31 Aralık 2020 Perşembe

SEN'DEN


Sen koruyorsun Rabbim

Dimdik tuttuğun gibi dağları

Kumdan evlerinde karıncaları

Sen koruyorsun

Bir yol çiziyorsun, önümde ayak izleri

Rahmet yorganına sarıp

Kalbime bir tohum atıp yeşertiyorsun

Kötülükten, kötüden

Şerli gün ve geceden

Korursun bilirdim

Kendimi dost sanırdım

Kişiyle kalbi arasına girendin Sen

Beni benden dahi korurmuşsun, anladım

Ah ne çok ne güzel Sevensin Sen

Bir beyazlık tertemizlik ve güzellik

İçimizi ısıtan her ne varsa

Sen'den öğrendik

Emanetini taşırım, gittikçe ağırlaşır

Yürüdükçe yollarım uzaklaşır

Bir uyku böler gerçeklerimi

Uyandır ki ne olur, işiteyim Sesini

Kalbimin toprağını verimli kıl ne olur

Sonra sıkışsın sıkışsın da içim

Bir damla yaş düşsün gözlerimden kalbime

Saklansın kıyamete değin

Temiz havadan güzel Rabbim

İçime çektiğim Şefkatin

19 Aralık 2020 Cumartesi

Kavram Atlası/ Sevgi -6- GÖNÜL GÖZÜ İŞİN ÖZÜ


Gönül üzerine pek çok adlandırma bulunmaktadır. Öyle ki gönül, hepimizin vazgeçilmez değeri; ahlak yapısına bürünmüştür. Gönüllü olmak, gönül almak, gönülle olmak, gönüle sahip olmak hepsi insanın değer yargılarında bulunur. 

Aslında bu kavramların içinde olmayı yani gönülle sevmeyi ele alacak olursak öncellikle gönülle bakmaya değinmeliyiz. Gönül gözü ile bakmanın nasıl değerli olduğunu o ahlakta bulunmanın ne derece önemli olduğunun farkına varmalıyız. Bakmak ve görmek arasında ince bir çizgi vardır. Bu ince çizgide bir gereksinim, bir ihtiyaç, bir güzellik saklıdır. Gönül vermek, gönülle olmak, onunla var olmak vardır.
İnsan bakar da baktığını göremeyebilir çünkü bakmak ve görmek birbirinden ayrı şeylerdir. Bakmak, göz organının yüzeysel bir işidir. Görmek ise aklın, mantığın, kalbin, gönlün, ruhun birlikte bakmasıyla karar vermesi ile olur. Bakmak her zaman yetmeyebilir, görmeyi bilmek işin aslı. Hele ki gönül gözüyle bakmak karşımızdakini sevmek, sevmeye çalışmak ve belki de âşık olmak demektir.

Şöyle bir hikayeyi da hatırlatmakta fayda var:

Doğuştan görme engelli olan bir adam gece karanlığında ezbere bildiği bir yoldan ilerlerken yolunu aydınlatmak için elinde bir fenerle yürüyor. Karşıdan gelen ve kendisini tanıyan bir şahısla karşı karşıya geliyor. Bu şahıs kendisine: ”Bre kör adam sen zaten görmüyorsun ki o fener ne işine yarayacak” diyor. Görme engelli adamın cevabı ise şöyle oluyor: “Feneri kendim için değil, senin gibiler için taşıyorum ki ben onları görmesem de onlar beni görsün ki çarpışmayalım. Benim gözüm kör ama senin kalbin körmüş. Asıl kör olan ben değil de sensin.”

Gönül gözü görmeyen, can gözü neylesin” sözünün ne kadar doğru olduğu bir gerçektir.

Her şeye olumsuz bakmak doğru değil, insanı çıkmaza sokar. Yarı dolu bardağa bakarken boş bölümünü değil, dolu tarafını görmektir önemli olan. Bardağın boş tarafını bakanlar her zaman eksiği arayanlardır, bu da mutsuzluk getirir, hiçbir faydası da olmaz. Yaşadığımız durumlarda bardağın dolu tarafını baktığımız zaman iyimser ve pozitif düşünen insanlar oluruz, bu da bize fayda getirir.

Konulara olumlu yaklaşmak, eksileri değil artıları görmek, pozitif olmak doğru bir yaklaşımdır. Hayatta farklı durumlarla karşılaşıyoruz. Hep eksi yanlara bakarken, noksanlıkları bulmaya çalışırken, olumsuz etkileşim yerine; olumlu yanlara bakarak mutlu ve iyimser olmaya çalışılmalı. Hele gönül gözüyle baktığımızda ufkumuz açılır, dünyamız genişler, değerler gözümüz önünde önemini kaybetmez, her şey gerçek yönüyle görünür.

Gönül gözü açık olanların içi sevgi doludur, şefkatli ve merhametlidir, zihni, ruhu, yolu aydınlıktır. Kavgası, gürültüsü, çekişmesi yoktur. Kin, kıskançlık, küslük sevmediği hallerdir. Ana kuralları, bağışlamak, barışmak, yakınlaşmak, dost olmak, sevmek, saymaktır.

Gönül gözüyle bakmak, hayatın tadına varmak demektir. Aslında gönül gözü, insanlardaki arınmışlığın, saflığın, gerçekte sevmenin, hoşgörünün göstergesidir. Gönül gözüyle bakmayı bilen insan, baktığında ve okuduğunda asıl gayeyi görür ve anlar.

Görmekle bakmak arasında kurulan o ince bağ yaşamı algılamamızı sağlayan, bunun yanı sıra bizi gördüklerimizin ötesine geçirerek huzur bulmamıza, mutlu olmamıza ya da üzülmemize sebep olandır.

Mevlana’nın şu güzel ifadesine kulak verelim: “Güzel bakan güzel görür, güzel gören hayatından lezzet alır.”

Şu gerçeği de hiç unutmamalı insan: Her şeyi gören göz kendini göremez. Marifet kendini görmektir.

Etrafımıza gönül gözüyle bakmak, dış görünüşte takılıp kalmamak ki dıştaki çirkinlikler yürekleri sarmasın, mani olmasın içteki güzellikleri görmeye.

Gönül gözüyle etrafa bir bakın, dıştaki güzellikler içteki çirkinlikleri gizlesin ki o çirkinlikler ağızdan dökülürken kırıp incitmesin.

Gönül gözüyle bakın, bakın ki kendi ruhunuzu, yüreğinizi koruyup huzur içinde sarıp sarmalayın her yeni doğan günü.

“Dünya gözü ile bakan, yüzü; gönül gözü ile bakan özü görür” diyen Mevlana, gönül insanlarının derdi özü görmek olduğunu vurgular, çünkü özde hakikat var.

Gönlün bir ayna olduğunu ifade eden Mevlana, gönülde var olan duygu ve düşüncenin sahibinin yüzüne yansıdığını söyler. Yani yüz, anlayan için gönlün aynasıdır, gönülde olanı dışarı yansıtır. “Gönül, bakanın kendini gördüğü bir aynadır”.

Bir beyitinde de: “Gözlerimiz, bakışlarımız gönüle uymuştur. Gönül isterse göz zehre bakar, yılana bakar; gönül isterse ibret alacağı, ders alacağı şeye bakar.”

Gözünüzün daima güzeli gördüğü, huzuru hissettirebildiği yolda hep birlikte olabilme dileğiyle…

GÖNÜL GÖZÜ DAİMA AÇIK OLANLARA NE MUTLU!

/Asfa Akmer

15 Aralık 2020 Salı

Kavram Atlası/ Sevgi -5- AÇIK HAZİNE

Selamunaleykum dostlar.

Uzun bir aradan sonra tekrar sizlerleyim. Aslında  kalemi elime almak için bayağı çaba sarf ettiğini itiraf etmeliyim. Bahsedeceğim konunun ağırlığını hafifletip size en güzel şekilde hissettiririm inşallah.

Biraz hayattan bahsederek başlayalım o vakit. Ne zaman düşüncelere dalsam, hep kendimi: "Hayat ne garip..." derken buluyorum. Şöyle etrafımıza bir baktığımızda gelişen olaylar ve çeşit çeşit yaşantılar görürüz. Bunlar aklın sınırlarını aşıyor bazen, ansızın bir hayretle irkiliriz mesela. Sonra maalesef her zaman ki gibi hayatın akışına bırakırız kendimizi. 

Unutmak...Öğrenci arkadaşların en büyük düşmanı belki de... Tüm gece tekrar edilen şeylerin sabah unutulması mesela...  Üzülmeyin hemen, unutmak da güzel nimetlerden biri sonuçta. Yaşadığımız her şeyi aklımızda tuttuğumuzu hayal edin, korkunç olurdu öyle değil mi? Her saniye aklın kapılarını yeni şeylere açmak ne kadar güzel bir şeydir aslında. Bu da unutmak diye bir şey olduğu için güzel belki de. Aksi takdirde beynimiz büyürdü kafatasımıza sığmazdı. J Güzel anılar iyi hoş da... Ya kötüleri? Onları ne yapacaktık peki? Beynimizde adeta bir kaos ortamı oluştururdu ve belki hepimiz delirirdik. Dünyada akıllı kalmazdı ve  tüm dengeler bozulurdu.

Gördüğümüz gibi bazen küçümsediğimiz bir kavram, üzerinde düşününce hayatın en temel taşlarından biri özelliğini kazanıyor. Acaba bunun gibi es geçtiğimiz başka kavramlar da var mıdır? Gayet aşikâr olan ama bir o kadar da farkında olunmayan bir gerçek, hayatın kilit taşı, hayatın gayesi: iman.

Onu anlatmaya kelimeler yetmez, kelimeler yetse ömür elvermez. Derya misali... Anlam yüklü...

Öyle diyoruz iyi hoş da acaba biz de kıymetini biliyor muyuz a dostlar. Hadi gelin biraz da iman hakkında düşünelim.

İman yani tüm benlikle sevmek...

Siz imanın bu manaya geldiğini biliyor muydunuz? Ben yeni öğrendim mesela ve öğrenince de çok şaşırdığımı söyleyebilirim. Neden tüm benlikle sevmek, önce bunu sormak istiyorum. Zira ben başlamadan önce biraz düşündüm, aklıma takıldı. Sonra dedim ki imanı hayatın açık bir hazinesi olarak görebiliriz. Açık ama kimsenin göremediği... Ve onu elde edip  hissetmek öyle bir derece ki o hakikati kavradıktan sonra sevginin bağları çözülüyor, kâinatta ki her canlı cansız varlığa sevgi gözleriyle bakıyorsun. Yaratılanı Yaratan'dan ötürü sevmektir ortaya çıkan, her şeyde onu görmektir.

Tüm bu sevgi kaynağının anahtarı imandır. 

Peki tüm bu söylenilenler doğruysa bu zulümler ne, neden diye bir sorular gelir akla. Küresel dünyamızın en büyük sorunu maalesef: sevgisizlik. Onun da temelinde yatan "inanç eksikliği" belki de dostlar. Acaba biz de dahil gerçekten inanıyor muyuz, tüm benlikle seviyor muyuz? Hayata hep sevgi gözüyle bakıyor muyuz? Bunu sorgulamak lazım, belki bu sorgu bizi eksiklerimize, hatalarımıza götürür.

