24 Nisan 2021 Cumartesi

Çiçekten Köprüler Serisi -7- HANIMELİ TEVEKKÜLÜ

 

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Selamunaleyküm Hekimelik Yolu okurları,

Her birimizin nasibine çiçek köprüsünden bir çiçek düştü. Dedim ki anlatayım hanımelini. Oysa envai çeşit çiçekler, rengarenk güller, mor sümbüller, dünya güzeli papatyalar, açelyalar, kalenşolar, begonyalar, nergisler varken kimin aklına gelir minicik, narin mi narin hanımeli. Bak geliverdi benim aklıma. Bir çiçek düşünün, diğerlerinin suretiyle yarışamayacak kadar minik. Hem öyle ihtişamlı renkleri de yok. Allah’ ın yarattığı daha güzel, ihtişamlı, görkemli çiçekler varken kim ne yapsın hanımelini? Duuur ama Rabbim aklıma düşürdü bir kere. Tevekkül budur belki de. 

Rabbim herkese nasibini verirken minik bir hanımeli gibi tevekkül edersek, bize de o eşsiz kokuyu bahşeder mi? ‘Benim neden şuyum buyum eksik?’ demeden ‘Allah herkese rızkını verendir’ desek; normalde diğerleriyle yarışamayacak kadar minik bir hanımeli oluruz da kokumuzla her çiçeğin önüne geçeriz. Allah öyle şeyler bahşeder ki adımız güzeller, iyiler arasına katılır. Tevekkül bu değil mi sahiden? Yarışmadan, başkasının nimetini kıskanmadan, ‘Verdiği de hayır, vermediği de’ demek değil mi? Baksana yüzlerce çiçek arasından öyle bir nimet ihsan etmiş ki hanımeli en sevdiğim çiçek oluvermiş. Bilebilir misin ki Allah’ ın sana vereceği nimet seni aziz kılacak, vermediği tepeden tırnağa hayır olacak? İdrak çerçevenden çıkarma, Allah’ a dayanıp güvenmekten öte yol var mı?

 O halde bu mübarek Ramazan gecesinde, bir hanımelini vesile edelim, şu duayı dolayalım yüreğimize, dilimize;

“Fe in tevellev ve kul hasbiyallahu la ilahe illa hu aleyhi tevekkeltu ve huve rabbul arşil azim”

Ayetini yüreğine iliştir sevgili okur, söylemesi benden, manayı araştırıp anlamaya çalışması sizden.


Tevekkül kimliğiniz olsun. Selamunaleyküm...


/Alem- i Batın

21 Nisan 2021 Çarşamba

Çiçekten Köprüler Serisi -6- AŞKIN GÖZYAŞLARI

 (Tahmini Okuma Süresi: 2 dakika 37 saniye :) 


“Hoşça bak zatına, kim zübde-i alemsin sen

  Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen.” 

  Şeyh Galip

(Kendine dikkatlice bir bak; sen alemin özüsün. Sen varlıkların göz bebeği olan insansın.)

İnsanın kendine bakması gerek sevgili okur. Ben de bu minvalde bir süreliğine kendi Hira’ma çekilme, biraz yükümü hafifletme kararı almıştım. O yüzden bir süre yazılarıma ara verdim. Ama yükümü pek hafifletebildiğim söylenemez, başka şeylerle doldurdum zamanla:) Bu kadar ayrılık yeter, tekrardan aranıza döndüm :) Ama bu arada kısa süreliğine de olsa insanın kendi Hira’sına çekilmesi iyi geliyor.

Evet, bu seride konumuz kainattaki nadide varlıklardan çiçekler. Benim çiçeğim; aşkın gözyaşı çiçeği. Aşkın gözyaşları da denilebiliyor. Aşkın gözyaşları demek içime daha çok siniyor. Fesleğen alırken kendisi ile tanıştım :) Ben fesleğen almayı istiyordum. Aynı saksıda aşkın gözyaşları da ekiliymiş. İkisini birlikte aldım. İsmini de Maşuk koydum. Açıkçası bu yazıma kadar detaylı şekilde bakımının nasıl olduğunu araştırmamıştım. Tamam, bir şeyler okudum ama yeterli değildi. Bu vesile ile öğrenmiş oldum. Yazmak bu yüzden de çok güzel. İnsanı bilmediğini öğrenmeye itiyor.

Crassulaceae ailesinin bir üyesi olan aşkın gözyaşları çiçeği, her evde ve ortamda kolaylıkla yetiştirilebilir. Ana vatanı Madagaskar’dır. İngilizler bu çiçeğe “mother of millions” yani “milyonların anası” derler.

Sukulent tipi bir bitkidir. Tüm sukulent bitkileri gibi yaprakları etlidir. Bakımı çok kolay olan aşkın gözyaşları çiçeği, yayılmacı bir türdür.

Görüntü itibariyle diğer çiçeklerden biraz farklıdır. Yaprak kenarları minik fideciklerle doludur. Bu fideler toprağa düştüğünde yeni bir bitki daha oluşur. Aşkın gözyaşları çiçeğini sevenler, bu olay gerçekleştiğinde yani yeni fidecikleri gördüklerinde “çiçeğim damladı” derlermiş.

Çok da masum bir çiçek sayılmaz. En zehirli bitkilerdendir. Az miktarda yenmesi ölümcül olacak kadar zehirli olmasa bile birkaç gün hasta yatma sebebi olabilir. Küçük çocuklardan ve ev hayvanlarından uzak tutulmalıdır.

Şimdi biraz bakımına değinelim:

Toprak türü ayırt etmez ve fazla suyu sevmez. Bu bitki için suyu bünyesinde tutmayan toprak tercih etmelisiniz. Toprağı iki yılda bir değiştirilmelidir. Aşkın gözyaşları çiçeği drenaja ihtiyaç duyar. Birden fazla geniş hava delikleri olan saksılar bu bitki için ideal seçimdir.

 İç veya dış mekanda yetiştirilebilir. Ancak dış mekanda çok daha hızlı ve sağlıklı bir gelişim gösterir.

