söyledikleri halde kabul etmemiş.Tahminen 15 yaşlarının ortasındaki bir kız cinsel tercihten bahsediyordu. Tedaviyi kabul etmemesine üzüldüm. O sıralar "Twitter" denen bir mecranın varlığından haberdar değildim. Arkadaşım Twitter hesabı açmış ben de açayım dedim, doğal olarak arkadaşımın hesabına göz gezdirdim. Hesabın tamamıyla LGBTİ+ tweetleriyle dolu olduğunu ve LGBTİ+ oluşumunu savunan bireylerin inanılmaz bir dayanışma içinde olduğunu gördüm, afalladım. Arkadaşımın dersleri de bir hayli kötü gidiyordu bu arada. Tamamen cinsel konularda idi ilgisi... İster istemez uzaklaştık.
Ailesinin durumdan haberdar olduktan sonra ne kadar yıkıldıklarını hatırlıyorum. Annesinin okula gidiş gelişlerini, buğulu gözlerini, çırpınışlarını, okuldaki hocalardan medet umuşunu izlemek o kadar acıydı ki. Kızının zihin dünyası son derece kirlenmiş ve sapkın düşünceli insanlar tarafından ipotek edilmişti. Son olarak arkadaşımın sapıklık boyutundaki düşüncesine karşı çıkışımla aramızdaki ipler tamamen kopmuş oldu.
Bilinçsizce hoşgördüğüm durumun kirli yüzünü görünce ortada hoşgörüye değer bir şeyin olmadığını bu işin sapkınlıktan ileri geldiğini anlamış oldum. Arkadaşım ise okul hayatına ara verdi, psikolojik destek aldı. Şimdi nerede ne yapıyor bilmiyorum ama bir zamanlar içinde bulunduğu bu ideolojiden kurtulmuş olmasını ümit ediyorum. Ufacık diyebileceğimiz bir yaşta belki sosyal medyanın, belki okuduğu özenti ve pislik dolu romanların belki de tanıştığı yanlış fikirli insanların etkisiyle istikameti bozulan o kıza şahidim. Bir gencin zihninin tarumar edilişine, bir annenin sessiz çığlıklarına şahidim. Sen de şahit ol Ya Rab! İnsanlığı bu tehlikeden kurtar. Ailemizi, toplumumuzu, Ümmet-i Muhammed'i her türlü hayasızlıktan koru Allah'ım.

İnşaAllah LGBTİQ+ ile ilgili bu yazımız bir nebze de olsa bilinç kazandırmıştır. Biz bilinçlenelim, çevremizi bilinçlendirelim ve bilinç halkamızı genişleterek sesimizi duyuranlardan olalım inşaAllah. Allah'a emanet olunuz.

/Bir Bibliyofil

Yazarımız: BİR BİBLİYOFİL

" Selamün aleyküm!

Henüz tanışmadığım, belki hiç tanışmayacağım fakat aynı Rabbe iman etmekten, aynı peygambere salat ve selam getirmekten gurur duyduğum güzel kardeşim. 
Gel seninle biraz hasbihal edelim.
Halin nicedir, neler yapmaktasın? Bilmek isterim. 
Senin de bu soruları bana sorduğunu duyar gibiyim. Halimi sorarsan gafletteyim derim; nimetlere karşı şükürde ve ibadetlerimde eksiğim derim. Ama niyetim şükrümü de zikrimi de arttırmak yönündedir. Rabbim niyetimi amele dönüştürmeyi nasip etsin.
Bu aralar zevk alarak yaptığım en büyük etkinlik kitap okumak. 
Gerçi kitap okumak bana her zaman zevk verir. "Derviş ve Ölüm" isimli bir roman okuyorum. Farklı ve derin fikirler barındıran bir kitap, tavsiye ederim.
Tatil dolayısıyla annemin köyünde kalma imkanım oldu bir kaç hafta. Bu süre zarfında gündüzleri canlıları inceledim, geceleri ise yıldızları. 
Ağaca, buluta, taşa, toprağa bakıp bol bol tefekkür etme fırsatına nail oldum. 
Bir yaprağın yaratılışındaki nizama hayranlıkla bakarken, ağaçların gölgesinin dahi bizler için nasıl bir nimet olduğunu farkedip şükre daldım. 
Doğayla iç içeyken tefekkürün nasıl şükre dönüşebileceğini tecrübe ettim.
Son zamanlarda bir de dost edindim ve dostumu Allah rızası için sevmeyi öğrendim. Bana Allah'ı hatırlatacak dosta ne kadar ihtiyacım varmış meğer. Böyle bir dostun ahiret için güzel bir yatırım olacağını düşünüyorum ☺
Mektubuma yavaş yavaş son vermek istiyorum. Muhabbetim yüreğine dokunduysa mektuplardan bir deste ile karşına çıkabilirim. Belki de bir gün çayımızı yudumlarken daha derin muhabbetlere dalarız kim bilir? En güzele emanetsin."

-Bir Bibliyofil
Kendisi Kayseri'de Matematik Öğretmenliği 3.Sınıf Öğrencisi. 
LeyluNehar'ın "Namaz Seferberliği" projesinden "Namaz Kardeşi".
Hakkı ve sabrı tavsiye etmek için kalemini de kullanmaya niyet etti. :)



18 Ağustos 2019 Pazar

SAYGI DOSYASI -3- FITRAT OMURGASI

Fıtrat Nedir?


Yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç, Peygamberlerin sünneti, Kâlb-i selim, adetullah. Ayrıca hilkat, tabii eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü, istidât gibi manalara gelir. Terim olarak fıtrat: "Allah Teâlâ'nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır (İbn Manzur, Lisânü'l-Arab, Beyrut, (t.y.), V, 55).

Fıtratın geniş anlamları Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde açıklanmaktadır:

"Sen Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta (Fıtratallah) verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm, 30/30).
"Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir'' (en-Nahl, 16/78).
"Allah'ın kanununda bir değişme bulamazsın " (el-Fâtır, 35/43; Ayrıca bk. el-İsrâ, 17/77; el-Ahzâb, 33/62; el-Mümin, 40/85; el-Feth, 48/23).
"Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol gösterdik" (el-Beled, 90/10).
"Biz ona yolu gösterdik, ya şükredici veya nankör olur" (el-İnsân, 76/3).
"Rabbimiz, her şeye yaratılışını verip sonra onu doğru yola iletendir" (Tâhâ, 20/50)
"De ki: Herkes yaratılışına göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir"? (el-İsrâ, 17/84).
"Onlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah bir toplumun durumunu değiştirmez" (er-Ra'd, 13/11).

Kur'an-ı Kerîm'deki bu ayetler birbirini tefsir ederek fıtratın anlamını açıklar.Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şu hadisleri bu anlamı apaçık bir şekilde genişletmektedir:

"Kötülük yapmak seni üzüyorsa, artık sen müminsin" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 251-252).
"Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra ebeveyni onu hristiyan; yahûdi, mecûsî yapar. Eğer ana-babası müslüman iseler, çocuk da müslüman olur" (Buhâri, Cenâiz, 79; Müslîm, Kader, 23-25; İman, 264; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 233, 435).
"Beş şey fıtrattandır: Sünnet olmak, kasıkları traş etmek, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altındaki tüyleri yolmak" (Buhâri, Libas, 51, 63, 64; Müslim, Tahara, 49; Ebû Dâvûd, Tereccül, 16; Tirmizî, Edeb, 14).
"Rabbim buyuruyor ki: Ben bütün insanları Hanif (salim fıtrat) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar onu dinden saptırdılar. Benim helâl ettiklerimi onlara haram ettiler, insanlara bana ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim" (Müslim, Cennet, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 162).

Fıtratta değiştirilebilir veya değiştirilemeyen özellikler var mıdır?

Her doğan Allah'ın en güzel yaratması ile doğar.

Eğitim ve çevre faktörü, fıtratı ya İslâm üzere devam ettirir, yahut fıtratı bozarak yaratılış amacından saptırır.

Bütün insanlar Hanif üzere yaratılmakta, sonra şeytan ve nefis onları bozmaktadır.

Allah insanın nefsini takva ve fücurla yoğurarak yaratmış, şeytanın hilelerine karşı yine de kullarını kurtarmak için peygamberler aracılığıyla onları fıtrat dini hakkında bilgilendirmiştir.

Allah'ın yaratılış kanunu kevnî ve şer'î şekillerde değişmeyen bir yasadır.

İnsanı yaratan Allah onda iyilik ve kötülüklerle dolu dünya hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir kabiliyet (vicdan) vermiştir. Bozulmamış, fıtratım korumuş insan iyiden yana tavır aldığı gibi, herhangi bir şekilde Allah'ın ayetlerini de akıl veya kalble kavramaya meyillidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an şeytan veya melekler tarafından hayır ve şer telkin edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidâyete çevirmek İslâm dininin görevidir. İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsi arındırarak insanların kurtuluşunu gerçekleştirir. Allah, yaratıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye bilerek karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata aykırı her türlü eğitimci, devlet, aile, toplum düzeni- saptırır. Bu aşamada İslâm ancak bir öğüt, bir tebliğdir, dileyen inanır, kurtulur, dileyen batağa sapar.

İslâm ümmeti insanları yaratılışlarındaki hayra eğilimli taraflarını ortaya çıkarmak ve onları en yüksek ahlâka ulaştırmakla yükümlüdür. İnsanlığın günah ve şirk bataklığından doğru yola çekilmesi, vicdanların ilâhı saflığına dönüşü, takva ile en güzel olana uyulması için ilâhı, kutsal bir nur yani İslâm'ın rehberliği şarttır.

-İnsanlar fert olarak nefislerinde olanı gözlerlerse veya kainattaki her çeşit, sayısız nimetleri aklederlerse veya geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden ibret alabilirse hakikati idrak edebilirler.

Her insan, nefsine ve topluma karşı yaptıklarında bir kötülük oluştuğunun farkındaysa vicdan azabı duyabiliyorsa onda bozulmamış bir ahlâkı yapı vardır. "En güzel ahlâkı" tamamlamıştır, artık geçerli olan onun ahlâkıdır.

Bütün yaratılmış varlıklar bu kâinatta Allah'ın değişmeyen yasası (âdetullah)na göre yasamaktadırlar. İnsan bu kâinatta halife olarak yaratılmış ve emaneti yerine getirmekle sorumlu tutulmuştur: Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye yaratılışta sorguladığı insan, Rabbine şu sözü vermişti: "Evet, şahidiz."(el-A'râf, 7/132). Allah insanı yaratmış, ona düzen ve ölçülü bir biçim vermiştir. Onu en güzel şekilde yaratmış, doğruyu ve yanlışı göstermiş, insan da ya şükreder yahut inkâr eder halde temkin edilmiştir. Bundan sonra dünya hayatında kendini arıtan, yüzünü hanif olarak Allah'a çeviren, kendisini fatr edene ibadet eden kurtulacaktır (bk. el-İnsân, 76/3; et-Tîn, 95/4; el-Beled, 50/10; en-Nisâ, 4/28; el-İsrâ, 17/51; el-Mülk, 67/3; el-İnfitâr, 82/7-8).

