“Allah’ım kalbimin dağınıklığından sana sığınırım." Merak ediyor
ve soruyorlar: “Ey Ebü’d-Derda! Kalbin dağınıklığı ne demektir? Diyor ki: “Her
vadide malım olsun düşüncesidir, her işte parmağım olsun arzusudur.”
Güzel bir duayla başlamış olduk. Çok severim bu duayı. Ben
zihnimin dağınıklığından da Allah’a sığınırım şeklinde ekleme yapıyorum :)
Malum kalp de dağınık olsa zihin de dağınık olsa insandan geriye kalan sıhhatli
olmuyor.
Eveeet konumuz: kalp. Başlığımızın da neden böyle olduğunu
ilerde anlarsınız :) Bazı mutasavvıfların, mahiyetinin bilinebileceğini ancak
bu ilme herkesin vakıf olamayacağını belirttiği; bazı sûfilerin ise mahiyetinin
de bilinemeyeceğini söylediği kavram... Her yiğidin harcı olmayacak bir konuya
niyetlendik. İşin ehlinden olduğumuz için değil, bize ve sizlere güzel şeyler
katsın diye…
Kâ’b elAhbâr’ın rivâyetine göre; “Bir gün Hz. Âyşe (r.a)’nin
yanına geldim ve bana: İnsanın gözleri yol göstericidir, kulakları haber
toplayıcıdır, lisânı tercümandır, elleri kanatlardır, ayakları postadır, kalbi
meliktir. Melik iyi olursa askerleri de iyi olur.” diyerek "Rasûlullah
(s.a.v.)’den böyle işittim." dedi. [1]
Evet vücudumuzun meliki olduğunu söylüyor sevgili Peygamberimiz
sallallahu aleyhi ve sellem. Melik de ne kadar iyi, ne kadar donanımlı olursa
askerleri de halkı da o kadar iyi oluyor. O kadar güzel işlere imza
atabiliyorlar. Biz ne yapacağız peki? Yatırımımızın büyük kısmını kalbimize
yapacağız o zaman.
Kalp kelimesi lügatte “Bir şeyi bulunduğu halden başka bir
hale çevirmek” anlamına geliyor bildiğiniz üzere. Gazâlî kalbin değişmesine
yönelik şöyle bir ifade kullanmaktadır: “Kalp, her taraftan yağan mermilerin
bir hedefidir. Atılan oklardan biri kalbe değdiği zaman, ondan müteessir olur
ve onun tesirinde kalır. Başka taraftan bunun zıddı olan bir şey isabet ederse,
bu defa vaziyeti değişir. Meselâ şeytan gelip onu kötülüğe davet ettiği zaman,
melek gelir onu iyiliğe davet eder. Bir şeytan gelir kötülüğe çeker, öbür
şeytan gelir başka bir kötülüğe çeker. Bir melek bir iyiliğe çekerken bir
diğeri de bir başka iyiliğe çeker. Bazen iki melek ve iki şeytan arasında
münâzara olur. Hiçbir vakit boş kalmaz.” [2] Hiç kalbinizin boş kaldığını
hatırlıyor musunuz :)
Kocaman bir savaşın içindeyiz: kulluk vazifemizi yerine
getirme savaşı. Her taraftan oklar yağıyor kalbimize. Aynı zamanda Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “Kalp, bomboş bir arazide rüzgârların
oraya buraya savurduğu bir kuş tüyüne benzer” buyurmuştur. Çok kolay bir
şekilde yön değiştirebilen ve her taraftan taarruz edilen bir kalbimiz var.
Başı boş kalabilir mi kalp? Büyük savaşların ortasında savunmasız bırakılabilir
mi hiç?
Kalbimizi nasıl koruma altına alabiliriz, saldırılara karşı nasıl savunabiliriz,
bir bakalım.
Gazâlî, davranışlarda insanın yanlışlıklara, yanılmalara
düşmesinin bilmemekten değil, bedenin şehvet, öfke gibi enerjilerine, hevâya ve
şeytana tâbî olmaktan doğduğunu belirtiyor.
Nice kalpler var ki, onları şeytan orduları fethetmiş ve
onlara mâlik olmuştur. Âhireti arkaya atıp dünyalığı tercih eden vesveselerle
kalbi doldurmuşlardır. Bunların, kalbi istilâlarının ilk yolu şehvet ve hevâya
uymaktır. Bundan sonra kalp, ancak şeytanî kuvvetlerden tahliye ile fethedilir.
O kuvvetler de hevâ ile şehvettir. Bunları boşalttıktan sonra da, Allah’ı
zikretmekle kalbi tâmir etmek gelir. [3] Kalpten şeytanın vesvesesini atmak
ancak o vesveseyi veren şeyden başkasını kalbe koymakla mümkündür. Allah’ı
zikirden başka kalbe ne koyarsan, şeytanın vesvesesine yardımcı olabilir. Kalbi
şeytanın vesvesesinden koruyan, ancak Allah’ı anmaktır.