Az güneşli, tam güneşli ve yarı güneşli alanlar bu bitki için uygundur.

Hava almayı seven bir bitkiymiş. Açıkçası bunu da bilmiyordum :)

Çiçeğin toprağı kurudukça sulanmalıdır. Dolayısıyla sık sık toprağı kontrol ederek ne zaman sulama yapacağınıza karar verebilirsiniz. 3-4 günde bir sulamak yeterli oluyor benim çiçeğimde.

Bitkiyi yaprakların üstünden sulamayın. Sanırım yapraklarının ıslak olmasından hoşlanmıyor. Toprağı sulamaya özen gösterin.

Bu bitki açık alanları sevse de, kış şartlarına ve soğuk havaya karşı dayanıklı değildir. Kış aylarında içeri alsanız daha iyi olur.

Aşkın gözyaşları çiçeği uygun ortam sıcaklığını yakalayabilirse sonbahar ortası ile kış sonu arasında herhangi bir zaman diliminde tomurcuklanır. Nisan ayında ise çiçek açar. Yazın sadece büyür. Tomurcuklanması için mutlaka en az 12 saat karanlıkta kalması lazım. Bu açıdan bizim Maşuk şanssız. Pencere kenarında duruyor. Güneş alıyor ama akşam da ışığa maruz kalıyor. Tamam, perdenin arkasında kalıyor ama yine de ışık almış oluyor. Ben çiçeğimi bu sonbaharda almıştım. İlk zamanlarda bayağı tomurcuklanmıştı ama döküldüler. Şimdi de tek tük tomurcuk var. Işıksız, havadar bir ortam lazım Maşuk’a :( Evin neresine koyabileceğimi bilmiyorum şimdilik.

Aynı zamanda çoğaltılması en kolay bitkilerden biridir. Yaprak kenarlarındaki minik filizler toprağa düştüğünde bitki çoğalmış olur :) Benimkinin yanına da bir tomurcuk düşmüş, büyüyor. İlk başta ne olduğunu anlamadım, yabani bitki sanmıştım, Allah’tan koparmamışım :)

Çiçek bakmak bir sanat gerçekten. İnsanın gördüğü her çiçeğe içi gidebiliyor, evin içini çiçeklerle doldurmak isteyebiliyor. Ama her biri ayrı sorumluluk istiyor. Sanırım çiçek bakmak yemek yapmak gibi bir şey. Yemek yaparken nasıl insanın el lezzeti devreye giriyorsa, çiçek bakarken de insanın eli devreye giriyor.  Bazıları evini çiçek bahçesine çevirebiliyor, bazısı ne kadar dikkat etse de çiçekler bir süre sonra elinde kuruyup gidebiliyor :( Ben de bir ara çiçekleri hep kurutuyordum, ama şimdi öyle değilim hamdolsun. Bir de bu sene çiçeklerime isim koymaya başladım: Canan, Şakir, Maşuk, Fesleğen ve Yaprak Güzeli... Canan ve Fesleğen vefat etti maalesef :( Yaprak Güzeli’ne isim koymadım, ismi gibi kendisi de yaprak güzeli, başka isim koyma gereği duymadım. Çok değerli bir arkadaşımın hediyesi Yaprak Güzeli. Şakir’im de masa başında derttaşım:) Çiçeklerle dertleşiyorum ben. Tavsiye ederim, çok iyi geliyor.

Aşkın gözyaşlarını alınca ona da isim arayışına başladım. Ağlamasına dayanamadım :) O yüzden Maşuk koydum; aşık olunan, sevilen anlamında. Güzele kanalize etmek istedim onu. Ben hayata her zaman güzel tarafından bakmayı ilke edindim kendime. Çünkü “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.”(Bediüzzaman Said Nursi) Hayat çok kısa. Yaşadığı olayların karanlık, can sıkan taraflarında kaldıkça boğuluyor insan. Düşünecek çok şey var. Görmek istersek karanlıklar içinde aydınlık huzmeler var. Ben de aydınlıklara talibim.

İmam-ı Şafi’nin bir sözü vardır “Hak ile meşgul olmazsan batıl seni işgal eder.”

 İnsan boşluğu kaldıramıyor. Yaşanan olayın güzel taraflarını kendine göstermezse çirkin tarafları gözünün önünden gitmiyor. Zihninde dönüp duran acı veren kısımlarla savaşmak yerine karda açan kardeleni gör. Tamam, kar üşütecek ama kardelenin varlığını bilmek seni ısıtacak. Karları kazımak yerine kardeleni gör, bir süre sonra ısınırsın Allah’ın izniyle. 

Velhasıl yaşadığın her neyse onun kardelenini bul, güzel tarafını bul. Kötü kısımlarını düşünmemeye çalışma. Güzellikle doldurdukça gönlünü, aklını kötü kısımlardan etkilenmelerin azalacak Allah’ın izniyle.

Güzel bak, güzel gör, güzel düşün. Güzel insana da bu yakışır zaten ;)

/Müberra


KAYNAKÇA:

https://www.nefisyemektarifleri.com/blog/askin-gozyaslari-cicegi/

 

https://azbitki.com/askin-gozyasi-cicegi

18 Nisan 2021 Pazar

Çiçekten Köprüler Serisi -5- PAPATYA MİSALİ

   (Tahmini Okuma Süresi: 2 dakika 55 saniye :) 

     Bugün aylardan mart ve yine bahar…

     Eminim çoğumuzda baharın gelişinin mutluluğu ve heyecanı vardır, bende de öyle. Kötü zamanlar, kötü olayları geride bırakıp bahara giriyoruz yine ve yeniden.