Yine Kur'an-ı Kerîm'deki kutsal bilgilendirme yolu, insanı âfâk ve enfüsteki ayetleri düşünmeye, akletmeye çağırdığı gibi, insanın en çok acz içindeyken, meselâ denizde bir gemide yol alırken aniden gelen bir fırtınada deniz orasında acz içinde kalınca, bütün yalanlama, fitne ve fücûru, ortak koştuklarını unutan insan, hemen Allah'a dua etmektedir. Bu, insanın fıtraten Allah'ın bilincinde olduğuna bir delildir. Bu manevî hak duygusu her ferdde mevcuttur ve İnsanı yoldan çıkaran, işlediklerini süslü göstererek onu asi yapan şeytandır (Münâvî, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, V. 34; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1978, VI, 3822).

Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, sâf, her şeyi alma kabiliyeti ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Bundan sonra ona Lailaheillallah öğretilmez ve fıtratın anlamıyla eğitilmezse ailesi onu yahudi, hıristiyan, mecusi, vb. yollarda eğitir ve buna göre onda bir kişilik yapısı gelişir. Halbuki Allah: "Yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir. Allah'ın sıfatlarında sebat et ki o insanları bu fıtrat üzerinde yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm, 30/30) buyurmaktadır.

Buna göre bütün insanlar Allah'a inanmak ve ona kulluk etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Yoksa Allah'ın öğütlerinden yüz çevirerek, bağımsız davranarak, ayetleri yalanlayarak fıtrata aykırı düşüleceği gibi, bu sebeple Allah'ın azabına da müstahak olurlar. Çünkü fıtratı bozmak, Allah'a karşı gelmek demektir. Meselâ müşrikler, fıtrata uygun doğan hayvan' yavrularının kulağını keserlerdi. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Kâbe'de Allah'a ortak koştukları birçok putlar bulundururlardı. Fıtratı inkâr etmek için kendilerine de vahiy indirilmesini veya peygamberlerin birer melek olması gerektiğini ileri sürerlerdi. Onların helâk edilmeleri de bu yüzden oldu. Hiç kimse Allah'ın insanı kul olarak yaratması kanununu değiştiremedi ve değiştirmeye kalkanların azabla kuşatılması da bir kanun olarak uygulandı.

İslâm'a göre hayatın anlamı ancak fıtrata uygun yaşamaktır. Yeryüzündeki gelmiş geçmiş hiçbir din ve ideoloji bunu sağlayamamıştır. Üstelik lâik çağdaş düşünce sistemleri, vahye karşı "doğal-pozitif akıl lâiklik" karşıtlığıyla oldukça, basit ve insan fıtratıyla uyum sağlamayan bir şekilde insanın kurtuluşunu din dışı bir yola sokmak istemişlerdir. Ancak insanın fıtratı her şeye rağmen, her türlü muhteşem teknik gelişmelere, maddi ilerlemelere rağmen tabiatı gereği gerçek mutluluğu bulamamakta, büyük bir manevî boşluğa düşmektedir. Bu boşluk Allah'ın sınırlarını aşmak ve nefsine zulmetmektir (et-Talâk, 65/1). Bu boşluğu çeşitli dinler doldurmak istemekte ancak hepsi de fıtrata aykırı muharref ve ilkel teklifler getirdikleri için insanlar İslâm'dan başka kurtuluş olmadığını anlamaktadırlar. Çünkü: "Kalpler ancak Allah'ı sanmakla huzur bulur" (er-Ra'd, 1 3/28).

Fıtratı çevre etkenlerine karşı özümseyememiş kişilere ve toplumu bütünleştirmek adına nasıl bir tavır sergilemeliyiz?
“İnsan ihsanın kuludur.”

Güneşiyle gözümüze, havasıyla ciğerlerimize, sesler âlemiyle kulağımıza, hikmetleriyle aklımıza ve ruhumuza ihsanlarını yağdıran Allah’a kul olmak fıtratın gereğidir.

Bu fıtrat, kalp kazanmanın en önemli bir şifresi, en tesirli bir reçetesidir.

İnsanların kalbine fıtratın ne olduğunu ve güzelliğini mi nakşetmek istiyoruz? Öncelikle onlara, bir güler yüzle olsun,  ihsanlarda bulunalım.

“Zorbalık, sertlik, kabalık ve tahakküm”, fıtratın reddettiği, nefsin ise en çok hoşlandığı zararlı hallerdir. Bunlarla birisini korkutabilir ve emrimizde çalıştırabilir; ama kalbini asla kazanamaz, muhabbet ve hürmetini asla celp edemeyiz.

 Bakara Sûresi'nde “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256) buyruluyor. Zorlama, beden için geçerli olsa bile kalp için kesinlikle geçerli değildir. Bir kişinin sırtına zorla bir yükü koyabiliriz, ama aklına bir fikri, hele kalbine bir inancı zorla yerleştiremeyiz. Halk arasında ibretli bir söz vardır: “Atı suya zorla sokabilirsiniz, ama ona zorla su içiremezsiniz.”