Bazen öfkeyle kırdığımız eş, dost ve arkadaşlarımızı düşünelim. Ya da uçup giden zamana kaptırdığımız gençliğimizi bakalım, sizce de çokça ziyan içinde değil miyiz? Geri dönüşünün olmadığını bile bile yapmaya devam mı edeceğiz? Kaybedeceğimizi bildiğimiz bir savaşa girmek gibi değil mi? Hayat ince denge ve düzenlerin bir bütünü ve biz insanların belki de yapması gereken ince düşünerek hareket etmektir. Kırmadan dökmeden göçüp gitmektir mühim olan. Ne zaman geleceğine bilmediğimiz ölüme mutlu olmaktır. Çünkü inansak da inanmasak da budur hayatın gerçeği ve kaçınılmaz sonu. O halde neden elimize geçen fırsatları tepiyoruz? Gün gelecek belki de bu fırsatları bulamayacağız. O vakit gençliği, hayatın baharını niye buhranla geçiriyoruz. Gelip geçici gençlik heveslerine dalıyoruz. Biz eğer tüm benlikle seversek her şeye o gözle bakarsak ben inanıyorum ki hep genç kalacağız, ruhumuz bir kuş misali olacak, her daim uçacak. Ruhumuzu niye nefsin zindanlarından uçurmuyoruz? Niye kırmıyoruz zincirleri? Her dakika, her saniye o zincirlerle kötülüğe, cehenneme sürüklenmek daha acı değil mi? Hayat acımasız lafını çokça duyarız oysa hayatı acımasızlaştıran bizleriz. Herkes biraz biraz düzeltmeye kalksa kendisini...

Biliyorum, tümüyle bitmeyecek belki, çünkü  dünyanın bir yerlerinde inançsız, sevgiden mahrum insanlar zulmetmeye devam edecek. En azından biz bulunduğumuz noktaları düzeltelim, oraların ince dengesini oluşturmaya çalışalım. Bulunduğumuz yerlere güller dikelim, öyle güzel dikelim ki bizden sonra gelecek olanlar kokusuyla mest olsunlar. Şunu şöyle düşünürüm hep, eğer ben Müslümanlığı en güzel şekilde yaşarsam benden örnek alacak olan küçüklerimiz bunu devam ettirecek. Sizin ektiğiniz güllerin fidanları olacak, yeşerecekler. Haydi o zaman bir fidan nasıl dikilir ve nasıl yeşertilir hep beraber bakalım mı? ( Her şeyden önce sevgiyle yaklaşmayı unutmayın çünkü gerçek sevgi imanı kuvvetlendirir.)

Şunları yapmak imanı zirveye çıkarır:

1-      Allah’ın hükmüne karşı sabretmek,

2-      Kaza ve kadere rıza göstermek,

3-      Tam tevekkül sahibi olmak,

4-      Allah’a tam teslim olmak. [Ebu Nuaym]

 Resulullah Aleyhisselam Efendimize "İman nedir?" diye sorulduğunda, "Sabırdır" buyurdu. (Deylemi)

Demek ki sabır o kadar mühim ki onu hayatımızın bir parçası haline getirmeliyiz. Hepimizin kurtulmak istediği kötü alışkanlıkları vardır. Küçük küçük sabırlar göstererek başlayabiliriz işe veyahut bazen çeşitli musibetler gelebiliyor başımıza, onlara karşı sabırla imtihan vermeliyiz. Allah'tan geldiğine inanarak... Nitekim sabır acıdır ama meyvesi tatlıdır. Elimizden gelen her şeyi yaptıktan sonra da Allah'a dayanmalıyız. Çünkü biliyoruz ki bu dünyadaki her şey bizle beraber yok olacak. O vakit biz de baki kalana dayanalım. O'ndan güç alalım. En son da tüm benlikle teslim olalım. 

Rahmetli Aliya Izzetbegoviç’in söylediği çok güzel bir söz var: “Ey teslimiyet senin adın İslamdır.” İnşallah bizde bunun idrakına varıp  İslam’ı hakkıyla yaşayan kullardan oluruz. Ve ölümü En Yüce Dost'a kavuşma arzusuyla  karşılarız. Son olarak Necip Fazıl Kısakürek’in şu mısralarını bırakarak sizlere veda edeyim, sevgi dolu kalın. (Şiirin tamamına kesinlikle bakmalısınız.)

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?

12 Aralık 2020 Cumartesi

Kavram Atlası/ Sevgi -4- MECNUNÎ REÇETE

“Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb

Kılma dermân kim helâkim zehri dermândadır” (Fuzûlî)

(Aşk derdiyle hoşnudum, ey doktor! Bana ilaç verme; benim helâk olmam, senin derman olsun diye vereceğin zehrindedir.) 

Hem dert hem derman olan aşk, 

dert ile hemhal edip dermanı aratmayan aşk. 

Fuzuli değil "Fûzûlîce" bir aşk. 

7'den 70'e herkesin dilinde, sık ama sığ bir kullanım içinde günümüzde aşk. Aşkın dar algılara meyli yoktur, onun aradığı geniş kalplerdir. Kalplerde çiçek açtırır, çiçek olur açar. Bazen sarmaşık misali sarar kalbi. Uzar da uzar sarmaşığın dalları, kalbi bedene sığmaz eder. Sarmaşıkla aşk ezelden beri birdir zaten. 

Aşk, Arapça “âşekâ”dan gelir. Aşekâ, bir ağacı saran, besinini ağaçtan alan ve zaman içinde ağacı kurutarak öldüren sarmaşığa denir. Ama biz bu sefer ağacımız sarmaşığa rağmen şevkle yaşamaya devam etsin diye ele alacağız "aşk" ı. Aşk ile can bulmak, aşk ile gayeye varmak bir nevi "Mecnunlaşmak" dileklerimle. 

"Leylâ ile Mecnun, bir Arap efsanesine dayanan klasik bir aşk hikâyesidir. Leyla ve Mecnun hikâyesi şöyle anlatılır:

Vaktiyle Necid’de (Hicaz’ın doğusunda çölleriyle meşhur bölge) bulunan Benî Âmir kabilesine mensup Kays ile Leylâ kabilelerinin hayvanlarını otlatırken birbirlerini severler. Büyüyüp aşklarının meydana çıkması üzerine Leylâ çadırda alıkonur ve Kays’a gösterilmez. Bunun üzerine Kays'ta aşkın ilk ıstırabı başlar; babasına Leylâ’yı istemesini söyler. Ancak aşkları sebebiyle kızın adı dillere düşüp namusu lekelendiği için bu teklif reddedilir ve Leylâ bir başkasıyla evlendirilir. (Mes‘ûdî, VII, 356-360; Dâvûd-i Antâkî, I, 97-128)

Leylâ, kocasından kendisini uzak tutmak için bir hikâye uydurur ve bir süre sonra adam ölür.

Leylâ’nın sevgisi ile mecnûn olan genç, halkın arasından ayrılır, yalnız yaşamaya başlar. Mâmur beldeleri bırakır, çöllerde vahşî hayvanlar arasına karışır. Halkın övmesini veya yermesini bir kenara iter, bunları duymaz olur. Onların konuşması ile sükûtunu fark etmez hâle gelir. Bir gün kendisine, yâni Mecnûn’a sorulur:

“–Sen kimsin?”

“–Leylâ!” der.

Yine sorulur:

“–Nereden geldin?”

“–Leylâ’dan…” der.

Yine sorulur:

“–Nereye gidiyorsun?”

“–Leylâ’ya…” der.

Mecnûn’un gözü ve gönlü, Leylâ’nın aşkının şiddetinden bütün âleme âmâ oldu. Kulakları da Leylâ’nın dışındaki bir kelimeyi duymaz oldu. (Abdülkâdir-i Geylânî, Fethu’r-Rabbânî, s. 284)

Bir gün Leylâ çölde onu bulur ama Mecnun onu tanımaz ve “Leylâ benim içimdedir, sen kimsin?” der. Leylâ, Mecnun’un ulaştığı mertebeyi anlar ve evine geri döner ve üzerinden fazla zaman geçmeden hayata gözlerini yumar.

Mecnun, bunu haber alınca gelip onun mezarına uzanır ve canından can gitmiş gibi hıçkıra hıçkıra ağlar. Yaradan’a feryat figan dualar ederek canını almasını, kendisini Leylâ’sına kavuşturmasını ister. Duası kabul olur, göklerin gürlemesiyle birlikte Leylâ’sına kavuşur âşıklar âşığı Mecnun." *

Mecnun gayesine vardı, aşkı buldu ve onu yaşadı hakkını vererek. Mertebe üstüne mertebe koydu. Böyledir aşk, kalbin içine yerleştirilmiş sonsuz basamaklı bir merdivene benzer. Ne zaman sonuna geldim diye düşünsen daha yolun çok başında olduğunu anlarsın. Çünkü o merdivenin esas gayesi sonsuza varmaktır. Sonsuz olanı aramaktır. O'nsuz ve O'na varmayan bir yol düşünülebilir mi ki aşk merdiveni O'ndan münezzeh olsun. İşte tam bu yüzden Leyla'dan Mevla'ya varmanın adıdır aşk. 

Aşk: "kalple sevmek". 

Günümüz maddeperestliği içinde bunu idrak etmek kolay değil. Aşka inanmayanların inananlardan fazla olduğu bir dünyadayız belki. Ama aşksız olamayacağımızı anlamamız lazım. 

"Biz aşk çocuklarıyız; anamız aşktır bizim." der Mevlana Celaleddin-i Rumi. Nasıl ki anasız çocuk yoksa, aşksız insan da ne kadar insan olur bunu kalbimize danışmamız lazım. 

Yazımızı bir aşk reçetesiyle noktalayalım mı ne dersiniz? Huzurun, mutluluğun, aşkın reçetesi ile. Gayemize aşkla yürümek niyeti ile. Yazı da ayet de kalplerinize şifa olsun. 

"Onlar inanmışlar, kalbleri Allah'ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalbler ancak Allah'ı anmakla huzura kavuşur." (Ra'd/28)

Selamünaleyküm.

/Bir Bibliyofil

Hikaye için kaynakça:

https://www.islamveihsan.com/leyla-ve-mecnun-hikayesi.html

8 Aralık 2020 Salı

Kavram Atlası/ Sevgi -3- BİR İHTİMAL DAHA VAR



Vefa...

Sadakatle sevmenin adıdır Arapçada. 

Harf sayısı az ya, biraz sıskaca gelir kulağa. 

Ama tahsil edilememiş bir borç olarak kaldıysa... 

Ağır gelir, topuzum kaçtı dedirtir kantara.

"Laf arasında demiştin ya..."

-"Canım, laf olsun diye söylemiştim" 

İnsan kolay inanır. İnanmaya, güvenmeye açtır, muhtaçtır. Bir söz üzerine bir bina inşa edilir de müteahhidin ruhu duymaz.

Öyle ya, malzemeden de çalınır. O an tüm içtenliğinle, heyecanla söz verirsin. Gün geçer, şartlar değişir, aman canım bu da olmayıversin dersin.

Zira, bizim ilk verdiğimiz söz neydi? Hani çok eski zamanlarda... Düşününce tüylerim diken diken oluyor. Öyle bir unutmuşuz, öyle bir unutmuşuz ki... 

Bir olayın üzerinden çok zaman geçtiğini anlatmak için kullanılan söz olmuş "kalu bela". 

Ki Türk Dil Kurumunda da "kalubela"nın mecaz olarak bu anlama geldiği ifade ediliyor.

Dil, toplumun kimliği ise bizim elest bezminde verdiğimiz sözün anlamını ne kadar idrak ettiğimizi sorgulamamız gerekiyor.

"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" 

Dediler ki(kalu):

"Evet!(bela)"

Kalubela bu! Rabbimizle olan ahdimize işaret eder.

Bir sözleşme yani ahid mevcut, bunu kimse inkar edemeyecek. Biz bu yeryüzüne kendi isteğimizle gelmeyi kabul ettik. (Fussilet Suresi.11)

Varlığı apaçık olan bu ahde vefalı mıyız peki? Sorgulanması gereken işte bu vefadır.

Biz yokluğumuzdan dahi haberdar değilken bizi Var Edene sözümüz var. 