    Baharın gelişini çoğumuz ağaçların çiçeklenmesinden anlarız. Ama ben daha çocukken bizim köyde baharın gelişini karların erimesinden ve toprağın o saf güzelliğinin ortaya çıkmasından anlardım ve heyecanla o anı beklerdim. Tabi köy ortamında kış çok sert ve bol kar yağışlı geçerdi, diz boyu kar tutardı her yeri. Böyle olunca da toprağın ilk ortaya çıkışı, o kahverenginin görünmesi ve karın altında hafif yeşillenen yerlerin, adeta gülüyormuş gibi, ortaya çıkışı beni umutlandırırdı. Her gün ortaya çıkan yeşilliğin miktarını ölçerdim; bugün ne kadar bahar gelmiş diye. Çocuk aklı işte…

     Yerler yeşillenecek ve nihayet papatyalar açacaktı. Hem de öyle böyle değil cömertçe açacaktı ne olursa olsun ve ben bunu biliyordum, inanıyordum. Hele bizim evin altındaki tarla bembeyaz olurdu baharda. Benim küçücük yüreğimde o kadar büyük bir sevgi uyandırırdı ki tüm benliğimle onun güzelliğine hayran kalırdım. Sanırım saf sevginin tarifini yap deseler bu derdim; içinde tek bir kötülük belirtisi olmayan, bembeyaz bir sayfa gibi görünürdü o papatya tarlası.

     Çocukluğumun en güzel hatırlarından biridir papatyaların açılış zamanları. Allah’ ın o sonsuz sevgisinin tecellisini bulurdum papatyalarda. Baharın gelişiyle açar ve hep öyle kalırdı hiç solmadan, değişmeden. Sırf bu yüzden en kuvvetli ve dirençli çiçek gibi gelirdi bana papatya. Sanki ona ne olursa olsun, hayvanlar ezse de, kırılsa yere yatsa da tekrar kalkar dikleşirdi ertesi gün ve o güzelliğiyle ‘günaydın’ derdi yeni güne. Sanki köklerinden ona gelen sonsuz bir can suyu varmış gibi ya da göklerden gelen bir hayat… Tabii o zamanlar çocuk aklımla öyle olduğunu düşünüyordum. Ne kadar kırılgan gözükse de aslında çok güçlü ve azimli, diyordum. Şimdi ise fark ediyorum ki aslında papatyanın ardında onu yaratanın güzelliği ve sonsuzluğu varmış.

      Hayatta bir papatya gibi olmak lazım. Ne olursa olsun köklerinden ve göklerden gelen o güçle dik durmak gerek her sabah. Baharın habercisi olarak gönderenin yaratma gayesine sımsıkı tutunmak gerek. Başımıza türlü musibetler gelir hayatta. Nihayetinde imtihan olmaya geldik ama yaşadıklarımız ve yaşananlar bizi yıldırmamalı, gayemizden şaşırtmamalı. Dünya hancı, biz yolcu isek yolculuğumuzu adabına uygun yapmalıyız.

     Hele şu ahir zamanda bunun farkına daha çok varmalıyız belki de. Zamanın nasıl aktığını bilemediğimiz bu zamanda bize verilen mühleti başka şeylere, kötülüklere harcayarak kendimize yazık etmekten başka bir şey yapmış olmayız. Belki bu yazıyı okuyan çoğu kişi benim gibi gençlik çağlarında, imtihanın en zor aşamasında belki de. Gençliğin verdiği heva ve heves için ebedi hayatı kaybetmek istemeyiz hiçbirimiz.

     Ben hep şöyle düşünürüm; ömrümden kalan ne kadar fazla yıl olabilir ki? Elbette ki ölümün ne zaman geleceği meçhul iken Allah erken ölüm vermese dahi yaşayacağımız kaç yılımız kalmış ki 20? 30? hadi belki daha fazlası ne değişecek? Geçmiş yıllardan ibret almak lazım belki de. Geçen geçti ve geçmişte kaldı ama kalan yıllarımızın nasıl geçeceği elbette bizim elimizde.

     Rabbim bu yazıyla  sizin içinizde, kalbinizde bir bahar yaşatsın inşallah. Gönül gözüyle bakıp görünenin ardındakini görmeyi nasip etsin.

/Rosalinda

11 Nisan 2021 Pazar

Çiçekten Köprüler Serisi -3- GÖNLÜMÜN LOTUS ÇİÇEĞİ

 


(Tahmini Okuma Süresi: 1 dakika 23 saniye :)


“İkra” demişti O’ na, elinde metin olmadığı halde. Ve tekrar “İkra” dedi ümmi olduğunu bildiği halde. Üçüncü kez de “İkra” dedi “Ben okuma bilmem” cevabını kabul etmeyerek.

Ve o kutlu ayetlerle okumaya başladı Kainatın Efendisi. “Yaradan Rabbinin adıyla” okudu kainatı. Hikmetle baktı yaratılmış olana ve görünenden ötesini gördü.

Ben de sizlerle bugün görünenin ardına bir tefekkür yolculuğuna çıkmak istiyorum. İnsanı okuyalım, kendimizi okuyalım güzel mi güzel bir çiçekten.

Birçok ismi olsa da biz onu “Lotus Çiçeği” olarak biliyoruz. Nelumbo cinsinden yağmur ormanlarında yaşayan bir bitki türü. Lotus çiçeği bir su bitkisidir. Suyun yüzeyinde, toprak gereksinimi olmadan yaşar. Ve özellikle bataklık gibi çamurlu sularda, sulak alanlarda yetişir. 

Buraya kadar “bataklık çiçeğinden mi bahsedeceksin?” demiş olabilirsiniz. Evet öyle yapacağım 😊 Aslında düşündüğümüzden daha fazla kendimizi bulacağız bu çiçekte ve belki de kendimizden daha fazla Kainatın Efendisini.

Lotus çiçeği bataklıkta yetişmesine rağmen en temiz çiçeklerden biridir. Yapraklarındaki nano sivrilikler sayesinde asla kir tutmaz. Su gibi kapiller çekim tutunması olan maddeler dahi onun üzerinden akıp gider. Tıpkı çölün ortasında açmış gül kokulu Efendimiz aleyhisselam gibi. Cahiliyenin tüm çirkinliği içinde tertemiz kalabilmeyi başarmış, zerre kötülüğün yer bulamadığı kalbi gibi.