 “Dinde zorlama yoktur.” ayetindeki temel mesaj, vicdanlara baskı yapılmamasıdır. Bununla birlikte, bu ayet sadece dinî konulara mahsus olmayıp, her hususta geçerli olan temel bir kanundur öncelikle bunu bilmemiz gerekiyor sonrasında ise nakşetmek istediğimiz güzellik konusunda baskının yersiz ve geçersiz olduğu şu ayet-i kerimelerle en güzel şekilde ortaya konulmuştur:


“Resulün vazifesi  ancak apaçık tebliğdir.” (Nur Sûresi, 24/54)

“… Biz seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen onların üzerine bir vekil de değilsin.” (En’âm Sûresi, 6/107)

Bu ayetlerin muhatapları hep Allah’ın kulları... Onların bedenlerini bütün bir kâinattan süzen O...  Ruhlarını yaratıp bedenlerine sultan yapan da yine O... Ve konuşan, Allah Resulü (asv)…

Buna rağmen, Allah, dünya imtihanının bir gereği olarak, kullarını “inanıp inanmamakta” ve “kendisine itaat veya isyan etmekte” serbest bırakmış. Bir kul, dilerse hayır işleyebiliyor, dilerse şer.

Bizim, fıtratı nakşetmeye çalıştığımız kişiler üzerindeki hakkımız ve hâkimiyetimiz, İlâhî hukuk ve hâkimiyet yanında sözü edilmeyecek kadar basit, sathî ve zayıf kalıyor. Buna rağmen, tahakküm ve zorlama yoluna gidiyorsak, “fıtrata zıt hareket ediyoruz” demektir.

İnsanları yaratan ve fıtratlarını öylece tanzim eden Allah, bütün peygamberlerine,  sadece tebliğde bulunmalarını, zor kullanma yoluna gitmemelerini tavsiye ederken, bizim haddimizi bu derece aşmamız fıtrata zıt düşüyor. Bunun içindir ki,  müessir olamıyoruz,  ve nakşetmek istediğimiz güzelliği kalbe işleyemiyoruz. Her konuda ölçülü olmamız gerektiği gibi bu konuda da ölçülü bir yaklaşım içerisinde olmalıyız.

|Asfa Akmer

Kaynakça: 
https://sorularlaislamiyet.com
kutubusitte/hadisler




Akılsızlıkla Kandırma Sanatı

AKILSIZLIKLA KANDIRMA SANATI

Bir gün şeytan ile itaatkar efendisi
Diğerlerini kendi yollarına getirmek için
Girmişler hayali bir münakaşaya.
Beynamaz adam beğenmez
Şeytanının önerisini:

-Efendi,efendi!
Dinle pür dikkat beni
İnsan evladı yaman bu devirde
Artık diyemeyiz öyle
‘Tap Luta yahut Uzzaya.’
Adama gülerler İblis
Derler:
 -Akılsız mıyız biz?”
(Şeytan anlamış,ayrıntıdaymış giz.)

   -Tabii efendim,ne münasebet
Akıl dediğiniz şey ne büyük nimet
Şükrünü eda etmekte marifet
Bu da ona tapmakla olur elbet.

-Hayırdır yine tapmak dersin?

  -Ah,akılsız kafam.
Bağışlayın bu acizi.
Siz elbette ki
Allah’a tapanlardansınız.

-İşte şimdi doğru dedin İblis.
Ha ama faiz maiz dinlemeyiz.
(İblis güler pis pis)
Bu devirde kredisiz
Dahi yürüyemeyiz
Aklısız mıyız ki kız gitsin çeyizsiz?

  -Ne haklıdır sözünde benim efendim.
(Kim efendi kim mevali aceb n'etmeli bu hali)

Derken kara kutu çığırır, sesi tiz
“Turizm gelirimiz nefis
Can sıkıntısına birebir ülkemiz
Siz de Kadıköy'de kafa dağıtmaya ne dersiniz?”

-İşte benim memleketim
(Varmış gurur duyacak ne de çok şeyimiz
Bilememişiz)
-Ah bir de oğlumuz var ki
İyi ki okuttuk keratayı.
Hanım sor hele, hali nice?
Fakültede iyiyse, keyfim yerinde.

Komşu teyzemiz görevinde titiz:
“Bunların oğlu tıbbıyeli hanımlar
Hoş da bir delikanlı”
Annesi atılır:
“Oğluşumun böyle keyfi yerinde
Sen de ilahi!
Hele bitirsin de gelsin
Çaldığımız kapı açılmaz mı dersin?”

Sor anası oğluşuna, kızına
O hengamede hangi kapılar kapandı
Sor kızın huzur buldu mu krediyle
İmanı muallakta ama cebi dolgun beyiyle
Kadıköy'e sor, kaç kere yıkandı rahmetle
Beyoğluna sor, sığdırdı mı beyliğine

Gelelim olanlardan habersiz akıl beye:
-Ne dersiniz bu ahvale?
Akıl hiddetlenir:
-Beni bahane etmeyiniz.
Akılsıza verirsen dümbelek
Aklı var sanır.
Efendisi yapar
Kendi çalar oynar
Hesap da bize kalır
Yo yo, haksızlık bu
Yeter, alkışlar, perde!

Açılınca ‘asıl’ perde
Akıl başa gelir istemeye istemeye
Vicdan elinden tutar gönülsüzce

Ey Uyumayan,Uyuklama dahi tutmayan
Gafletten müstağni olan
Toprağınla buluşmadan emanetin
Kalplerimizi evir çevir
Yoluna getir
Amin,ecmain.