Şu an canımın içi dediğin insanlar bile senin yokluğunun farkında olmayacaktı. 

Sensiz de gülecek, senin yerine başkasına canım diyecek, dünya sensiz de dönecekti velhasıl.

O; seni senden daha iyi bilen, düşünen, sana senden daha iyi merhamet eden... 

E mübarek, bir söz verdik da... 

Bu sözü seve seve tutmamız gerekmez miydi? 

Sadakatle sarılmamız?

Ufacık bir iyilik görsek şaşırıp kalıyoruz şu devirde. Ki O, en başta 'var olma' ihtiyacımızı gidererek bize değer vermiş. Üzerine rızkımızı temin edeceğinin garantisini vermiş. 

Şu an ne derdin, sıkıntın, acın varsa hiçbirinin olmayacağı 

hem de aklının almayacağı nimetlerle dolu sonsuz bir ömür de vaad etmiş. 

Biliyorum, kolay değil.

Peki, şimdi birlikte hayal ediyoruz.

Ölümcül bir hastalığımız olduğunu varsayalım.

Öyle lafta kalmasın. 

Gayet de ölüm döşeğinde hayal edin kendinizi. 

Sağınızda solunuzda ağlaşanlar... 

Üzerinizde yeşil hasta kıyafeti... 

Dışardan sesler geliyor. Bir koşuşturmalar, "Hocam, Hocam!" nidaları...

Etrafınızdaki herkes dikkat kesiliyor: "Bir ihtimal daha var. Amerika'da yeni çalışmalar gösteriyor ki şu yeni tedavi gayet başarılı. Okuyucumuz üzerinde de denemeyelim mi?"

Hiç çaresi kalmamış bir insan nasıl olur da bu teklife hayır der?

Bu hikaye tanıdık aslında.

Kaçınılmaz olan ölüm zaten hepimizin yakasında...

Kim harikulade bir ölümsüzlüğe hayır diyebilir ki? 

İman et, imanın gereğini yerine getir. 

Kimsenin kimseye güvenemediği şu dünyada Güvenilmeye, İnanılmaya Layık Olan 

Rabbine  

Ahdine

Kendine vefalı olmaya

Bu işi külfet olarak değil

Severek, sevdirerek

Sevilmeye layık bir iş olduğunu bilerek yapmaya

Var mıyız?


Allah’a verdiğiniz sözü, az bir değere (yani dünyalığa) satmayın. Eğer bilirseniz ancak Allah’ın katında olan sizin için daha hayırlıdır. Sizin yanınızdaki (dünyalıklar) tükenir, Allah’ın katındakiler bâkîdir (tükenmez). Sabredenlere mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeline göre vereceğiz.”_ (en-Nahl, 95-96)



/LeyluNehar




5 Aralık 2020 Cumartesi

Kavram Atlası/ Sevgi -2- Bİ' HEVES

 


Bismillah!

Seviyoruz.

Gökyüzünü, kuşların uçuşunu, yağmurun kokusunu, çiçeklerin duruşunu...

Seviyoruz.

Sevdiklerimizin gülüşünü, onlara sarılmayı, onları mutlu etmeyi...

Öyle bir sevgimiz var ki sınırı yok sanki. Kapasitesi dolmuyor. Sonsuz...

Sonsuz seviyoruz, sevebiliyoruz. Sevmek olmasaydı tadı alınır mıydı şu dilsiz dünyanın. Dünyayı da seviyoruz, bizi misafir ettiği için.

Sevmek öyle güzel ki asla zarar vermez, hep iyiye yöneltir diye düşünüyoruz. 

Sanırım yanılıyoruz. 

Sevmenin de derecesi, çeşitleri vardır. Ne için sevdiğimizi bilmek ve ölçülü sevmek en doğrusudur. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde:

 ”Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olabilir.” (Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 60) buyuruyor.

Her işimizde ölçülü olduğumuz gibi sevmekte de ölçülü olmalı insan. İşte budur müslümana yakışan.

Sevgide aşırıya kaçmak neden zararlı olsun diye düşünebiliriz. Çevremizde de görüyoruz; çocuğunu, eşini, anne babasını veya bir insanı aşırı sevmek seveni yorar. Karşılık görmediğinde seven üzülür ya da sevdiğine istemeden zarar verebilir. Karşılık görse dahi seven tatmin olmaz çünkü sevmesi sonsuz olduğundan sonsuz bir zamanda sevmek ister yani ölümü düşünmek istemez, ölümü çirkin görür, ondan ayrılmak görür.

İşte hem kendine hem sevdiğine zarar veriyor bu sevmek... İşte bu "nefs ile sevmek

Arapçadaki karşılığı ise heves. 

Türkçede eğilim, arzu, şevk, gelip geçici istek olarak tanımlanmış. Heves (nefisle sevmek) zarar veriyor insana. Gelin bunu daha da somutlaştıralım. 

Her birimizin birçok arkadaşı var. Arkadaşlarımızı ne için seviyoruz? Seni Allah için seviyorum dediğimiz
birçok insan var aslında. Sahi mi?
 Gerçekten Allah için mi seviyoruz? 

Mesajınıza geç cevap verdiğinde sinirleniyor muyuz, doğum günümüzü unuttuğunda üzülüyor muyuz, bize sadece bir şey sormak için aradığında eskisi gibi davranabiliyor, samimi gülebiliyor muyuz? Neden böyle davrandığını düşünüyor, üzülüyoruz.

Mesaja geç cevap yazıldığında, belki işi vardır, müsait değildir; doğum günümüz unutulduğunda zihni çok yoğundur, insanlık hali; bir şey sormak için aradığında ise Allah'a hamdolsun bir kulunun işini bana gördürüyor demek zor mu? Böyle yaptığımızda daha az üzülüp sevmekten daha çok lezzet alacağız aslında. Nefis ile sevmenin çaresi Allah için sevmektir. Nasıl tebdil edilir bu sevgi?

Mevlânâ (rahmetullahi aleyh): "Kalp sırrına erenler neler yapar, bilir misin? Kızmazlar, küsmezler. Kırmazlar, kırılmazlar. Her şeyde bir güzellik bulurlar. Hiçbir şeyi insanoğlundan bilmezler. Rabbinden bilirler! Her şeyi ondan umup, beklerler." der. O sırra ermiş bir kalpte elbette Allah'ın sevgisinden başka bir şey yoktur.

Tevbe suresi 129. ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Eğer yüz çevirirlerse de ki: 'Bana Allah yeter. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Ben ancak O'na tevekkül ettim. O, yüce Arş'ın sahibidir." 

Birileri bizden yüz çevirirse -ki bunu yalnızca hoşlanmadığımız şeyleri yapmaları veya bize kötü davranmaları gibi algılamamalıyız; ölünce de bizden yüz çevirmiş, ayrılmış olacaklar- unutmamalıyız ki aslında herkes bizden bir gün yüz çevirecek. O gün gelmeden nefsi bir kenara bırakıp Allah için sevmeli, Allah için yaşamalıyız. Allah'ın bize yettiğini, en güzel dost ve vekilin O olduğunu idrak etmeliyiz, O'nu tanımalıyız.

Yazının başında bahsettiğimiz sonsuz sevmek Sonsuz olanı sevmek içindi.

En çok da O'nu sevelim diye konulmuştu bu duygu.

Geriye kalan her şeyi ise O sev dediği için sevmeli.

Velhamdulillah

Merdümgiriz🕊️

 

1 Aralık 2020 Salı

Kavram Atlası/ Sevgi -1- ÖZGÜR OLDUĞUNU MU SANIYORSUN?


Şüphesiz özgürlük, kendimizi gerçekleştirmede, ‘ben buyum’ demede en vazgeçilmez şartlardan biridir. "Kırmızı fular takıyorum çünkü beni yansıttığını düşünüyorum." desem ama aslında bunu başkası bana taktırıyor olsa nasıl olurdu? Yine de o beni anlatır mıydı? "Kırmızı fular takan kız" dedikleri zaman benim dünyamdan bir parçayı ifade eder miydi?

Şüphesiz, insan özgür yaratıldı. Ama ya insan, 'meziyetlerinin esiri' olursa? Ya fıtratında olan dürtülerin sözünden çıkamaz, içindeki cevheri çamurdan arındıramazsa?

Fıtrat, bize verilen tertemiz bir kağıt gibidir. Kağıdın ham maddesi belli, kalitesi bellidir ama üstüne yazacaklarımız, çizeceklerimiz aslında kim olduğumuzu gösterir. “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar.” demiştir Efendimiz Aleyhisselam ve kalitemizi belirlemiştir. En yüksek rütbenin Allah’a kul olmak olduğunu da düşünürsek; tüm engellere karşı fıtratına uygun yaşayan insanın bu rütbeye gelebileceğini düşünebiliriz.

Engeller diyorum çünkü o kağıdı karalamak, yırtmak isteyen, kalem tutan elimizi kırmak isteyen güçler var. Ve bunu sadece şeytanla sınırlamak yanlış olur. Şeytan güçlü bir unsurdur ama sonuçta dış unsurdur, bize istemediğimiz hiçbir şeyi yaptıramaz. Ona meyilli iç unsurumuz ise hevadır. Heva kavramı birçok literatürde iyi veya kötü anlamlarla kullanılsa da Kur’an ve sünnette iyi anlamı mevcut değildir.

“Kur'an'ın esas gayesi, insanın ruh derinliklerinde bulunan ve onun Yüce Allah'a yönelişine engel olan sebeplerin tespit edilmesi, onun basiretine sunulması ve kendisinde Yüce Allah'la olan münasebetinin yüksek şuurunun uyandırılmasıdır.” der Mustafa Cora. Bu bağlamda, Kur’an’ın 76127 kelimesinin 38 tanesinin ‘heva’ olması daha da anlam kazanacaktır.

Heva dediğimiz nefse ait şeylere olan heves, istek, arzu, sevgi, hoşlanma; nefsani zevkler, düşkünlükler anlamlarına gelmektedir. Hevayı; ilimle, vahyin terbiyesi ile yetişmeyen insanın, insan olmasından dolayı sahip olduğu dürtülerle sevmesi, tercih etmesi olarak görebiliriz diye düşünüyorum. Türkçeye çevirecek olsam aklıma gelen kavramlardan bir ‘dürtüsel sevmek’ olurdu.

“Allah (c.c) çocukça (laubalî) davranışları olmayan, hayra yönelip heva ve hevesi terk eden, vakar sahibi, olgun genci sever.” hadisinde de heva, sahip olduğumuz ve hayra yönelerek terk etmemiz gereken bir hal olarak anlatılır.

Kur’an-ı Kerim ise hevayı altı farklı anlamda kullanır. 

Bunlardan biri; nefsten kaynaklanan arzu, istek ve sevgidir ki onda nefsin bir şeye meyletmesi, ona olan sevgisi hem de bunun zemmedilen meyle gâlip gelmesi vardır. 

Diğer bir anlam; cehenneme isim olan “Hâviye”(heva ile aynı kökten gelen ve Kur’an’da geçen bir kavram veya isim) olarak kullanılmaktadır. Bu iki anlamı sevgili okuyucunun tefekkürüne bırakıyorum.

Yazımı bitirirken, aşk yolunun neferleri olan tasavvuf ehlinin heva anlayışından bahsetmek istiyorum. Hemen her zahid ve sufi, hevayı kendi dinî ve ahlâkî hayatı için en büyük tehlikelerden biri olarak görmüştür. Tasavvuf ahlâkının ilk ve seçkin temsilcilerinden olan Hâris el-Muhâsibî: “Sana düşmanın olan şeytandan neler gelirse hepsi nefsinin hevası aracılığı ile gelir.” der. 