Beyaz lotus gibi görenin gözlerini alamadığı güzelliği ve masumiyetiyle ulaşmış kalplere. Aydınlanmayı temsil eden pembe lotus gibi nur getirmiş cahiliye karanlığına. Kırmızı lotus gibi sevgi ve şefkat timsali olmuş taştan katı yüreklere karşı. Ve dahi mavi lotus gibi derin sırlar gizlemiş içinde, ilahi bilgeliğin temsilcisi olmuş.

Lotus çiçeğini yetiştirmek için büyük bir saksıya ya da göle sahip olmanız gerekir. Buna herkes sahip olmayabilir ama gelin sevgili okur kendimizi bir lotus çiçeği gibi yetiştirmeye niyet edelim. Öyle ki kalbimiz lotus bahçesi olsun. Sayısız çirkinliğe maruz kaldığımız bu ‘modern cahiliye’ çağında tevbe ile temizlenelim, kir tutmayalım. Bakanlar artık etraftaki kirin içinde bu güzelliği görüp huzur ve umut hissetsinler. Rabbimize önce kulak sonra gönül verelim ki vahyin ışığı düşsün üzerimize. Dimağlarımız nurlansın, hikmet sahibi olalım. Ve dahi suyun üzerinde topraksız yaşayan lotus gibi tüm bağımlılıklarımızdan kurtularak yalnız Allah’a dayanalım, O’na teslim olalım.

Yerlere göklere sığmayanın sığdığı güzel kalplere sevgilerimle…

/VİSAL

 

 

 

4 Nisan 2021 Pazar

Çiçekten Köprüler Serisi -1- KÖŞE BAŞINDA BİR NEFES

(Tahmini Okuma Süresi: 28 Saniye :)


İstanbul'un koşuşturması malumdur. Araç trafiği kadar insan trafiği de sokakları kuşatmıştır.

"Yine mi geç kalacağız yahu?! Koştur koştur nefesim kesildi."

Astımı olan birine hiç de iyi gelmez bu zorunlu egzersiz, bilen bilir. :)

O hengamede bir esnafın nahifliği ile güler yüzün,

Dükkanın camı önündeki top reyhanı bir çocuk başını sever gibi sever ellerin.

Sonra o eli burnuna götürürsün, istemsiz, açılır nefesin.



Siz sanırım onu "fesleğen" olarak bilirsiniz,

Ama "reyhan" bana daha hoş gelir çünkü bu bitkiyi annem bize bu isimle tanıtmıştır.

Annemin reyhan sevgisi de nenesinden yadigardır.

İnsanlar kuş misali göçer, hatıraları, reyhanları, zambakları kalır.

Onlar da gidicidir, el-Hak!


En azından o hatıraya iyi bakmak isteyene tarifi veriyorum! 

Güneşli, havadar bir ortam; toprağını yoklayan, susuzluğunu anlayan sevgi dolu parmaklar. :)

Evimden ayrı kaldığımda, yurt odasının pencere kenarında, minik bir kupada bile yetiştirmiştim, hiç naz yapmadı sağ olsun, beni şu küçücük kupaya mı layık gördün demedi kendileri.

Kupanın dibine bir kaç ceviz kabuğu yerleştirilebilir ki toprak çok sıkı olmasın, su sirkülasyonu sağlansın.

Kendisi bahar sonu veda etmeden beyaz, minicik çiçekleri ile sevimli bir selam çakmıştır. İnsanın da şu oyun alanından göçmeden önceki hali, en güzel hali olsa gerek, değil mi? Hiçbir yönü kalbimizi tam anlamıyla tatmin etmeyen, sonrası Sevgiliye kavuşma olan bir ayrılığa da ancak bu yakışır.


Bakım adına daha fazla bilgi için gülen yüze tıklayın:


/LeyluNehar

24 Mart 2021 Çarşamba

Çiçekten Köprüler Serisi -2- KARANFİL MEZARLIĞI

(Tahmini Okuma Süresi: 2 dakika 52 saniye :)

Çocuk kahkahalarının birbirine karıştığı, çatal tabak sesleriyle pazar olduğunu belli eden bir gündü. Yolda aylak aylak yürüyen kadını kimse fark etmiyordu, herkesin kendi saadeti vardı zira kendi dertleri, kendi dünyaları, alınacak kararları vardı. Kimsenin onunla ilgilenmesi mümkün değildi. Ama o ilgilenilsin istiyordu. Yapayalnızdı.

Elindeki kırmızı karanfile bir bakış attı. Boynu bükülmüştü, vazoya konulsa iyi olacaktı. Kadın kendine gülümsedi, bu çiçeğin saklanacak bir anısı vardıysa da ancak kurutulmaya layıktı. İçi kurumuştu son birkaç saatte çünkü.

 


İkindi güneşi içini ezerken, biraz soluklanmak için gölge bir yere oturuverdi. Olanları düşündü. Canı  çok sıkkındı, hele şu ikindi güneşi de sıkkınlığı katmerliyordu. Bir de susuzluk vardı ki...

Bu sabah, güneşin çok güzel olduğunu düşünmüştü oysa. Yeni gün ışıl ışıl gelmişti ona. Bahar geliyordu hem ruhuna hem memleketine. Hazırlanıp evden çıkmış, kararlaştırdıkları kafeye yol almaya başlamıştı. İçi kıpır kıpır, yüzü apaydınlıktı. Geçtiği dükkanlarda yansımasına bakıp kah şalını düzeltiyor kah kıyafetine çekidüzen veriyor, güzel olmaya özendikçe özeniyordu.

Sonunda mülayim kafeye geldi, burası bir ilk buluşma noktasıydı. İnternetten birkaç ay önce tanıştığı ve konuştuğu bir insanla ilk kez yüz yüze gelecekti. Bir klasik olarak beyefendi kırmızı karanfil taşıyacaktı. Kadın da onu görecek ve tanıyacaktı.