LeyluNehar



SAYGI DOSYASI-2- ZOR İLETİŞİMLER



ZOR İLETİŞİMLER
(Bu yazımızda Muhammed Emin Yıldırım Hocamızın "İnsani İlişkilerde İlahi Ölçütler" kitabından kesitler paylaştık. Bazı yerlerde kısaltmalar, kendimizin eklediği kısımlar da mevcuttur. Ama yazının büyük çoğunluğu bu kitaptan alıntı şeklindedir. Özellikle sıkıntılı iletişimlerde karşı tarafın anlamamakta direttiği, yanlışına kılıf uydurarak haklıyım dediği, yanlışında ısrar ettiği, bizi kızdırmak için uğraştığı gibi durumlarda nasıl davranmamız gerektiği kısımlarına değindik. Konu geniş bir konu o yüzden bununla ilgili bazı meselelerin de açıklanması gerektiği durumlarda onları da ekledik. Bu kadar iletişim kazalarının olduğu asrımızda  mutlaka iletişimimizi geliştirme adına bir şeyler yapmalıyız. Kitap da gayet güzel, okumadıysanız tavsiye ederiz :)


Söylenilen ya da ifade edilen şey hakikat olabilir, ama hakikate değer katan ya da muhatapta etki uyandıran unsur, mesajın doğru bir usul ve üslup ile dile getirilmesidir. Usul ilişkinin yolu iken üslup, ilişkinin yöntemidir. Nice hakikatler vardır ki, usul ve üslubun ihmalinden ayaklar altına düşer, kıymetsizleşir. Onun için Hz.Ali(ra), Haricileri değerlendirirken onların dile getirdiği bazı düşünceleri : "Hak söz, batıl dava" diye ifade etmişti. Ayrıca bu noktada Kur'an, Efendimiz'e (sas) şöyle hitap eder: "Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et." (Nahl, 16/25). Yani: "Ey Muhammed(sas)! Sen nice insanlarla karşılaşacaksın, ihanete uğrayacak, söz dinlemeyen anlayışı kıt insanlarla muhatap olacaksın. Yine de sen onları hikmet ve güzel söz ile çağır, mücadele etmen gerekirse de en güzel şekliyle mücadele et."
"Firavuna gidin. Çünkü o iyiyiden iyiye azdı. Ona yumuşak tatlı bir söz söyleyin.Umulur ki aklını başına alır veya titrer, korkar." (Taha, 20/43-44). Firavun gibi zulmü tescillenmiş bir zalime karşı tavırda bile Kur'an bu tavsiyeyi yapar. Çünkü o zalim bu güzel ve tatlı sözlerden etkilenmese bile etrafındakiler sizin hikmetli davranışınızdan etkilenecek, mesajınız yine varılması gereken yerlere varacaktır.
Farklı bir örnek verecek olursak, dönemin alimlerinden biri, Abbasi halifelerinden birinin yanına gider. Daha içeri girer girmez halifenin zulümlerini, yanlış tavır ve davranışlarını sert bir dille eleştirir. Halife biraz dinler, sonra der ki:"Yavaş ol, ne ben Firavunum ne de sen Musa! Musa bile Firavunu böyle davet etmedi, sen neden beni böyle bir üslup ile davet ediyorsun?" Seçilen sözcükler, ifadedeki üslup bazen karşıdakini esir alıp teslimiyetini sağlayabildiği gibi, size karşı zararlı bir hale getirebilir. O halde hatip çok dikkatli olmalı, muhatabına ileteceği mesajda kullanacağı kelimeleri ve takınacağı üslubu iyi tespit etmelidir.
Hz.Peygamber (sas) güzel sözü ile nice gönüller fethetti. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned'de naklediyor: "Amr b. Abese adında bir bedevi bir gün huzuru saadete geldi, alaycı ve küçümseyici bir ifade ile dedi ki: "Sen nesin?" Efendimiz(sas) gayet sakin bir eda ve üslup ile : "Ben Allah'ın Nebi'siyim." dedi. Efendimiz'in (sas) o sade ve ince üslubu Amr'ı kalbinden vurmuştu. Kabalığına kabalık ile karşılık bulacağını zanneden Amr hemen diz çöktü "Sana tabiyim Ey Allah'ın Resulü" demeye başladı."[1]
Efendimiz(sas) yine bir gün mescitte otururken bir bedevi çıkageldi, geçti mescidin bir köşesine bevletmeye başladı. Sahabe hemen müdahale etmek istediyse de, O(sas) bırakmadı: " Bırakın adam işini bitirsin" dedi. Adamın işi bitince Efendimiz(sas) bir kova su istedi, su getirilerek o bevl edilen yere döküldü. Sonra O rahmet abidesi, mescitte bulunanlara dönerek dedi ki: "Allah sizi zorluk için değil, kolaylık için gönderdi." [2] 
O'nun (sas) o rahmet yüklü sözleri nice bedevileri gökyüzünün yıldızları etmiş, nice  kaba ve katı yürekleri hilm ve merhamet abidesi kılmış, nice eşkıyaları sahabe makamına erdirmiştir. 
 "Andolsun ki Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlarda ve Allah'ı çok zikredenlerde Resulullah'da çok güzel bir örneklik vardır." Ahzab,33/21
İstifade-Karşılıklı Alış Veriş
Her ilişki insana bir kazanımdır.İlişkinin maddi ve manevi neticesi ne olursa olsun onu kazanım olarak algılamalıdır.Kötü neticelenmişse bile bir tecrübe edinilmiştir ki tecrübe, kişinin bizzat kazandığı biricik bilgidir.
İlişkilerde istifadenin ortaya çıkabilmesinin temel şartları:
Taraflar ve tarafların birbirini doğru tanıyabilmeleri,
İlişkilerin amaç ve gayesinin karşılıklı birlikteliği ve uyum arz etmesi,
İlişkinin usul ve üslubu ve bu usul ve üslubunun doğru ifade edilebilmesidir.
Bu sayılanların istenilen düzeyde olabilmesi ilişkilerdeki istifadeyi de ideal düzeye taşıyacak; taraflar ilişki kurdukları insanlardan dolayı yaka silkecekleri yerde, mutlu olup ilişkilerini sürekli canlı tutacaktır. 
Hak Edene Hak Ettiği Kadar Değer Ver!
"Hikmet ehli olmayana bildirmeyin (anlatmayın) zira bu durumda hikmete haksızlık etmiş olursunuz. Ehil olana da esirgemeyin bu defada ona haksızlık etmiş olursunuz." [3]