Muhyiddin İbnü’l-Arabî ise “nefsani istekler” anlamındaki hevayı yermekle birlikte Allah sevgisinin derecelerinden söz ederken bu sevginin en alt derecesi için heva, en yüksek derecesi için aşk terimlerini kullanır. Ona göre Kur’an’da yerilen heva avamın istekleridir; gerçekte ise heva avama, irade ariflere aittir. 

Ve Gazali, bu bağlamda insanları üç sınıfa ayrır; hevasına yenik düşenler ilk sınıfı, akıl ve iradelerini kullanarak hevalarına karşı sürekli mücadele verenler ikinci sınıfı, hevalarına hiç uymayanlar da üçüncü sınıfı oluşturur. "Yalnız peygamberlerle velîler üçüncü mertebeye ulaşabilir." diyerek bu son mertebeyi: “en büyük güç, peşin nimet, tam hürriyet ve kölelikten kurtuluş” olarak değerlendirir.

Heva putlarını kıran, özgür gönüllerden olmak duası ile…

Kaynakça: Kur’an’a Göre “Heva” Kavramı/ Mustafa CORA

Heva/ TDV İslam Ansiklopedisi

Heva Ne Demek/ İslam ve İhsan

Heva/ Sorularla İslamiyet

 

 

7 Kasım 2020 Cumartesi

KİM BU BEYNİMDEKİ YABANCI?

 


Bismillahirrahmanirrahim

"-Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. 

-Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar..."

Nur/30,31. 

Yazıma günlük yaşantımızda aklımızda olması gereken bir ayetle başlamak istedim. Haramdan kullarını korumaya çalışan Rab, gözlerimize de hakim olmamızı istiyor. Biz kullarını uyarıyor. Fıtrata, temiz yaratılışa uygun davranmamızı diliyor. Aslında böylelikle bizi bize tanıtıyor. Bizim yapmamız O'nun hazinesine bi' şey katmıyor, yapmamamız ise hiçbir şey eksiltmiyor. Sonsuz artı bir de sonsuzdur ve sonsuz eksi bir yine sonsuz... 

Şu madde alemine sıkışmış kalmış insana yol gösteriyor Rahmân'ın her bir kelimesi. 

Her biri dünya ağırlığından kurtarıyor sanki.

İslâm'ın sunduğu bu yol, insan için her daim en hafifi. 

Haramlardan sakınmayı öğütleyerek dünyada da insanın huzurla ve rahatla yaşamasının mümkün olduğu öğretiliyor.

Bu yazıda bir haramdan bahsetmek istiyorum: göz zinası. (haram nazar, harama bakmak) 

Öncelikle Rahmân için niyet etmeliyiz harama bakmamaya. O öyle istiyorsa başım üstüne deyip rızası için elimizden geleni yapmalıyız. Ve elbette bunun bizler için de bir çok faydası var. Harama bakmak deyince ilk akla gelen, muzdarip olunması muhtemel durum: unutkanlık. 

İmam Şafiî (ra): "Haram nazar nisyan verir." (Harama bakmak unutkanlığa neden olur.) der.

Henüz tıbbi bir makalede yer almasa da ikinci sınıftaki anatomi dersinde yaptığım çıkarımı sizlerle de paylaşmak istedim; 

Bizlere verilmiş en nezih nimetlerden biri olan gözlerimiz, dünyayı görmemize vesile rengârenk penceremiz... Bu pencere ile görülen her şey sinir yolları vasıtasıyla beynimize iletiliyor. Beynimiz de gördüğümüz şeyleri anlamlandırıyor, tanımlıyor. İlk kez görülen şeyler -burda özellikle ifade etmek istediğim daha önce görmediğimiz, tanımadığımız bir insanın çehresi, suratı- beynin korteks denilen bölümüne gidip burada anlam kazanıyor, tarifleniyor. Beyin bi' süre bu görüntünün üzerinde çalışıyor. 

Anne babamız, arkadaşlarımız, tanıdıklarımız ise yani daha önce bildiğimiz tanıdığımız bir suratı artık beyin korteksi tanımlamaya çalışmıyor. Bu tanıdık suratlar, aynı zamanda görmede refleks merkezimiz de olan orta beyne (mesensefalona) iletiliyor. Böylelikle beynimiz tanıdığımız insanları gördüğünde ekstra yorulmuyor. Birçoğumuzun başına gelmiştir: Kalabalık bir topluluğa girdiğimizde tanıdığımız birinin hemen gözümüze çarpar! İşte bu, mesensefalonun tanımlamada korteksten önce davranmasıdır.

Bu dersten sonra harama bakmayı bir de bu açıdan düşünmüştüm. Demek her  bakışta, her farklı suratta zihnimizi yoruyorduk. Yorulan zihin ise bazı şeyleri unutuyordu. Belki de haram nazarın unutkanlığa neden olması tıpta bu şekilde açıklanıyordur. Bu şahsıma ait bir yorum olsa da ilerleyen zamanlarda bu konu üzerine çalışılmış makaleler, ispatlar görmek bizleri mutlu eder.

Peki harama bakmanın ölçüsü nedir? Her bakış günah mıdır? Elbette bu ölçüyü de Peygamber Efendimiz Aleyhisselam 'dan öğreniyoruz: "Ey Ali! Bir bakışın peşinden tekrar bakma (birinci bakışına ikinci bakışını ekleme)! Çünkü birinci bakış, senin hakkındır (kasıtlı olmadığı için birinci bakışında sana bir şey yoktur.) İkinci bakış ise senin hakkın değildir (kendi isteğinle olduğu için ikinci bakışında sana günah vardır.)" (Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî ve Dârimî rivâyet etmişler, Elbânî de 'Sahîhu'l-Câmi'; hadis no: 7953)

Son olarak haramı Allah için terk ettiğimizde ne bulacağımızın net bir ifadesi olan hadisi şerifi de buraya bırakmak istiyorum. Abdullah İbn Mes'ûd (r.a)'dan rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki nazar(harama bakış) iblîs'in zehirli oklarından bir oktur. (Allah Teâlâ buyurur ki: ) Kim bunu Benim korkumla bırakırsa onu kalbinde tatlılığını bulacağı bir îmânla değiştiririm. "( Teberani Mu'cemü'l -Kebir (c.10 s.173) 

İmanın tatlılığına erişmek, hakikatleri unutmamak, rızayı ilahide buluşmak duasıyla... 

Velhamdulillah

/Merdümgiriz

1 Kasım 2020 Pazar

Değerlerimiz Serisi -11- KENDİN BİLMEK


Selamun aleykum Sevgili Hekimelik Yolu Okurları. Ben Alem-i Batın. Alemi batın iç alem, bilinmeyen
alem demek. Kendime mahlasım ararken öğrenmiştim. Ben mi onu buldum yoksa o mu beni buldu bilemem. Dünyevi ve bilinen alemin akışında kaybolmuşken tanıştım kendimle. Öyle ya, insanoğlu her simayla tanışır, aynadaki suretle tanışmak gelmez aklına. Kendimi tanıma hikayem belki kendimle tanışma hikayem başka bir yazının konusu olsun da sizi kendinizle tanıştırmak için kalemimi konuşturayım. 

Kimsin sen Sevgili Okur? Filanca TC kimlik No'lu falanca yer doğumlu bir yolcu mu? Allah insana bir akıl verdi, bir ruh verdi, bir fıtratta yarattı. Suretimiz gibi farklı kişiliklere sahip olduk. Bunlar boşa yaratılmış olamaz, öyle değil mi? Bir ruh üflenmiş olmasa bedeninin ne ehemmiyeti olurdu? En üstün varlık olarak yaratıldık. Kromozom sayısı değil bizi biz yapan. Kalbimiz, nefsimiz, içte sakladıklarımız, gönlümüz... Kendini tanımak bilmek, yaratana yaklaşmanın ilk adımı belki de. Kimlik bunalımında kopyala-yapıştır yapmadan her işi ve her nefesi anlamlı kılmanın, sahibinin seni yarattığı kılavuzda uygun kullanmanın ilk yolu kendini tanımak. Belki ilk şu soru ile başlanmalı tanışmaya: "Merhaba, hayat amacınız nedir?" Sorunun cevabı yoksa evvela amacını bilmeli, amaç oluşturmalı. Yaşanan her olayda bir şey hissedince, bunu neden hissettim diye sormalı. Hislerin Allah için olmadığı zaman gönüllerin prangası olduğunu bilmeli. Allah için duyulmayan hisler insanı nasıl yıpratır.? Yaşayarak öğrenenlerdenim. Canım şunu yapmak istedi dediğinde bir defa olsun şunu sormalı insan kendine: Neden yapıyorum? 

Allah için atılan her adımın arkasında onun rızası ve yardımı vardır, bilinmeli. Ve onun için olmayan her işin bu belirsizlik aleminde cana yük olduğunu idrak edilmeli. Hayatı yaşarken emrolunduğu gibi dosdoğru yaşamaya çalışırsan kimliğin olur, sen olursun. Yoksa bir kuştan ayıran bizi sadece kanatlar mıdır? Kendini tanımazsan nasıl eğitirsin? Nasıl defedersin kendinle olan iç savaşları başından? Kendini bilmek, eğitmek; dünyayı yaşanılabilir kılmanın en temel yoludur bence. Duyguların, nefsin, şeytanın oyuncağı olmaktan kurtaran en güçlü silahtır. 

Bir örnek vereyim. Dokunur belki hassas kalplere... Birinde bir şey görünce kıskanmaya meyilli nefsimiz bizi bedbaht bir hale sokar, daralırız, onun elindeki gitsin isteyecek kadar körleşiriz belki. Ama kendini tanıyan bunun şeytani bir his olduğunu bilir: "Ey kendim, bu hissin neresinde rızasını arıyorsun Allah'ın?" der, kendini eğitir. Nihayetinde de huzur bulur. Başkasında olana değil kendinde olana bakar. Elindeki kendinin olduğu için de şükreder. Öyle ya, kendini eğiten, kendini sorgulayan korunabilir esaretten.

Boşuna dememiş Yunus Emre:

“İlim, ilim bilmektir.

İlim, kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen,

Ya nice okumaktır? “

Öyleyse Sevgili Okur, kendinle arandaki mesafeyi kaldır. 

Belki kederden azade bir hayat sürmenin yolu budur.

/Alem-i Batın

31 Ekim 2020 Cumartesi

Değerlerimiz Serisi -10- İLİM NAKKAŞLARI


"İki kişiye haset derecesinde gıpta edilir: biri Allah'ın verdiği malı Hak yolunda sarf eden zengin, diğeride Allah'ın verdiği ilmi insanlara öğreten ve aralarında ilmi hüküm veren alim."-Hadisi Şerif

Öğretmenim, canım benim canım benim! 

Seni ben pek çok pek çok severim.♡ 

Ne de çok söylerdik bu şarkıyı. Öğretmenler gününde sınıfı bununla inletirdik doğru hatırlıyorsam. 7 yaşını bile doldurmadan emanet edildik onlara. Doğruluğu tartışılır ancak etimizi de kemiğimizi de öğretmenimize emanet etmişlerdi. :) Bizimle ilgilenen, oyunlar oynayan, ilerleyen dönemlerde ödevlere boğan öğretmenlerimiz... Yaş aldıkça öğretmen kelimesi hocaya dönüştü, e büyüdük ya, öğretmenim demek komik kaldı. Hocam aşağı, hocam yukarı... İlk başta tuvalete gitmek için öğretmeninden izin alırken, lisede okuldan kaçmak için hocaların zafiyetini gözlemler hâle geldik. Hani az çekmediler bizden...:) Derdimiz bitmezdi.