Beklenen oldu, kırmızı karanfil ben buradayım dedi, kadın masaya gitti, birkaç saat boyunca sohbet ettiler. Rahatsız olduğu bir şey vardı kadının ama neydi bilmiyordu. İzleniyor gibiydi ama kimsenin onlara baktığı da yoktu. İçine bir sıkıntı geldi çöreklendi. Tam o sırada beyefendi kadına kırmızı karanfili uzattı, "Sizde kalsın, ileride bakar bugünü hatırlarız belki." dedi. İşte o anda kadın anladı neyden rahatsız olduğunu, kim tarafından izlendiğini. Çok çok uzak bir hatıradan, yıllar evvelinden bir Hocanın söylediği cümle aklına geldi, "Şimdi Efendimiz Aleyhisselam benimle olsa bulunduğu ortamdan memnun olur muydu?"

Başından aşağıya kaynar sular döküldü, ben dedi içten içe, bir haramın peşindeyim. Saatlerdir konuşup durduğum adam, gözlerinin içine baktığım, namahrem değil gibi gülümsediğim insan, bana haram. Aylarca dedi, nasıl uyanmadım gafletten, neden anlamadım zinaya yaklaşmayın ayetini yok saydığımı?

Kadının gözlerini kocaman açıp karanfile dikmesi beyefendiyi şaşırttı. "Ne oldu?" diye sordu, "Bir daha konuşmak istemiyor musun yoksa?"

Kadın kendine geldi, karanfilden gözlerini çekti ama daha fazla harama bulaşmaya niyeti yoktu. Masaya bakarak konuştu. “Biz...” dedi nefeslendi. Cümleyi nasıl kuracağını bilemedi. Gözlerini kapayıp açtı, Allah’ı düşündü, onun için her şeyi karşısına alabileceğini, nefsini yenebileceğini biliyordu. Ahirette afiyette olacaksam dedi, cennet için savaşan mücahidlerle yarışmam gerek, benim imtihanımsa basit şimdi, hakkı tebliğ edip kalacağım dedi. Kendinden emin bir şekilde bir nefes daha aldı ve gözlerini karanfile odaklayıp konuşmaya başladı.

“Siz gelecekte bugünü hatırlamaktan bahsedince... geleceğimi düşündüm. Nasıl şekillendirmek istiyorsam öyle yaşamalıyım. Allah bu yaptığımız işten memnun değil, evlenmeye henüz niyetimiz yok, saatlerdir gereken sınırı korumaktan aciz bir şekilde konuşup duruyoruz. Allah zinaya yaklaşmayın buyuruyor, bizim yaptığımızınsa Allah için yuva kurmakla hiçbir alakası yok, sadece harama giriyoruz, emrinden uzaklaşıyoruz. Onlarca ama sayılabilir: ama namaza kaldırdık birbirimizi, ama kandilde mesaj attık... Gerek yok hiçbirine,  Allah böyle emretmiş. Bu böyle. Hakkım size helal olsun, siz de hakkınızı helal edin.”

Beyefendi şaşırdı. Karanfili masaya bıraktı. Ağzını açtı ama söyleyecek bir kelime dahi aklına gelmedi. Nefsine çok ağır gelse de kadının haklı olduğunu biliyordu. “Helal olsun.” diyebildi.

Akabinde kadın karanfili aldı ve kafeyi terk etti.

Derince bir iç çekti.

Uzun uzun yürümüş düşünmüştü. Sık sık gözleri dolmuştu.

Etrafına bakındı. Allah için yaptım, sevinmeliyim dedi.

Hatamın farkına vardım, şükretmeliyim dedi.

Hamd etti.

Karanfili kurutmaktan vazgeçti.

Tövbe edecekse, o karanfil de gitmeliydi. En başından beri her şeyi çekici gösteren oydu. Eski insanlar gibi olacak sanmıştı, saadeti bulacağına inanmıştı karanfil taşıyan bir beyefendiyle. Kadın ebedi saadeti istedi, karanfilden vazgeçti.

Kıyafetinin çamur olmasını umursamadan yere oturdu, minicik bir çukur kazdı. Bir karanfil girecek kadar. Sonra onu gömdü. Bu parkta artık bir karanfil mezarlığı vardı.

Ayağa kalktı ve üzerini çırptı, gülümsedi. Eve yol aldı, tövbe etmek ve günahlarını da mezara gömmek üzere zira kendisi de bir gün mezara girecekti, biliyordu.

 

/Verâ

Çiçekten Köprüler Serisi -4- HOYA'NIN GÖZÜNDEN

 

(Tahmini Okuma Süresi: 1 dakika 29 saniye :)

Bismillah... Ben Hoya. Namıdiğer mum çiçeği. Etli ve mumsu dokumdan dolayı bu ismi verdiler bana.

Belki de bir çoğunuz ilk defa duyuyor ismimi ama eski zamanlardan beri evlere konuk olur, insanların bana bakım yapmalarından çok hoşlanırdım. Eskisi kadar yetiştirilmiyorum artık. Galiba insanların meşguliyetleri arttı. Bana vakit ayıramayacaklarından korkuyorlar.

Halbuki bakımım çok kolay.

Ilık ortamlarda daha iyi yetişirim. Doğrudan güneş alan yerlerde ve soğuk yerlerde kendimi iyi hissetmiyorum. Tabi suyumu da ılık severim. Sarmaşık cinsinden bir bitki olduğumdan geliştikçe evlerinizin duvarlarını süslerim. Hele askılı saksılardan aşağı sarkmaya bayılırım.

Yılda en çok çiçek açan bitkilerden biriyimdir. İlkbahar-yaz döneminde üç dört kez açarım. Çiçeklerim açtığında etrafa mis gibi bir koku yayılır. İnsanlar çok seviyor. Ben de onların sevmesini seviyorum. Evet onların sevmesini seviyorum. Çünkü onlar bana baktıkça Rablerini hatırlıyorlar. Rablerinin mucizesinden birini temaşa ediyorlar. Beni yaratan, yaşamama sebep olan, insanları yaratan, toprağı, havayı, güneşi, suyu yaratan O (Azze ve Celle). Bazı insanlar beni yaratanın bu sebepler olduğunu söylerler. Bilirsiniz toprak ana derler. Görmezler ki bunlar benim sadece sebebimdir. Tüm sebepleri yaratan ise Allah'tır.