Muhatap iyice tanınıp belki biraz ehlileştirilip, neyi hak ediyorsa ona verilmelidir. Bu vahyin temel bir ilkesi olan "Emanetleri ehline veriniz." [4] kaidesine de uygundur. Emaneti de sadece eşya olarak anlamamalıdır. İlim, hikmet, bilgi, sır, namus, iffet, sevgi, nefret hepsi birer emanettir. O halde ehline verilmeli, ehline takdim edilmelidir. Hikmet; "Müminin yitik malıdır." [5] Onun için de hikmet mümine; müminler içerisinde de değer ve kıymetini bilenlere verilmelidir. Eğer hak edilmeyene verilirse, yukarıdaki hadisin devamı olan şu cürüm işlenmiş olur: "...domuzların boynuna inciler takmak... "İnci ancak kıymetli ve kıymet bilen birinin boynuna takılmalıdır ki değerini korusun. Hikmet de öyledir; eğer muhatap değerini bilmez ise ona verilen hikmetin önemi anlaşılamaz. 
Gereksiz İnsan Olmadığını Bil!
"İnsanlar madenler gibidirler. Aynen altın ve gümüş madenlerine benzerler. Cahiliyede hayırlı olanlar, İslam'a girip onda derinleştiklerinde, onda da hayırlı olurlar." [6]
İnsanlar madenler gibidir. Kimisi altın, kimisi gümüş, kimisi demir, kimisi kömür madenidir. Ama madendir; içerisinde büyük bir potansiyel taşımaktadır. Kendilerini keşfedecek, bulacak, işleyip verimli hale getirecek madenciler beklemektedirler. O halde insani ilişkilerde; muhatabımız kim olursa olsun bundan adam çıkmaz deyip, kesip atmak yok; onun madenini bulup işlemek var. 
Hz.Peygamber (sas) yanına gelen her insanın madenini usta bir madenci gibi tespit etti ve o analizin sonucunda da muhatapların yerini ayarladı. Kimini yanı başından ayırmadı, çünkü onların madeni altın idi; Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (Allah hepsinden razı olsun) gibi. Kimine görevler verdi, madenlerinin kıymeti ölçüsünde, kimini ashab-ı suffa içerisine dahil etti, kimini de ihtiyaç halinde çağırdı. Kimine Kur'an'ın verdiği değeri vererek onların kalas olduğunun [7] bilincinde olarak tarladaki yetişen fasulyelere sırık olarak dikti. Ama kimseyi silmedi, çizmedi, "adam çıkmaz" demedi. Yerini bilenlere alkış tuttu, yerini kaybedenlere yerlerini gösterdi, yerini arayanlara yer verdi. Herkesin bir yerde durmasını sağlayarak madenlerinin yani potansiyellerinin açığa çıkmasına yardımcı oldu. Bu O'nun (sas) insanı nasıl okuduğunun göstergesiydi. 
Hadisin ikinci mesajı ise; Hz.Peygamber'in (sas) insan karakterini nasıl okuduğunun yöntemidir. Karakterin; yani mizaç ve huyun insan fıtratının bir parçası ve yaratılıştan gelen özellikler olduğunun bilincinde olmasının bir göstergesidir. Bunu bildiği için de karakterle savaşmaz, onu terbiye etmenin yollarını arardı. Hadiste geçen "Cahiliyede hayırlı olanlar, İslam'a girip onda derinleştiklerinde onda da hayırlı olurlar." ifadesi O'nun (sas) karakteri nasıl ele aldığını bize vermiş olur. İslam öncesi insan olan, insani hasletleri olan; ahlakı iyi, temiz, fıtratı tahrif olmamış olan elbette ki İslam'a girince onu fehmedip, idrak edince onun İslam'ı da güzel olacaktır. İslam bir elbise gibidir, elbise çok güzel ve estetiktir. Onun bu güzelliği yanında onu giyen de güzel olmalıdır ki, o güzellik onda izhar olup ona yansısın. Güzel adamın İslam'ı da güzel olur. Madenler de işlenecekse en değerli olanından başlanmalı; altın dururken kömüre yönelmemelidir.
Mükemmel İnsan Olmadığının Bilincinde Ol!
"İnsanlar içlerinde binilecek tek bir deve bulunmayan yüz deve gibidir." [8]
Yüzde bir insan binilmeye layık develer gibi, kusursuz, güzel, hoş, binene rahatlık veren bir yapıya sahiptir. Gerçekten de her yönü ile ideal olan insan sayısı yok denecek kadar azdır. Sabikun olacaklar yani hayırda öncü olacaklar ya da Efendimiz'in mecazi deyimiyle binilmeyi hak edecek develerden olacaklar, her zaman az olacaklardır. Bunu bilmek insana müthiş bir anlama özelliği kazandıracaktır. Muhatabı okurken; hatip, onun mükemmel olmadığı bilincinde olacaktır. O muhatabının her an ihanet eden, kan döken, nankörlük eden, cimrilik yapan, aceleci olan bir varlık olduğunu bilecek, bu tür davranışları gördüğünde de hayal kırıklığına uğramayacaktır. Muhatabının mükemmel olmadığını bildiği için ondan ortaya çıkacak yanlış tutum ve davranışları hoş görecek, "İnsan ise yapar." deyip geçecektir. 
Hepsinden öte insanın sırt dayanacak, bel  bağlanacak bir mevki olmadığını anlayacak ve şunu diyecektir: "O(Allah) ne güzel sahip ve ne güzel yardım edicidir." [9]
Sırtını hakka dayayıp, hak için, halkla beraber olacaktır. Hak için halk ile uğraşacak, ecrini ve karşılığını o yüce makamdan bekleyerek insanların dertleriyle dertlenecektir.
Mükemmel olunmadığını bilerek, işi ve çabası hep ideal insan olma ve ideal insan yetiştirme üzerine olacaktır.
Nefret Ettirici Değil Müjdeci Ol!
"Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Birbirinize itaat ediniz, ihtilafa düşmeyiniz." [10]