Peki öğretmen sadece okulda mı olur? Sen tanımasan dahi dışardan görüp beğendiğin bir hareketini, sözünü kendine kattığın insan da öğretmenin
dir.
Yeri gelir bir çocuk masum, saf hareketleriyle ne zamandır çözemediğin soruna cevap olur. Sevmediğin insan dahi ne yapmaman gerektiğini öğretir, öğretmenin olur. Hayatımızda ne çok 'öğretmen' var değil mi? Ben farkındalık kazanmaya bayılırım. Bana farkındalık katanlara da bayılırım. Öğretmenler çok kıymetli Sevgili Okur. Bize bir hareketiyle dahi değer katmış, farkındalık uyandırmışsa müteşekkir olmalıyız o insana. 

Mümin vefalı olur. Peygamber Efendimiz Aleyhisselamın Hz. Hatice'ye vefasını ne kadar çoktu değil mi? Hz. Aişe (ra) diyor ki: "Ben Peygamber'in (sav) eşlerinden hiçbirini, Hatice'yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Oysa ki ben Hatice'yi (benden önce vefat ettiği için) görmemiştim. Ancak Peygamber (sav) ondan çok bahsederdi. Bazen bir koyun keser, onu parçalara ayırır, sonra da Hatice'nin dostlarına gönderirdi. Bazen ben: 'Sanki yeryüzünde Hatice'den başka kadın yok!' diyerek serzenişte bulunurdum da Allah Resulü: 'Hatice şöyle idi, Hatice böyle idi. Üstelik ondan benim çocuklarım var.' derdi." [1] 

Sadece Hz. Hatice değil, Efendimiz herkese çok vefalıydı. Kendilerine yapılan iyiliği unutmazdı. Hz. Peygamber Aleyhisselam kendilerini zor anında himayesine alan, kol kanat geren hatta O'nu himaye etmek uğruna canını ve soyunu tehlikeye atan Mut'im b. Adî'i hiçbir zaman unutmadı. Hatta hicretten kısa bir süre sonra vefat eden Mut'im için Bedir Savaşı sonrası esir edilen Mekkeli müşrikleri işaret ederek: "Eğer Mut'im b. Adî sağ olsaydı, sonra şu kokuşmuş kişiler hakkında konuşup onları bağışlamamı  isteseydi hiç şüphesiz ben bunları Mut'im('in hatırı) için serbest bırakırdım." buyurmuştur.[2]

İnsana, ortama değer katmak kolay bir şey değil. Her yiğidin harcı değil. Tecrübesi ile, okudukları ile bir şeyler aktarmak için çabalamak er kişinin işi.  Ben de o insanları görünce tutuyorum, ne katabilirsem kâr diyorum. Hayatımda o insanlara özel zaman ayırıyorum. Çünkü kalpler hırsızdır, huy çalar. Onların güzel huyları bana da sirayet etsin, yaptığı normal bir iş de olsa o işin usulünü ondan alayım isterim. Efendimiz Aleyhisselam'ın buyurduğu gibi: "Kişi arkadaşının dini üzerinedir." Değerli öğretmenlerle arkadaşlık kurmaya çalışıyorum ben de. O yüzden en sevdiğim dualardan biridir Allah seni iyilerle karşılaştırsın duası. 

Bildiğiniz gibi fertlerin ve toplumların maddi ve manevi her alanda yükselip ilerlemelerini temin eden unsurların başında ilim gelmektedir: 

"Elbette nevi beşer ahir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ilmin eline geçecektir. Her şey ilme bağlıdır." [3]

En keskin silah ilimdir. Bu sebeple dinimiz ilme, okumaya ve öğrenmeye büyük değer vermiş; ilim tahsilini her Müslümana farz kılmıştır.

O kadar ki insanlığa doğru yolu ve gerçek saadeti göstermek üzere indirilmiş olan Kur'an-ı Kerim'in ilk emri "İkra!" (oku) olmuştur. Bütün insanları bir tarağın dişleri gibi eşit sayan İslamiyet:

"Hiç bilenlerle bilmeyen bir olur mu?"

"Allah içinizden iman edenlerle ilme nail olanların derecelerini yükseltir."

"Kulları içinde Allah'tan gerektiği şekilde ilim sahipleri korkar!"ayet-i celileleri ile ilim sahiplerini diğer insanlardan ayırıp yükseltmiştir. Pek çok ayet-i celileyle de cehaleti ve bilgisizliği kötülemiştir.[4]

Hz. Ali radıyallahu anh, adam adamın gölgesinde büyür, der. İlim ehli de bu kadar kıymetli iken insan onların dizinin dibinden ayrılası gelmiyor. İlim ehliyle birliktelik ayrı güzel, evet ama bizzat ilim ehlinden olmak bambaşka bir dünya. Allah'tan hakkıyla korkanlardan olmak, derecesi yüksek olanlardan olmak ne kadar cazip geliyor insana. Bu yazı için araştırma yaparken etkilendiğim hadislerden bahsedeyim size:

 "İlim öğrenmek için bir saat çalışmak, bana gece sabaha kadar ibadet etmekten daha hoştur." 

"İlmin fazileti, ibadetin faziletinden üstündür."[5] İlmin bu kadar kıymetli olduğunu bilmiyordum açıkçası. İlim de ibadet de bir araç ama ilim ibadeti taçlandıran, tefekkürü arttıran, ahlakı güzelleştiren bir vasıta... İlim yolcusu olmak istiyorum ben de. Aklınıza gelirsem bana da dua ederseniz müteşekkir olurum. İlim araç evet, amaç Allah rızası. Biz sebepler aleminde yaşadığımız için sebeplere de iyi sarılmamız gerekiyor. Bir şekilde Allah'ın rızasını kazanırsak elbette gerekirse sebepleri de aştırır Rabbim.

İlim yolcusuna bir dipnot vereyim, sonra da dualarla sırlayalım yazımızı: "Dikeni var diye gülden vazgeçilir mi? Asıl mesele, batsa da dikenleri, kanatsa da elleri, acıtsa da yürekleri gül yetiştirmeye devam edebilmektir." Muhammed Emin Yıldırım

"Allah'ım faydasız bilgiden, huşu duymayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan Sana sığınırım."[6]

" Allah'ım! Senin katından öyle bir rahmet istiyorum ki o rahmet vasıtayla kalbimi doğru yola ilet."[7]

"Allah'ım! Bana ilimle insanlara hizmet edebilmeyi öğret". Hz. Rubeyyi binti Muavviz

 "Allah'ım bana ilmi, ilmi öğrenmeyi, çalışmayı sevdir."

/Müberra


Kaynakça:

[1]B3818 Buhari, Menakıbul ensar, 20

[2]B4024 Buhari, Meğazi,12

[3]Sözler, Yirminci Söz'ün İkinci Makamı

[4]-[5]Sorularla İslamiyet, İslâm'da ilim ve alimin fazileti isimli yazıdan alıntı, normalde Sorularla İslâmiyet sitesi kaynakça belirtiyordu ama bu yazısında belirtmemiş, hadisleri ilim ehli bir hocama sordum, kendisi de yazıyı okudu, Allah'ın izniyle sahih hadisler, kendileri Haktan Bilen, aynı ismiyle blogu var, takip etmenizi tavsiye ederim. :)

[6]Nesai, İstiaze,64

[7]Tirmizi, Deavat,30

29 Ekim 2020 Perşembe

Değerlerimiz Serisi -9- CANDAN ÖTE






Şu çağda ne kolaydır sosyalleşmek,
İletişim kurmak.
Bir dokunuşuna bakar sevdiğine ulaşmak.
Gel gör ki zoruna gider söz konusu "onlarsa" 
Bir mesaj atmak veyahut selamlaşmak

Nerden nereye geldik Ey Dost, sorarım sana
Çocukluğunun şekerli,
Gülüşlerinle bezeli
Bayramlarına şenlik katan anılarına baksana
Amcan seslenir oradan
Halan şen şakrak, latiftir.
Çocuk yüreğinle hissedersin:
"Sevmek bizde reflekstir."

Anne tarafı desen
Canciğer kuzu sarma!
En fena kavgaları onlarla yaşasan da
Apayrıdır yerleri
Candan öte, candan içeri

Şimdi herkes ayrı dağda
Olsun, elindeki var ya
Dere tepe aşar da
İstediğini getirir yanı başına
Yengenin gönlünü,
Nenenin duasını almak
İşten bile değilken
Acizane deriz:
"Vaktim yok, her iş bana bakmakta..."

Bir çok insanın aksine
Yanında, yamacındalarsa
Sakın diyeyim, sakın!
Bu fırsatı kaçırma
Elbet nimet gelir imtihanla
Ama bak sen kulluk nazarıyla
Miras mı derdiniz?
Affet, sev, sevindir
De ki: "Senden kıymetli midir?"
Değer mi dünyadaki cennetin huzurunu kaçırmaya?
Ebedi saadete kara çalmaya?

Şu dünyada güllük gülistanlık ne var ki?
Yok!
İnan bana
Zahmet rahmettir
Hele sıla-ı rahim
Bazen öyle zor gelir ki
İşte,
Resulullah Aleyhisselam
Hiçbir lafı etmez boşuna
Haydi, O'nun hatrına
Kusurunu affet 
Yakınını gözet
Zalimlerden olma...

26 Ekim 2020 Pazartesi

MÜ'MİN TURNUSOLU



Müslüman  bu mu demek? 

Gerçekten böyle mi yaşamalıyız? 

Hayata bakış açımız mı yanlış? 

Yoksa biz mi bu hayatı zorlaştırıyoruz?

Bu işin aslına bakarsanız bence cenneti, hiç var olmamış dar sokaklarda arıyoruz

Peygamber Efendimiz Aleyhisselam şöyle buyurmuştur; 

"Dünya müminin zindanı, kâfirin ise cennetidir." (Müslim, Zühd, 1) 

Düşünürsek İslam mı bizleri bu zindana mahkum ediyor? Yoksa, rahat ve ferah koşullarda yaşayabilecekken, biz mi zorlaştırıyoruz bu koşulları? Zorlaştırdığımızı düşünmüyorsak eğer, peki neden bu kadar ağırlık hissediyoruz? Sabrımızı neden şu ana aktaramıyoruz? Çünkü sabrımızı daha çok geçmişimize ve geleceğimize sarf ediyoruz. İçten içe kendimizi yiyoruz . Halbuki şu anın, şu dakikaların, şu saniyelerin kıymetini bilsek olmaz mı? Düşünsenize Kirâmen Kâtibîn melekleri her anınızı zaten kaydediyor ve geçmişi kaydetmiş durumda. Şimdi ise aldığın her nefesini mühürleyip kaydediyor. Gün boyu aklına gelmeyen ve sanki vücudunun bunu yapması zorunluymuş gibi hissettiğin nefesinin bile aynısını tekrar alamazken, dünya hayatı için bu kadar yıpranmaya değer mi? Kendimize ve çevremize bu kadar zarar verdiğimize değer mi? İnsanları hor görmeye, aşağılamaya, iltimaslara göz yummaya, çaktırmadan rüşvet almaya, çocukların tacizlerini umursamamaya ya da dilsiz yaratılan onca canlıya eziyet etmeye, dövmeye, sövmeye değer mi? 

'Yoksa bizler fark etmeden değdi mi?'

Bilmiyorum ama artık kendimize bir dur demenin zamanı geldi. 

Allah kuluna kâfi değil mi? ( Zümer 36) 

Bize kafi olacağına söz vermiş olan Allah'a neden güvenmeyiz ki? Rızkı patrondan bekleriz, namaz için vaktim yoktu deriz, zekat için olan parayı bir yıl dolmadan  elden çıkarayım deriz, biz hep bir şeyler  söyleriz ama gerçekten bir mümin böyle mi yaşamalı? Bu dünyaya sadece bunlar için mi gönderildik? Yiyip, içmek, gezmek, tozmak, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak... Bize öğretilen değerlerin hakikatleri ve kıymetler bunlar mı? Yoksa gerçekten Merhum Arif Nihat Asya’nın dediği gibi:

"Bize bir nazar oldu, Cumamız pazar oldu,

Bize ne olduysa, hep azar azar oldu."  