Tüm bu sebepler silsilesinden hoş kokulu, yumuşacık yapraklı, rengârenk gösterişli çiçeklere sahip olan ben yaratıldım. Hem yaratıldım hem de her an yaratılıyorum. Evet siz bu yazısı okurken de yaratılıyorum.

Yaratanım şöyle buyuruyor: "Peki onlar, Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra onu art arda sürdürdüğünü görmezler mi? Kuşkusuz bu, Allah için kolaydır.

(Resulüm!) De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir, Allah her şeye kādirdir."(Ankebut /19,20)

"Şüphesiz O başlangıçta yaratmayı yapar, sonra da onu tekrarlar." (Buruc/13)

Yine hakikati göremeyen bazı insanların söyledikleri gibi O (cellecelaluhu) yaratıp dinlemeye çekilen değildir. Haşa! O her an her şeyi yaratan ve yaratmaya da devam edendir.

Suyumu her an yaratır ki su molekülleri ne zaman görsem aynı yörüngededirler, şaşırmazlar. Güneşin huzmeleri her gün aynı yerden düşer yapraklarıma ve aynı yolu izleyerek uzaklaşır benden. Bana bakımımı yapan insanı da anbean yaratır. Örneğin toprağımı değiştirirken nefes almasını, beni nazikçe yere bırakırken bedeninin hareketini, kokumu içine çekerken aldığı hazzı hepsini her an O yaratır. Yarattığı şeylere sebepler de yaratır, benim için toprak, su, hava, güneştir bunlar. İnsan için ise annesi, babası, birtakım hücreler, genleridir. Yine birileri genlerine tapmıyor mu? Halbuki genler de aynen su moleküllerinin yaratıldığı hidrojen, oksijen gibi daha bir çok molekülün bir araya getirilmesiyle yaratılıyor. Molekül aynı. Biri su, biri gen. Sen de benimle düşün Ey yeryünün halifesi. Düşün, araştır ve bul Rabbini. Rabbimizi…

Düşündüklerimi siz de düşünesiniz diye çok konuştum. İnsanı tenkit etmek değil amacım. Zaten benim bir amacım var o da insana hizmet etmek. Onun tefekkür pencereni genişletmek. Ona Cemil (güzel olan ve tüm güzellikleri yaratanı) olanı hatırlatmak.

Eşrefi mahluk olan insana kusur ettiysem affola.

Beni varlık âlemine çıkaran Allah'a hamdolsun.

Velhamdülillah

/Merdümgiriz

 

16 Ocak 2021 Cumartesi

Kavram Atlası/ Anlayış -5- İBADETİN KAPSAMA ALANI

 

Bugün sizlerle hasbihal konumuz "ibadet" can kardeşlerim. 

Onun sadece hac, namaz, oruç gibi başlıca emirlerden ibaret olmadığından ve bunu kavramanın hayatımızı değiştireceğinden bahsedeceğim. 

O halde şu çelişkili gelen soru ile başlayalım: "İbadet gerçekten sadece bu emirlerden ibaret midir?"

Elbette bu emirler ibadetin olmazsa olmazları olsa da aslında her söz, düşünce, güzel davranış, iyi niyet, hareket ibadet sayılmaktadır. 

şünsenize... Sadece bu kadar ile de sınırlı değil bu durum. Nasıl ki insan Allah'ın emirlerini yerine getirir iken sevap kazanıyor ise yasaklardan sakındığında, yapılmaması emredilen şeyleri yapmadığında da sevap kazanıyor. İşte İslam böylesine nahif bir dindir. 

Allah'ın rahmeti boldur. Bunu en güzel şekilde Kur'an-ı Kerim'den anlıyoruz. 114 ayet var ve 114 yerinde de şu şekilde başlıyor: "Bismillahirrahmanirrahim -Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla-" 

Sizce de Allahuteala: "Benim rahmetim de merhametim de bol!" demek istemiyor mu? 

Nitekim Peygamber Efendimiz Aleyhisselam şu sözleri aktarıyor bizlere:

“Hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez.”

“Sen de mi ya Resulallah!” dediklerinde de:

“Evet, ben de. Meğer ki Rabbim beni rahmetinin kucağına almış olsun.” (Buharî, Rikak, 18; Müslim, Münafikîn, 71-73)

Allah'ın rahmeti ve lütfu olmadan cennete giremesek de cehennem kişinin kendi yaptığının karşılığıdır. Bu durumda Kur’an’da mealen şu şekilde geçer: “Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük de kendindendir(kendi kusurun sebebiyledir)." (Nisa, 4/79)

Bu sebeple Sevgili Kardeşim, unutmayalım ki bu lezzetler gelip geçici lezzetlerdir. Allah nefsimiz ile olan savaşımızdan bizi galip çıkarsın. Her namazımızdan lezzet almayı bizlere nasip etsin. Tekbir getirdiğimizde ve secdeye vardığımız o anlarda, bedenimiz seccade başında olsa da ruhumuz Kabe-i Mükerreme'de yeşersin. İşte salih ameller yalnızca böylesine tatlı bir yolun başlangıcıdır. 

Elbette diyeceksiniz ki hiç sen huşunu kaybetmiyorsun? Hiç yanlışın olmuyor mu? 

Bu kalemi bize tutturan Allahuteala da biliyor ki elbette yaşıyoruz bu durumları. O yüzden duamızı bol tutup, tevbe kapısını hep çalıyoruz. Her an hatta şu an bile nefsimiz ile savaşıyoruz. Biliyorum ki emirleri yerine getiriyor olmak bizleri, sizleri bazen yorabiliyor. Zorlayabiliyor. O zaman şu satırlar gelsin ve  nur dolsun gönüllerimiz. Yankılansın kulaklarımızda Bilal-i Habeşi'nin o mübarek sesi!