İlişkimiz davet-davetçi ilişkisi ise kolaylaştırma temel ilkemiz olmalıdır. Tedricilik prensibini unutmadan, muhatabın kaldıracağı kadarıyla yetinmeli, muhataba gereksiz ve zamansız bilgi ve eylemlerle boğmamalı, dine girdiğine pişman etmemelidir. Bilgi seviyesi, akli düzeyi, ekonomik şartları göz önünde bulundurularak merdiven basamakları gibi birer birer çıkmalı, her basamağın kendine özgü şartlarının olduğu unutulmamalıdır. Korku eksenli bir Allah (cc) inancından, sevgi eksenli bir Allah (cc) inancına sevk etmeli. İnsanlara mesajı iletirken, onların nefret ve kinlerini artıracak söylemlerden uzak durmalı, sevgi ve saygılarını ziyadeleştirecek yeni bir dil oluşturulmalıdır.
Dinin sadece ceza veren, kol kesen, taşlayan, ağır sorumlulukları bulunan bir inanç sistemi olmadığını muhataba iletmelidir. Dindeki bazı kuralların en kolaylarını bilip insanlara onları sunmalı yani ruhsatları kullanmalı ve tavsiye etmeli, azameti ise kişisel tercihlere bırakmalı, asla dayatmamalıdır. Dinin insanın önüne duvarlar çekmediğini anlatmalı, her zorluktan sonra bir çıkış yolunun varlığından haberdar etmelidir.
Dolayısı ile ilişki türü her ne olursa olsun, temel esas kolaylık olmalı, zorlukları dayatmamalı, ilişkileri güçleştirip ağırlaştırmamalıdır.
Bir keresinde halk imam olan zatın namazları çok uzun kıldırdığına dair imamı Efendimiz'e (sas) şikayet ederler. Rahmet peygamberi (sas) çok hiddetlenir, hemen hutbeye çıkar ve şöyle der: "Ey insanlar! Size ne oluyor ki insanları nefret ettiriyorsunuz." [11] Hadisin devamında "Sizden kim imam olursa namazı hafif kıldırsın, çünkü cemaat içerisinde ihtiyar, zayıf ve ihtiyaç sahibi olabilir." uyarısında bulunuyor. Kendisi bazen ferdi namazlarında beş-altı uzun sureyi peşi sıra okumasına rağmen cemaate bunu uygulamıyor, azameti tercih edişini emir adı altında insanlara dayatmıyordu.
Davetçi, davet ederken davet ettiği şeylerin kaynağını iyi bilmeli, neye davet ettiği bilincinde olmalıdır. Davet ettiği şey Efendimiz'in (sas) temel naslarla belirlediği şeyler mi? Yoksa birilerinin özel zevk ve tercihleri mi? Eğer özel zevk ve tercihlerse alıp almamada serbestiz ama Efendimiz'in kesin talimatları ise ona da teslim olmak zorundayız. Bunun için davetçi söylemini temel naslarla belirlemeli, çok yoğun gereksiz bilgilerle muhatabı yormamalıdır.
Lüzumsuz ve Boş Konuşmaları Terk Et!
"Haya ve gerektiği zaman konuşmak imanın; gevezelik ve lüzumsuz konuşmak nifakın parçalarındandır." [12]
Boş ve faydasız konuşmalar sahibinin zamanını öldürdüğü gibi karşıdakinin de zamanını öldürür. Konuşma uzadıkça tesiri azalır, muhatap dinlemekten yorulur. Mesaj iletilmek istenen adrese doğru ulaşmaz, yapılan onca çaba boşa gider. Konuşma uzadıkça hatalar çoğalır, belki konular biter; bu sefer yalan, iftira, gıybet başlar. O da insanı felakete sürükler. 
Sözlü iletişimde taraflar oldukça az konuşmaya dikkat etmelidirler. Az konuşmak mesajın ulaşamaması korkusunu getirmemeli; kimi zaman tek bir kelime hatta kelimelerin ötesinde beden dili mesajın ulaşması için yeterli olabilir. İnsan bilgisi olduğu şeyler hakkında konuşması, bilmedikleri şeyler hakkında ise susması onun için daha hayırlıdır. Hatta bildiklerini insanlara yersiz ve zamansız aktarması bile doğru değildir. İlim bir cep saati gibidir. İhtiyaç halinde çıkarılır, ihtiyaç olmadığında muhafaza edilir. Bunun için Abdullah İbn Abbas (ra) bir nasihatinde şöyle der: "Seni ilgilendirmeyen şeyleri konuşma, seni ilgilendiren birçok konuda da konuşma! Ta ki yeri gelince, söz sana gelince konuş." [13]
O halde ilişkilerin tarafları olan hatip-muhatap bu ilkeye dikkat etmeli, eğer mesajın doğru ulaşmasını istiyor iseler, laf kalabalığı ile mesajına gölge düşürmemelidirler.
Kur'an'da Diyalog
"İnsan tartışmaya (cidale) çok düşkün bir varlıktır."[14]
İnsanın tartışmaya olan bu yatkınlığı, Kur'an tarafından terbiye edilmeye çalışılır; muhatap kim olursa olsun onunla en güzel şekilde, hikmetle, kınamadan, zulmetmeden, zulme uğramadan, rencide edip alay etmeden, alaya uğramadan diyaloga girebileceğini söyler.
İlahi kitap özellikle Müslümanların diyalogtan korkmamalarını çünkü eğer teslimiyet kabiliyetleri varsa girilen her ilişkiden kazançlı olan tarafın kendileri olacağının haberini verir. Müslümanlar ta ilk günden beri fikir karşısında kulaklarını kapatan, karşıdakinin mesajı duyulmasın diye gürültü çıkaran, muhatabın lafını eğip büküp yanlış noktalara çeken taraf olmamışlardır.
Bizim medeniyetimiz söze ve sözün gücüne inanan bir medeniyettir. Bunun için Kur'an şu hakikati haykırır: "Onlar sözü dinler ve en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler ve gerçek akıl sahibi olanlardır."[15]
İşte imanın inşa ettiği şahsiyetler sözden kaçmazlar, kim konuşursa konuşsun dinlemekten korkmazlar, sözün geldiği yere yönelir ama sözün sahibinin kimliğini, sözün muhtevasının önüne geçirmezler.  Eğer söylenen söz hak ve hakikat ise söyleyenin kimliğine aldırış etmeden o hakikate teslim olur, tabi olurlar. Eğer söylenen söz batıl ise hakikate muhalif ise dinledikleri için konuşma hakları oluştuğundan haykırırlar ve o batılın yüzüne: "Getirin delillerinizi, eğer doğru sözlülerden iseniz." [16] derler.