Sizler de böyle düşünenlerden misiniz?  Biraz oku. Sonra mezun ol. Evlen. 4 oda 1 salonlu ev için bir ömür çalış. Yetmezmiş gibi oturtmaya kıyamayacağın 40 bin liralık salon takımı al. Oturma odasına asmış olduğun TV’nin karşısına geç. Aptal dizilerin beynini kıyamasına müsaade et. Çocuk yap. Çocuğunla ilgilenmek yerine eline tablet ver. Ama sen tüm vaktini israf et. O da yetmezmiş gibi namazları terk et. Çocuğunu büyüt. Evlendir. Aynı hayatın onunda yaşamasını izle ve öl! Gerçekten istediğimiz, her gün hayalini kurduğumuz toz pembe evler böyle mi?  İstediğimiz hayat bu mu? Biz bu muyuz?

Lütfen kendinize gelin ve artık şu cümlelerin ardına sığınmaktan vazgeçin: “ Ne yapalım, hayatın şartları bunları gerektirdi ve biz de böyle yaşadık.” İnanın bu yalana artık kargalar bile gülmüyor. Bir hakikat var ki inansak da inanmasak da gözler önünde: ölüm! Hepimizin kapısını iyi ya da kötü çalacak olan ölüm. Belki şu satırları okuduktan sonra seni bulacak olan ölüm. Peki biz buna ne kadar hazırız? Nasıl yaşadık şu ana kadar? Ölüme kendimizi ne kadar hazırladık? Ömrümüzden belki 20, belki 30 yıl geçmiş ama bizler 1 lezzet için 10 tokat yemeği yeğlemişiz.  

Akıl etmez misiniz? (Hud.51) ve ardından Yahya b. Muaz'ın sözü çınlatıyordu semayı: "Men arafe nefsehu fekad arafe Rabbehu. / Nefisini bilen, Rabb’ini bilir."

Öyleyse kendini bilmek ne mühim şey değil mi ? Çünkü Rabb’e giden yol, kendini bilmekten geçiyor. Peki kendimizi ne kadar tanıdığımıza karar vermek için şimdi terazinin başına geçip kefenin bir ucuna biz oturalım. Ardından bir bir  altta bırakacağım özelliklere artı-eksi koyalım.  Ne kadarı bizde mevcut, ne kadarı mevcut değil tek tek bakalım ve bugün kendimizi biz sınayalım. Unutmayalım ki bu sınavda kopya serbest. Kuran-ı Kerim yanı başımızda ama elbette nefis de yanı başımızda. Bediüzzaman Said Nursî'nin dediği gibi: "Dost istersen Allah yeter. Düşman istersen nefis yeter." (Sözler, Yirmi Üçüncü Mektup.) 

Bugün nefislerimize galip gelmek için kefenin ucunda biz oturalım ve  ne yapmak istediğimize biz karar verelim. Onun esiri olmayalım. O’nun (c.c) kulu olalım. Ümmete hayırlı bir evlat olalım! 

Şimdi sıralayacağım özellikleri nakış nakış, ilmek ilmek, kendimize dokuyup, bir yandan sorgulayalım. Biz ne haldeyiz? Hangi kefemiz ağır basıyor? Bu yaşımıza kadar neler biriktirmişiz? Hep birlikte eğri oturup doğru konuşalım. Bir kez daha tövbe kapısını çalıp bu özelliklerin tamamını vücudumuza zerk ettirelim. O halde besleme ile bu işe başlayalım. Gerçek benliğimizin ve fıtratımızın ne olduğunu bulalım.

BİSMİLLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM 

• Müminler ancak Allah'a kulluk ederler. O'ndan başka zihinlerinde ilahlaştırdıkları hiçbir varlık yoktur. (Fatiha Suresi, 1-7; Nisa Suresi, 36)

 • Allah'tan korkup-sakınırlar. Allah'ın yasakladığı veya rızasına aykırı olan bir şeyi yapmaktan çok çekinirler. (Al-i İmran Suresi, 102; Yasin Suresi, 11; Tegabün Suresi, 15-16; Zümer Suresi, 23)

 • Yalnızca Allah'a güvenirler. (Bakara Suresi, 249; Tevbe Suresi, 25-26)

 • Allah'tan başka hiç kimseden korkmazlar. (Ahzab Suresi, 39)

 • Allah'a şükrederler. Bu nedenle ekonomik yönden darlıkta ya da bollukta olmaları onlara herhangi bir üzüntü ya da böbürlenme vermez. (Bakara Suresi, 172; İsra Suresi, 3; İbrahim Suresi, 7)

 • Kesin bilgiyle iman etmişlerdir. Allah'ın rızasını kazanmaktan dönmek gibi bir düşünceye asla kapılmazlar. Her gün daha şevkli ve heyecanlı biçimde hizmetlerini sürdürürler. (Hucurat Suresi, 15; Bakara Suresi, 4)

 • Kuran'a kuvvetle bağlıdırlar. Tüm hareketlerini Kuran'a göre düzenlerler. Kuran'a göre yanlış olduğunu gördükleri bir tavırdan hemen vazgeçerler. (Araf Suresi, 170; Maide Suresi, 49; Bakara Suresi, 121)

 • Sürekli Allah'ı anarlar. Allah'ın herşeyi gören ve işiten olduğunu bilir, sürekli Allah'ın sonsuz kudretini hatırda tutarlar. (Al-i İmran Suresi, 191; Rad Suresi, 28; Nur Suresi, 37; Araf Suresi, 205; Ankebut Suresi, 45)

 • Allah karşısında acizliklerini bilirler. Mütevazidirler. (Ancak bu, insanlara karşı aciz görünmek ve ezik tavırlar sergilemek demek değildir.) (Bakara Suresi, 286; Araf Suresi, 188)

 • Her şeyin Allah'tan olduğunu bilirler. Bu nedenle hiçbir olay karşısında telaşa kapılmaz, her zaman serinkanlı ve tevekküllü davranırlar. (Tevbe Suresi, 51; Teğabün Suresi, 11; Yunus Suresi, 49; Hadid Suresi, 22)

 • Ahirete yönelmişler, asıl hedef olarak ahireti belirlemişlerdir. Ancak dünya nimetlerinden de faydalanır, dünyada da cennet ortamının bir benzerini oluşturmaya çalışırlar. (Nisa Suresi, 74; Sad Suresi, 46; Araf Suresi, 31-32)

 • Sadece Allah'ı ve müminleri dost ve sırdaş edinirler. (Maide Suresi, 55-56; Mücadele Suresi, 22)

 • Akıl sahibidirler. Her an ibadet bilincinde olduklarından sürekli dikkatli ve uyanıktırlar. Devamlı olarak müminlerin ve dinin lehine akılcı hizmetler yaparlar. (Mümin Suresi, 54; Zümer Suresi, 18)

 • Tüm güçleriyle Allah adına inkarcılara, özellikle inkarcıların önde gelenlerine karşı büyük bir fikri mücadele verirler. Hiç yılmadan ve gevşemeden mücadelelerini sürdürürler. (Enfal Suresi, 39; Hac Suresi, 78; Hucurat Suresi, 15; Tevbe Suresi, 12)

 • Hakkı söylemekten çekinmezler. İnsanlardan çekindiklerinden dolayı gerçeği açıklamaktan geri kalmazlar. İnkar edenlerin haklarında söylediklerine, alay ve saldırılarına aldırmazlar, kınayıcıların kınamasından korkmazlar. (Maide Suresi, 54, 67; Araf Suresi, 2)

 • Allah'ın dinini tebliğ etmek çeşitli biçimlerde insanları Allah'ın dinine davet ederler. (Nuh Suresi, 5-9)

 • Baskıcı değillerdir. Merhametli ve yumuşak huyludurlar. (Nahl Suresi, 125; Tevbe Suresi, 128; Hud Suresi, 75)

 • Öfkelerine kapılmazlar, hoşgörülü ve bağışlayıcıdırlar. (Al-i İmran Suresi, 134; Araf Suresi, 199; Şura Suresi, 40-43)

 • Güvenilir insanlardır. Son derece güçlü bir kişilik sergiler, etraflarına da güven telkin ederler. (Duhan Suresi, 17-18; Tekvir Suresi, 19-21; Maide Suresi, 12; Nahl Suresi, 120)

 • Baskı ve zulüm görürler. (Şuara Suresi, 49, 167; Ankebut Suresi, 24; Yasin Suresi, 18; İbrahim Suresi, 6; Neml Suresi,49, 56; Hud Suresi, 91)

 • Zorluklara katlanırlar. (Ankebut Suresi, 2-3; Bakara Suresi, 156, 214; Al-i İmran Suresi, 142, 146, 195; Ahzap Suresi, 48; Muhammed Suresi, 31; Enam Suresi, 34)

 • Zulümden ve öldürülmekten korkmazlar. (Tevbe Suresi, 111; Al-i İmran Suresi, 156-158, 169-171, 173; Şuara Suresi, 49-50; Saffat Suresi, 97-99; Nisa Suresi, 74)

 • İnkarcıların saldırı ve tuzaklarıyla karşılaşır, alaya alınırlar. (Bakara Suresi, 14, 212)

 • Allah'ın koruması altındadırlar. Aleyhlerinde kurulan tüm tuzaklar boşa çıkar. Allah, onları tüm iftira ve tuzaklara karşı koruyarak, onları üstün kılar. (Al-i İmran Suresi, 110-111, 120; İbrahim Suresi, 46; Enfal Suresi, 30; Nahl Suresi, 26; Yusuf Suresi, 34; Hac Suresi, 38; Maide Suresi, 42, 105; Nisa Suresi, 141)

 • İnkarcılara karşı tedbirlidirler. (Nisa Suresi, 71, 102; Yusuf Suresi, 67)

 • Şeytanı ve yandaşlarını düşman edinmişlerdir. (Fatır Suresi, 6; Zuhruf Suresi, 62; Mümtehine Suresi, 1; Nisa Suresi, 101; Maide Suresi, 82)

 • Münafıklara karşı mücadele eder, münafık karakterlilerle birlikte olmazlar. (Tevbe Suresi, 83, 95, 123)

 • İnkarcıların zorbalıklarına engel olurlar. (Ahzab Suresi, 60-62; Haşr Suresi, 6; Tevbe Suresi, 14-15, 52)

 • Birbirlerine danışarak (istişare ile) hareket ederler. (Şura Suresi, 38)

 • İman etmeyenlerin gösterişli yaşantısına özenmezler. (Kehf Suresi, 28; Tevbe Suresi, 55; Taha Suresi, 131)

 • Zenginlik ve mevkiden etkilenmezler. (Hac Suresi, 41; Kasas Suresi, 79-80; Nahl Suresi, 123)

 • İbadetlere titizlik gösterir, namaz, oruç ve benzeri ibadetleri dikkatle yerine getirirler. (Bakara Suresi, 238; Enfal Suresi, 3; Müminun Suresi, 1-2)

 • Çoğunluğa değil, Allah'ın verdiği kıstaslara uyarlar. (Enam Suresi, 116)

 • Allah'a yakınlaşmak, örnek bir mümin olmak için gayret sarfederler. (Maide Suresi, 35; Fatır Suresi, 32; Vakıa Suresi, 10-14; Furkan Suresi, 74)

 • Şeytanın etkisine girmezler. (A'raf Suresi, 201; Hicr Suresi, 39-42; Nahl Suresi, 98-99)

 • Atalarına körü körüne uymazlar. Kuran'a göre hareket ederler. (İbrahim Suresi, 10; Hud Suresi, 62, 109)

 • İsraftan kaçınırlar. (Enam Suresi, 141; Furkan Suresi, 67)

 • İffetli davranırlar ve Allah'ın istediği şekilde evlenirler. (Müminun Suresi, 5-6; Nur Suresi, 3, 26, 30; Bakara Suresi, 221; Maide Suresi, 5; Mümtehine Suresi, 10)

 • Dinde aşırılığa kaçmazlar. (Bakara Suresi, 143; Nisa Suresi, 171)

 • Fedakardırlar. (İnsan Suresi, 8; Al-i İmran Suresi, 92, 134; Tevbe Suresi, 92)

 • Temizliğe dikkat ederler. (Bakara Suresi, 125, 168; Müddessir Suresi, 1-5)

 • Müminlerin arkasından konuşmaz, kusurlarını araştırmazlar. (Hucurat Suresi, 12)

 • Haset etmekten kaçınırlar. (Nisa Suresi, 128)

 • Allah'tan bağışlanma dileyenlerdir. (Bakara Suresi, 286; Al-i İmran Suresi, 16-17, 147, 193; Haşr Suresi, 10; Nuh Suresi, 28)

Sadakallahul Azim

Selam ile dua ile kalın.