“Sabır ve namaz ile Allâh’tan yardım isteyin. Şüphesiz ki o, huşû sâhibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Huşû sâhipleri kendilerinin hakîkaten Rablerine kavuşacaklarına ve O’na rücû edeceklerine inanırlar.” (el-Bakara, 45-46)

“Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da usulüne uygun şekilde kıl. Çünkü bu şekilde kılınan namaz insanı her türlü fenalık ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebût, 29/45)

"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım."(Zâriyât Suresi 56. Ayet)

Sabır ile huşu ile Allah'ın emirlerini yerine getirerek yaratılış gayemizi unutmadan O'na döneceğimiz günü beklemeliyiz. Bizler her anımızda Allah'ın varlığını hissetmeyi bırakıp, dünya hayatına dalarken, aynı zamanda nasıl oluyor da hala sahabelerin, peygamberlerin veya evliyaların, alnı secde görmüş onca gencin, hala zulüm gören onca kardeşimizin talip olduğu, aynı cennete mi tabiyiz? Bir düşünmek lazım.

Sözlerim size sitem ediyor gibi geliyor olsa da aslında bu sözler kendi iç haneme haykırışlarım.

Kendi kendime: "Ayağa kalk artık! Vakti gelmedi mi ?" deme şeklim.

Bu haykırışa sizi de ortak etmek istedim. Benimle birlikte silkelenip kendimize gelelim istedim

Seccadeden mahrum kaldı iseniz bir abdest alıp gelelim.

Oruç tutmuyorsanız veya bu vakte kadar hiç tutmadı iseniz de bugün niyet edelim istedim.

Bugün yolda gördüğünüz taşı zarar vermeyecek şekilde yoldan alalım ve karşıdan karşıya geçerken küçük bir çocuğa selam verip geçelim istedim.

Ben bugün sizinle birlikte her yerde Allah'ı anmak istedim.

Ümit etmeyi bırakmamak gerek azizim. İslam öylesine sıcak bir din ki ibadetlerimizi de aynı sıcaklıkta, nahiflikte, -Arapça'daki anlamı ile- iliklerine kadar hissedemediğimiz takdirde inanın bana ne lezzeti kalıyor ne de güzelliği.

Örneğin namaz... Şartlarını yerine getirmediğin takdirde spordan ibaret oluveriyor. Her işin nasıl ki bir adabı var, ibadetinde elbette adabı var. 

Bizi bu şekilde kusursuz donanımlarla yaratan ve çevremize binbir çeşit güzellik veren, bizi yaşamla nasiplendiren Rabbimizin verdiği görevlerde de istikrarlı, kurallara uygun hareket etmek hepimizin boynunun borcudur. Nasıl ki abdest olmadan namaz olmaz; her anımızda da Allah'ın varlığını kabul ederek yaşamaz isek ruhumuz asıl ait olduğu yere gittiğinde elbette bizden davacı olacaktır. Bizim Allah'a bir vefa borcumuz var. Bunu da kendi şartlarımıza en uygun şekilde yerine getirebilmeyi Rabbim bizlere nasip eylesin.

Selam ve dua ile kalın.

Vesselam.

/Hüma Asaf

 

12 Ocak 2021 Salı

Kavram Atlası/ Anlayış -4- YÜREĞİN İDRAKİ

Hayat kitabını okurken yüreğinle okumaya ne dersin Sevgili okurum? 

Bu ay ki yazımda sizinle gönülden konuşmaya geldim. Sıcacık samimiyetle atan kalplerinize geldim. Tıklatıyorum gönül evinizin kapısını, buyur etmenizi bekliyorum. 

Hayatı bize bahşeden Yaradana hamd ile söze başlamak isterim. Bizi bir damla sudan yaratarak, merhamet abidesi annemizin karnında hayata doğru büyümemizi sağlayan yüce kudret...

Ne bilirdik biz annemizin doğum kanalında dünyaya doğru ilerleyebileceğimiz manevraları? Nereden öğrendik o annemizin memesinden sütün nasıl içileceğini? İşte kocaman bilinmezliklerle bu dünyaya gözlerimizi açtık hepimiz. Kimimiz çok iyi yüzücüleriz kimimiz boğuluyoruz belki, kimimiz de bir tekne bulup karşı kıyıya ulaşmaya çalışıyoruz. Bu hayat denen geçici zaman diliminde anlamaya çalışıyoruz kainatı, anlatmaya çalışıyoruz dilimiz döndüğünce, aklımız yettiğince anladıklarımızı.

Kitaplar okuyalım deste deste. Ansiklopediler bitirelim, yüzyıllar öncesinden gelen bilgilere ulaşalım. Sizce sürekli değişen zamana yetişebilir miyiz? Anlayabilir miyiz önceden öngörebilir miyiz hayatın bize neler sunacağını? Kimlerle karşılaşıp hangi hataları yapıp hangi güzelliklere hangi başarılara ulaşacağımızı? Biliyor muyuz doğru ahlaka nasıl gidilir? Yüzde yüz iyi bir insan nasıl olunur? Ne okursak okuyalım ne araştırarak araştıralım hangi ilim erbabından ders almış olsak da hepsi bizi kısıtlı aklımızın götürdüğü yere kadar götürür. Aklımızda sürekli aynı sorular dolanıp durur da cevap bulamayız belki çoğuna. Çünkü bir anlama şekli de yürekle anlamaktır, yani hidayet!