Müslüman birey çevresinde oluşan hadiselere kayıtsız kalamayacağından gördüğü her türlü olumsuz tabloya müdahele etmelidir. Bu müdahalenin nasıl olması gerektiğini ise Efendimiz (sas) şöyle belirtiyor: "Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin, eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir." [17] Bazen hiçbir maddi müdahelenin yapılamayacağı durumlarla karşı karşıya kalabiliyoruz. Bu hadisi şeriften yola çıkarak kalben buğuz etmenin unutulmaması gerektiğini anlıyoruz. Etrafımızda madden müdahele edemediğimiz birçok sıkıntı var ama biz bunlara karşı, çirkinliğin kendisine karşı buğuz etmeyi her daim yapacağız ki kalbimiz o yanlışlara alışmasın, onları normal görmesin.
O halde Müslüman birey bulunduğu ortama uyup, o ortama adapte olmamalı, imanından aldığı güç ile şahsiyet ve onurunun zedelenmesine izin vermeden ortamı kendine uydurmalıdır. Muhatap kim olursa olsun onun inancına saygı duymalı, ama asla komplekse kapılıp ne gereğinden fazla büyüklük taslamalı ne de küçülmelidir.
Alim-Zalim
"İbrahim dedi ki: Allah güneşi doğudan getirmektedir, haydi sen de onu batıdan getir." [18]
Hz.İbrahim öyle bir şey söyledi ki Nemrud'un dili tutuldu. O anda ne söyleyeceğini şaşırdı. Bunun için Kur'an onun o haline şu tespiti yaptı: "Nemrud bu söz karşısında apışıp kaldı."[19]
İbrahimi usül bize şunu gösterir: Karşıdaki inkarcı, zalim, despot  her ne ise onunla tartışmaya girme. Aklını şeytanın eline vermiş olan şeytani bile geride bırakacak söz, tavır ve davranışlara girebilir. Onun için bu tip insanlarla kurulacak diyalogda onu tamamen bitirecek, köşeye sıkıştırıp, tevile saplanmayacak kelimeler kullanılmalıdır. Hz.İbrahim de öyle yaptı ve çağının en zalimi karşısında hakkı, hakka yakışır bir biçimde temsil etti.
[1]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XXXVII, 237, 238.
[2] Buhari, Vudu,57. 
[3]Ebu Davud, Edeb, 95. Bu hadisi bazı kaynaklar Hz. İsa'nın sözü olarak gösterirler. Bkz. ez-ZEbidi, İthafu's-Sade, I.404
[4] Nisa 4/58 
[5] Ebu Davud, Edeb,95.
[6] Buhari, Menakıb, 1; Müslim, Birr, 160.
[7] Munafikun 63/4
[8] Buhari, Rikak, 35; Müslim, Fedailü's-Sahabe,60.
[9] Enfal 8/40
[10] Buhari, İlim, 12; Müslim, Cihad ve Siyer, 13
[11] Buhari, Ahkam, 13; Müslim, Salat, 182.
[12] Tirmizi, Birr ve Sıla, 79.
[13] Carim, Ali, el-Belagatü'l- Vadiha, s. 138-139
[14] Kehf 18/54
[15] Zümer 39/18
[16] Bakara 2/111
[17] Müslim, İman, 78; Ebu Davud, Salat, 248.
[18] Bakara 2/258

[19] Bakara 2/258

Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...