/Hüma Asaf

24 Ekim 2020 Cumartesi

Değerlerimiz Serisi -8- BİR KÜL MASALI


Tık tık tık. 

Ding dang dong. 

Tabaklar, boşalan ve anında geri dolan tabaklar... 

Aşureler... Kokusu gelmiştir, canınız çekmiştir kekleri ve daha niceleri... 

Kahvenizi alıp gelin, başlıyoruz! Bugünkü konumuz; komşuluk ilişkileri. 

Komşuluk diyince bir sükun hali hasıl olur, içimize huzur dolar. Nasıl dolmasın ki; yemeğimizi tam ocağa koyacakken fatkettiğimiz o eksik malzemeyi tamamlayan,  kişi başına bir anahtar düşmeyen evlerde acil işi çıkanların anahtarını emanet alan ve böylece aile içi anahtar akışını sağlayan, arkadaştan, akrabadan uzak olduğumuz zamanlarda, bir kahve eşliğinde derdimizin yükünü omuzlarımızdan alan... Komşularımız iyi ki varlar! 

Ev alma komşu al demiş büyüklerimiz ben de bu konuda fikirlerine güvendiğim bir büyüğüm olan babaanneme kulak vereyim dedim: 

 - Babaanne komşuluk sence nedir? 

 - Komşuluk iyi günde kötü günde birlikte olmak demektir. Güzellikleri, zorlu günleri paylaşmak demektir. Aileni hemen yanında istediğinde bulamazsın ama komşun en yakınındadır. 

 - İyi bir komşu nasıl olmalıdır? 

 - İyi bir komşuda en önemli özellik sır tutmasıdır. Seninle konuşurken kusur aramamalıdır. Alaylı tavırlar sergilememeli, senin ağlayarak anlattığına gülmemeli...

 - Komşuna neden iyi davranman gerektiğini düşünürsün? 

 - Çünkü Allah komşu suali soruyorsa bu komşuluğun ne kadar önemli olduğunu gösterir. 

 (Babaannem komşulukla ilgili tecrübe ve duygularını aktarmaya devam ediyor. ) 

 - Komşu işin düşünce gelsin başka zaman gitsin dememeli. Komşudan beklediğimizi kendimiz de yapmalıyız. İyi komşu tek taraflı olmaz. Zaten herkesle komşu olmak zordur ama elimizden geldiğince selamlaşmak, görünce gülümsemek, hal hatır sormak yeter. Komşu şart, onlarsız olmaz, insanların komşuluğa da ihtiyacı var. 

Yazıma katkıları için babaanneme teşekkür ediyor artık komşulukla ilgili dinimizin öğütlerine dikkat çekmek istiyorum, buyurunuz;

 *“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın.”  Nisâ sûresi (4), 36

*İbni Ömer ve Âişe radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” 

Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 28; İbni Mâce, Edeb 4

*Ebû Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey Ebû Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını gözet!”

Müslim, Birr 142. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et`ıme 58; Tirmizî, Et`ıme 30

Yazıyı ilgiyle okuyup buralara kadar gelen kardeşim tahmin ediyorum ki komşularına iyilik yapmak için karşına çıkan ilk fırsatı değerlendireceksin. O halde komşularına  gülümsemeyi, ikramlarda bulunmayı, dua etmeyi ve onların duasını almayı unutma! 

Eee ne demişler; "Hayır dile komşuna, hayır gele başına."

/Bir Bibliyofil

22 Ekim 2020 Perşembe

Değerlerimiz Serisi -7- TERBİYENİN SIRRI: ÇOCUĞA BAKIŞ







Çocuk, Allah Teâlâ’nın büyük bir nimeti ve ihsânıdır. 

Her çocuk bir çiçektir. Çocuk masumdur, günahsızdır. 

Çocuk bir süs, bir hazine, bir güzelliktir. 

Şâirin diliyle:

“Kim demiş ki çocuk küçük bir şeydir,

Belki de çocuk en büyük şeydir”

Velhasıl çocuklarımızdan sorumluyuz!..

Yüce Allah'ın insana bahşettiği en büyük ve en faydalı nimetlerden biri evlattır. Müslüman bir anne ve baba, çocuklarının eğitiminden, terbiyesinden ve iyi bir şekilde yetiştirilmesinden sorumludur. Çocuk sahibi olmak çok büyük ve değerli bir sermayedir.

Peygamber Efendimiz aleyhisselam Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Hepiniz çobansınız ve mâiyetinizdeki sürüden mes’ulsünüz.”

“Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmamıştır.” 

“Çocuğun ismini ve terbiyesini güzel yapmak, ana ve babanın çocuğuna karşı olan görevlerindendir.”

“Çocuklarınıza ikram (ve ihsan) ediniz. Terbiyelerine çok dikkat ediniz. Onları güzel terbiye ediniz.”

“Çünkü onlar, Allah’ın size hediyesidir.” 

“Yedi yaşındaki çocuklarınıza namazı emrediniz. On yaşına bastıkları halde kılmak istemezlerse onları cezalandırınız. Kız ve erkek çoçukların yataklarını ayırınız.”

"Çocuklarınızı şu üç güzel haslet üzere yetiştiriniz: Peygamber (aleyhisselam) sevgisi, O’nun Ehl-i Beyti’nin sevgisi ve Kur’an-ı Kerim (okuma) sevgisi.” 

“Allahtan korkunuz ve adaletli olunuz.” 

Anne ve babası tarafından iyi eğitilen ve yetiştirilen bir çocuk, hem yaşadıkları müddetçe hem de ölümlerinden sonra ebeveynine faydalı olacaktır. Yani ölmüş olan anne ve baba, çocuklarının dünyada yaptığı her iyi ve hayırlı işin bereketinden ahiret hayatında faydalanacaktır. Tersi de mümkün... Çocuklarının eğitimi hususunda tembellik eden, yetersiz kalan ve böylece de kural tanımaz ve suç işlemekten çekinmeyen biri olarak topluma katılmasına sebep olan anne ve babalar, ölmüş olsalar bile çocuklarının her hata ve suçunun sonuçlarından etkileneceklerdir. Çocuklarını iyi yetiştiren anne ve babaların öldükten sonra da sevap defteri kapanmaz. 

Peygamber Efendimiz Aleyhisselam bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“İnsanoğlu öldüğü zaman amel defteri kapanır. Ancak üç kimsenin (sevap defteri) kapanmaz. Sadaka-i cariye (cami, medrese, çeşme gibi kalıcı hayır eseri) bırakanlar. Hayırlı, faydalı ilim bırakanlar (dinî bir eser yazan veya İlmî icat ve keşif yapanlar). Anne ve babasına hayır duâ eden (salih ve hayırlı) bir çocuk bırakan.” 

 Ve Kur’an-ı Kerim de bizleri şöyle uyarmaktadır:

“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız imtihan sebebidir ve büyük mükafât Allah’ın katındadır.”

“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafât ise Allah’ın yanındadır.”

“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan (zikretmekten) alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardandır.”

Lokman (a.s.)’ın oğluna yaptığı nasihatlar Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmıştır:

“Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti ,”

 “(Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişi ti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik ve kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”

“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir.”

 “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez”

 “Yürüyüşünde tabiî ol,sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.”

Bize düşen; geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza sevgiyle yaklaşmak, onlara örnek davranışlar sergilemek ve onlara karşı görevlerimizi mükemmel bir şekilde yerine getirmektir. Çocuklara iyi davranmak, onları sevmek, onlara karşı şefkat ve merhamet göstermek İslâm dininin emirlerindendir.

Ve ayrıca çocukların terbiye edilmesinde ve onlara yön vermede tesirli olan unsurların başında şunlar gelir:

1- Aileler,

2- Okullar,

3- Basın-Yayın,

4- Toplum, çevre; toplumda geçerli olan âdet ve gelenekler.

Bu unsurların hepsi de müspet olmalıdır.

 

ÇOCUKLARA KARŞI GÖREVLERİMİZ

 A- Çocuk Doğmadan Önce Yapılacak Görevler:

1- Evlenirken dindar ve ahlâklı bir eş seçmek.

2- Nişanlanma ve evlenme törenlerinin haramlardan uzak ve İslâmî hükümlere uygun olması.

3- Çocuk ana rahmindeyken, annesinin helâl gıdalarla ve sağlık şartlarına uygun bir şekilde beslenmesi.

B- Çocuk Doğduktan Sonra Yapılacak Görevler:

1-Çocuğa, Müslümana yakışan güzel bir isim koymak

2- Sadaka vermek.

3- Doğan çocuk kız olsun, erkek olsun Allah’ın verdiği bir emanet olarak hoş karşılamak..

4- Çocuğu helâl süt ve gıdalarla beslemek.

5- Çocuğun talim ve terbiyesini güzel yapmak:

a- Okuma yazma öğretmek, b- Atıcılığı, yani harp sanatını öğretmek, c- Yüzücülüğü öğretmek, d- Biniciliği öğretmek.

6- Namaz kılmaya ve oruç tutmaya alıştırmak.

7- Çocuğu kötülüklerden ve zararlı alışkanlıklardan korumak:

a- Alkol ve sigaradan korumak, b- Uyuşturucu maddelerden korumak. c-Müstehcenlikten korumak, d- Zararlı yayınlardan korumak, e- Kötü arkadaş çevresinden korumak, f- Kumar ve şans oyunlarından korumak.

8- Millî ve manevi değerlere uygun tarzda yetiştirmek.

9- Vakti gelince evlendirmek. Eş olacak kimselerde kısaca şu özellikler bulunmalıdır:

a- Dinine bağlı iyi bir Müslüman olması, b- Asil ve temiz bir âileden olması, c- Namaz, oruç gibi farz olan ibadetlerini yerine getirip, haramlardan uzak olan bir kimse olması.

d- Tahsil ve terbiyesinin iyi olması, e- Sözü -özü doğru; ahlâkı iyi, güvenilir bir kimse olması.

Aile yuvası İslâmiyet’in emirlerine uygun bir şekilde kurulursa, dünya ve âhiret saâdetine vesile olur. Çocuklarının saâdetini isteyen ebeveyn, bu görevleri en iyi şekilde yerine getirmelidir.