Bir bardak var elimizde, kirli. Onun içine temiz su koyup
içebilir miyiz? Veya ağzına kadar dolu, üstüne yeni bir şey ekleyebilir miyiz?
Günahlarla kirlettiğimiz gönül kabımızı zikirlerle temizleyip boşaltacağız ki
içinde güzelliklere yer açacağız inşallah.
Ve bir diğer çok önemli husus körle yatan şaşı kalkar… Yani
insanın ahlakı, kalbi çevresinden etkilenir. Kalpler hırsızdır, huy çalar. “Ey
îmân edenler, Allah’tan korkun ve sadık kimselerle beraber olun!” [4] âyet-i
kerîmesi insanların iyilerle bir arada bulunmasını emrederken “Hatırladıktan
sonra zâlim kavmin yanında oturup kalma!” [5] buyruğu da insana manevî kirler
bulaştıracak özellikteki kimselerle uzun boylu ülfet etmemeyi emretmiştir. Zira
manevî lekeler kalp üzerine düşmekte, sakınılmadığı takdirde kalbi tamamen
kaplayarak karartmaktadırlar.[6]
Gazâlî’ye göre günah çoğaldıkça kalp mühürlenir ve bu sırada
kalp, hakkı görmekten, dinin iyiliklerini anlamaktan uzaklaşır, âhirete kıymet
vermez, dünyaya ehemmiyet vermeye başlar ve tamamen dünyaya bağlanır. Âhiretle
alakalı sözler bir kulağından girer, diğer kulağından çıkar. Bu sözler kalbine
yerleşmez, kendisini tövbeye ve noksanlarını telâfiye tahrik etmez. İşte bunlar
âhiretten ümitsiz kimselerdir. Kalbin günahlarla kapkara kesilmesinin anlamı
budur. [7] Çok dikkat kesilmemiz gereken bir husus. Belli dönemlerde insanın
dini vecibelere, sünnete, müstehaplara ilgi alakası ve onlara verdiği önem
azalabiliyor. İşin takvasını arka plana atıp dünyalık heveslerinin daha fazla
peşinden gitmeye başlıyor. Taviz tavizi doğurup kulluğunu güzelleştirip
ilerletmesi gerekirken bir hayli geriye düşebiliyor. Ahiretle alakalı sözlerin
kalbe tesiri azalıyor. Çok hassas dönemler bunlar sevgili okur. Dünyalık
arzularının peşinde giderken haddi aşıp takvamızın azalmasına izin
vermemeliyiz. Uyanık olalım ve tavizleri fark edelim. Bunların bir taviz
olduğunu kabul ederek başlayalım ve düştüğümüz yerden doğrulalım. Artık geriye
gitmeyi bırak ve ehli takvadan olmayı murad edelim. Nureddin hocanın dediği
gibi amacımız cennette Efendimiz aleyhisselamla ve onun ashabıyla beraber
olmak olsun. Neden daha azını isteyelim değil mi ? :)
Allah’ım bize bir hikmet bahşet ve bizi salih kimselere
arasına kat. Sonra gelecekler arasında bizi doğrulukla anılanlardan kıl.
Cennette sevgili Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin dostluğunu
ihsan et.
Son olarak, dünyalık
arzularımız ve ahiretimiz arasında nasıl bir denge kurmamız gerekiyor? Bir
hikaye ile anlamaya çalışalım: Alim bir zatın yanına bir adam geliyor. O zatın
da malı mülkü yerinde. Adam diyor ki: “Ben namaz kılarken hayvanlarım sürekli
aklıma geliyor. Sen nasıl huşu içinde namaz kılabiliyorsun?” O alim zat da diyor
ki; “Ben hayvanlarımı ahıra bağlarım, kalbime değil.” O kadar manidar bir cevap
ki… Dünyalık arzuların, heveslerin kalbimizde yer almaması gerekiyor. Aslında
en büyük imtihanımız bu değil mi: Kalbimizdeki gelip geçici, fayda sağlamayan
sevdalarımızı azaltıp Rabbimize olan sevdamızı hakim kılmak. Temennimiz, duamız
bu yönde.
Bu yazıyı okuyan güzel insandan ufak bir istirhamım olacak; bana da dua
edersen mutlu olurum:)
“Kalp, ebedü’l-abada müteveccih açılmış bir penceredir; bu fani dünyaya
razı değildir.” R.N.K
/MÜBERRA
KAYNAKÇA
1)Gazzâlî, Mîzân, s. 67-68; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, Beyrut, 1407/1987,
VI/47
2)Gazzâlî, İhyâ, III/98
3)Gazzâlî, İhyâ, III/61
4)Tevbe, 9/119
5)En’âm, 6/68
6)Tirmizî, Tefsîr, 83; bkz. Mustafa Öztürk, a.g.t., s. 64
7)Gazzâlî, İhyâ, III/29
Bu yazıda Nurbol Abubakirov’un yüksek lisans tezi ‘Gazzali’de Kalp Kavramı’
başlıklı makalesinden alıntı yapılmıştır.