/Asfa Akmer

Kaynakça:

-Diyanet Aylık Dergisi (1998)

-Hadislerden Seçmeler

-Diyanet Kuran'ı Kerim Meali

19 Ekim 2020 Pazartesi

Değerlerimiz Serisi -6- EN BÜYÜK EMANET: SEVGİ



Evliliklerinde 10 yıl ne çabuk geçmişti. Geçen yıllarını düşündükçe derin bir hüzün kaplıyordu kalbini. Hele ki kendinden önce ahirete göç eden Pınar'ı düşündükçe kalbine sanki keskin bıçaklar saplanıyordu. Pınar'ı erken yaşta yakalayan amansız hastalık (meme kanseri) yakasını bırakmamıştı. Tedavilere yanıt alınamamıştı. Hikmetin Pınar ile anıları gözünün önünden gitmiyordu. Pınar ile olan evliliklerini şöyle özetliyordu : "Onu ilk tanıdığımda hanımefendiliğine vurulmuştum. Az konuşur ama öz konuşurdu; kelimeler kalbinden süzülüp gelirdi. Yaşama sevinci etrafındaki herkese motivasyon kaynağıydı."

Pınar'ı kaybedeli altı ay geçmişti tam. Onunla zamanını dolu dolu geçirmediği için derin bir üzüntü duyuyordu. Onun gözlerine daha çok bakıp sevdiğini söylemediğine pişmanlık duyuyordu.

"Onu anlamak için daha çok çabalasaydım... Her ağladığında gözünün yaşını mendille silseydim... Bırak sahte gözyaşını, duygusallığa bağlama gibi cümleler kurmasaydım..." Bu düşünceler Hikmeti yaşayan bir ölüye çeviriyordu.

Pınar'ın çocuk doğuramaması ve onu yıllardır suçlaması, sürekli yüzüne vurması... Annesinin, yengelerinin sözü ile gaza gelip iki defa başka bir kadınla evlenmeye niyet etmesi... Tabi kadınların dolandırıcı oldukları ortaya çıkınca şükür ki ucuz yırtması... İşte ömür boyu hakkını yediği Pınar'ını çok özlüyordu Hikmet. Kokusunu bir defa alabilmek o kara gözlerine bir defa bakabilmek için neler feda etmezdi ki...

On yıl geçirmişlerdi Pınar'la ama nasıl eziyet etmişti. Hikmet yeni evlenecek gençlere acı tecrübelerinden doğan bilgi birikimini en samimi şekilde anlatıyordu: "Değerli kardeşlerim siz siz olun hanımefendi kardeşlerimi asla sevgisiz yarı yolda bırakmayın. Allah'ın en büyük nimetinin sevgi olduğunu ve eşlerinizin size Allah'ın en büyük emaneti olduğunu unutmayın. Son nefesimize kadar sevgisini size emanet eden eşlerinize sımsıkı sarılın. Ömür o kadar kısa ki bugün sahip olduğun her şey yarın senden alınabilir. Her nimetin şükrü kendi cinsinden olmalıymış ya, sevilmek nimetinin şükrü de çok sevmek olmalı. Bazen evi temizlemediği, yemek yapmadığı için eşime kızdığım günleri hatırlıyorum. Şimdi evimin içinde olsa da her yer koksa, aç kalsam da sadece onun kokusu gülümsemesi evimden hiç gitmeseydi. Ben erkeğim, kılıbık değilim deyip eşime yardım etmediğim, her işi ona yaptırdığım günleri hatırladıkça ciğerim sızlıyor."

İşte on yıl sonra eşinin erken ölümü ile anlamıştı sevginin değerini. Aynı evin içinde bile olmak ne güzelmiş, ne büyük bir lütufmuş.

Hikmet on yılı ne kadar acımasız biri olarak geçirdiğini anlayıp her gece eşinin ruhuna fatihalar okuyup dualar edip yatıyordu.

Değerli Okur Kardeşlerim, sevgisini size emanet eden insanlara daha çok sarılın. Asla sevgisini yerden yere çarpmayın, yarı yolda bırakmayın. Sevginin Allah'ın en büyük emaneti olduğu bilerek yaşamanız ve bu bilinçteki insanlarla yolunuzun kesişmesi duasıyla...

/Sükut-u Vaveyla

17 Ekim 2020 Cumartesi

Değerlerimiz Serisi -5- HAYAT GEÇİDİNDEKİ YOLDAŞ


Arkadaş….

Upuzun bir yol... Derin, dolambaçlı... Bazı yerleri tehlikeli, acı dolu; bazısı ise rengarenk çiçekli...

Bir yol düşünün ki adı hayattır. Bizim serüvenimizdir. Bu yolda elbette ki ailemiz, dostlarımız ve daha niceleri yoldaşımızdır çoğu zaman ama arkadaş ki yoldaşlık sıfatına en çok yakışandır. Hatta öyle bir şey ki yoldaş denince akla ilk arkadaş gelir. Düşünsenize, yaşamdan ölüme sizle... 

Peki söze şöyle devam edeyim belki daha basit olur hem de gireceğim konuya kapı açmış olurum: “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” Evet, çoğumuz bu cümleyi duymuştur, çoğu zaman kullanmıştır da. Peki biz kullanırken ya da duyarken hiç üzerinde durduk mu ya da derinlere inip acaba bu bize ne ifade ediyor diye düşündük mü? Ben açıkçası tekrar tekrar duydum, anladım da ama hiç dönüp de arkadaşlarıma bakmadım. "Aman ne olacak, sonuçta ben kendimi biliyorum. Kötü arkadaş ya da şöyle diyeyim kötü alışkanlıkları olan bir arkadaş sana ne yapabilir ki?" Evet, arkadaşlar size bedenen veyahut fiziksel olarak direkt bir şey yapmaz ama bunun bir de psikolojik ve sosyolojik boyutu var maalesef. Dinen de baktığımızda sürekli salih kişilerle birlikte olmamız tavsiye ediliyor. Ve dua ederken de muhakkak salih kişilerle karşılaşmak için dua ederiz. 

Kuran'da geçen: “Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: 'Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur.' Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.”(1), “Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.”(2) ayetlerinden de anlaşıldığı gibi... 

Bir arkadaş ne olursa olsun yanında bulunduğu kişiyi kendi huyu üzerine çevirir. Dolayısıyla Kuran'da geçen bu ayetlerde bize Allah ve Allah dostlarını dost edinmemiz tavsiye edilmiştir ki iki cihanda da gerçek dostluğu ve sevgiyi yakalayabilelim.

Kişi sevdiğiyle beraberdir. O vakit biz de güzel dostlar edinelim ve onlara iyi davranalım. Kalplerini kırmayalım, onun kötü ya da iyi günlerinde yanında olup kırgınlıkları, küskünlükleri uzatmayalım. Çünkü küskünlükleri uzatmak kibre yol açar. Şahsımıza karşı yapılan hataları affedelim. Arada bir hediyeleşmeyi de ihmal etmeyelim. Bu tip şeyler sevgi bağını kuvvetlendirir. 

Bir şeyi pay ederken en güzelini karşımızdakine vermeliyiz. Peygamber Efendimiz Aleyhisselam da bir dostuna bir şey verirken her zaman en güzelinden verip buna da dikkat etmiştir. İnşallah biz de buna bir peygamber sünneti olarak uygulayıp dostluklarımızı daim edelim. Yumuşak huylu olun. Gölgesinde dinlendiğiniz dalı incitmeme düsturu olsun bizde. Çünkü bu dünya, ebedi yolculuğumuzda gölgesinde gölgelendiğimiz bir ağaç misali değil midir?

Belki bu gibi öğütlerle bir çok yerde karşılaşıyoruz. Hatta belki bıkıyoruz. Ama denildiği gibi bu dünya bir tarla yani bu dünyada yaptığımız ve yapacağımız her şey öbür dünyadaki yerimizi belirler. Onun için bu tip konuların aslı ve ehemmiyetinde olmak lazım... 

Bir arkadaş size gaflet gözlükleri takıp ölüme kadar size bu pencereden baktırabilir. Dünyada Allah’ın tecelli ettiği ve yaratılıştaki mucizevi şeylere sizi kör edip asıl kulluk görevimizi unutturabilir. Siz ne kadar iyi olursanız olun arkadaşınız kötü olduğunda emin olun size de bazı kötülükler cazip gelecek ve gittikçe iyiliklerinizden taviz vermiş olacaksınız. Ne demişler, iyi olman yetmez yanındaki de iyi olursa iyi kalmayı becerebilirsin. Mesele iyi olmak da değil iyi kalabilmektir. Öyle ki salihlerle birlikte olup onlarla haşrolunmayı Rabbim hepinize nasip eylesin inşallah. Salih dostla beraber olmak demek, kötülüklerden alıkoyulmak demek, attığı her adımda onların yolunda yürümek demek. 

Arkadaşlıkta da yukarıda dediğim gibi öncelikle salih olanı dilemeliyiz. Ondan sonra bu arkadaşla çıktığın yolda sorumluluklar başlar. Dost deyince aklınıza sadece herhangi bir yerde tanıştığınız birileri gelmesin. Bazen bir anne bazen bir abla bazen de küçük bir kuş yavrusu dostunuz olur hatta Kuran da çokca zikredildiği gibi Allah'ı dost edinmek değil midir en güzeli? Peygamber Efendimiz Aleyhisselam vefat ederken Rafik-i Ala’ya yani En Yüce Dosta diyerek vefat etmiş. Bir başka mesele ise ne olursa olsun, bir insan etkileşimde olduğu canlı cansız fark etmeksizin her şeye karşı bir sorumluluk içindedir. Çünkü dünyada zerre miktarınca dahi olsa her şey Allah'ı zikretmekte ve cansız olsa dahi bir ruhu ev sahipliği yapmaktadır. Onun için insanoğlu her şeye karşı her daim sevgiyle yaklaşıp sevgiyle davranmalı ki kalbinde sonsuz sevgiyi yakalayabilsin. 

Çok hoşuma giden bir kıssayı sizle paylaşmak isterim. Bir gün Üftâde Hazretleri, müridleriyle berâber bir kır sohbetine çıkmıştı. Emri üzerine bütün dervişler kırın en güzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirdiler. Ancak Kadı Mahmut Efendi’nin elinde sapı kırılmış, solgun bir çiçek vardı sâdece... Diğerlerinin ellerindekileri neşeyle hocalarına takdîminden sonra Kadı Mahmut, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği Üftâde Hazretleri’ne takdîm etti. Üftâde Hazretleri diğer mürîdânın meraklı bakışları arasında sordu:

“–Evlâdım Mahmut! Herkes demet demet çiçek getirdikleri hâlde sen niçin sapı kırık, solgun bir çiçek getirdin?”

Kadı Mahmut edeple başını önüne indirerek cevap verdi:

“–Efendim! Size ne takdîm etsem azdır. Ancak hangi çiçeği koparmak için elimi uzattıysam, onu “Allâh, Allâh” diyerek Rabbini zikreder bir hâlde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mânî olmaya râzı gelmedi. Çâresiz ben de elimdeki, zikrine devâm edemeyen şu çiçeği getirmek zorunda kaldım.”(3)

Kıssadan da anlaşıldığı gibi ince ruhluluk ve Allah sevgisine bağlılık her durumda kendini belli eder. Ve hayattaki düsturunuz artık o olmuş olur. 

Konuyu biraz dağıttım affınıza sığınarak toparlamak ve arkadaşlık hukukuna dair şu düsturu da dile getirmem gerektiğini düşünüyorum: "Kişi kendisi için istemediğini başkasına da istemememelidir."

Yine söylemeden edemeyeceğim, İslam o kadar güzel ve ince ruhlu ki... Eğer biz müslümanlar olarak İslamı gerçekten anlayarak yaşarsak hayatımız da ahiretimiz de rengarenk çiçekli bir bahçe olur. 

Evet Sevgili Dostlar, inşallah konuyu güzel bir şekilde aktarıp kalbinize dokunabilmişimdir. 

Güzel dostlar biriktirmeniz duasıyla… 

/Rosalinda

1: Bakara Suresi, 120. Ayeti

2: Maide süresi 56.ayeti

3: Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları


Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...