Birçoğumuzun kaçırdığı temel noktadır bu. Gönül öyle büyük bir ilim deryasıdır ki aslında oradakileri ne kelimeler yeter anlatmaya ne duygular yeter ifade etmeye. İnsanın Yaradanına yaklaştıran en büyük aracı da kalbiyle beslediği samimi duygular, dualar, niyazlar değil midir mesela? Sonra annenin evladına verdiği karşılıksız sevgi şefkat... Ya hata yaptığımızda ki tevbelerimiz yürekten dökülmez mi gözyaşlarına? Kimsesiz gecelerde aslında yüreğimizle dertleşmez miyiz? Bazen kavga ederiz kendimizle bazen de en derindeki hislerimize yol buluruz gönül kıblemızle. Aslında yüreğini dinleyen insan kolay kolay yanlış yapmaz çünkü kalpler Allah'ın elindedir. Kul Rabbini de yüreği ile ettiği samimi dualarla tanır. Kalbi aracılığı ile iletişim kurar Yaradanıyla. Kıblesini doğru tuttuktan sonra yüreğinden düşen damlalar onu hep doğruya götürür. Yeter ki o kıble oku Allah'ın rızasını göstersin, yeter ki o kıble oku sevmeyi yaratan Rabbinin sevgisini kazanmayı amaçlasın. Kul hata yapar, nefis sahibidir. Bataklıklarda boğulabilir, gücü kudreti yetmez oradan kurtulmaya. İlmi, bilgisi yetmez doğru yolu bulmaya ama yürekten edeceği bir dua, bir niyaz onu belki dünyanın en güçlü en bilgili en iradeli insanı yapar. Çünkü dua Allah'a teslim olmaktır, O'na sırtını dayamaktır. O Sonsuz İlim ve Kudret Sahibi'nin yansıması tecelli eder sende. Belki kul bunu kendi duasıyla yapar, belki bir garibin duası vesile olur, belki bir sevdiğinin duası... Kulun niyeti doğrultusunda hayat da ona cömert davranır. Belki küçük görmeyip sevindirir bir yetimi de onun gülümsemesi ona hidayet kapılarını açtırır. Belki işlediği bir günahtan ötürü geceleri döktüğü gözyaşı onu Rabbine yaklaştırır ve dünyalar önüne serilir. Kul bir adım atsın yeter ki... Rahman ona koşa koşa gelir, o hidayeti, imanı arzulasın yeter ki. Yaradan ol der ve o kul rabbinin hakikat damlaları ile konuşur ve hayatı o pencereden görür. 

Bizler de duralım o büyük huzura, isteyelim gönülden hidayete ulaşmayı, belki bize de açılır o hakikat penceresi, belki sevdiklerimize vesile olur bir yürekten sızlanışımız. İman hakikati ile doğru yolu bulup o yoldan hiç ayrılmamak duasıyla, bir sonraki yazımızda görüşmek üzere... 

Allah'a emanet olun gönül dostları.

/Sükut-u Vaveyla

9 Ocak 2021 Cumartesi

Kavram Atlası/ Anlayış -3- NAKLİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Selamunaleykum Sevgili Hekimelik Yolu Okurları :)

Benim payıma rivayet yani nakille anlamak düştü bu yazıda. 

Öğrendiğimi kalbimin süzgecinden geçirip de kalemime hükmedebilirsem sizlerin istifadesine sunacağım inşallah. Niyetim budur işte. O halde hemen yazımı yazayım ki niyetimi amele dönüştürmüş olayım. 

Öncelikle rivayete bakalım. Rivâyet kelimesi terim olarak “hadisi vb. haberleri senediyle nakletmek, onları söyleyene veya yapana isnat etmek” anlamında kullanılır. Türkçede söylenti gibi bayağı bir anlamda kullanılsa da biz asla bakarız, bu din Allah tarafından korunuyor, önceki hak dinlerin başına gelen tahrifat durumu İslam için söz konusu değil, bu yüzden İslam'a dair kaynaklarımızdan şüphe etmek tutarlı bir düşünceden değil, bilgisizlikten ileri gelmektedir.

Peki nedir nakil? Kelime anlamı: bir yerden bir yere götürme, taşıma, geçirme, aktarma... 

"Dinimiz nakil ve akıl dinidir." Bize nakledilenleri akılla düşünüp kalbe geçirmektir görevimiz.

Yıllar geçti, çağlar açıldı, kapandı. Artık bir peygamber daha gelmeyecek. Peki asırlar öncesini nasıl tanıyabilecek bu nesil? Bunun cevabı nakille olacaktır elbette. 

Kur’an-ı Kerim'i, Efendimiz Aleyhisselam'ın sünnetlerini çağımıza nasıl taşıyacağız? 

Elbette nakil yoluyla! Peki bu nasıl olacak? İşte bu, hakiki İslam alimlerinin kitaplarından, kendi yorumumuzu, duygularımızı katmadan mümkün olur. 

Şu halde "Bence bu hadisin meali budur." demek yanlış olur. Zira bu konuda da hadis-i şerifler vardır:

“Kim bilgisi olmadığı halde Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki / cehennemdeki yerine hazırlansın.” buyuruyor Efendimiz. Ayetlerin tefsirlerini, hadislerin şerhlerini ve müçtehitlerin açıklamalarını hiç dikkate almadan, hevâ ve hevesine, hatta kişinin kendi arzusuna göre Kur'an’ı tefsir etmek ve hadisleri şerh etmek yasaklanmıştır.(1)

Yine büyük din alimlerinden İmamı Rabbani Hazretleri de ehli sünnet alimlerinin anladıklarında uymanın gerektiğini dile getirmiş. Öyleyse nakille anlamak demek, Asrı Saadette yaşayıp da o dönemi görmüş olan müçtehid alimlerinden bize gelen nakilleri aklımız ve kalbimizle anlamaya çalışıp, kişisel yorum içeren kaynaklardan değil, sahih alimlerin nakillerinden anlamaya çalışmaktır. 

Nakille anlamaya çalışmak, bizi bid’atlerden, bozuk ve ifsad olmuş fikirlerden, koruyan bir yoldur diyebiliriz. Çağın getirdiği bu tehlikeden korunmak için nakille anlamalıyız öyleyse... 

Sevgili Okurum, payıma düşenden anladığım, araştırıp anlatmaya çalıştığım bu konuda, minicik bir başarım olmuşsa ne mutlu bana. İstifadeli, bereketli okumalar dilerim Allah’tan. Allah’a emanet ederim her bir Okurum. 

Selamunaleykum 

Kaynakça:

TDV İslam Ansiklopedisi resmî sitesi "rivayet" kelimesi

(1) Sorularla İslamiyet Sitesi https://sorularlaislamiyet.com/kim-kuran-hakkinda-ilmi-olmadigi-halde-onu-kendi-kafasina-gore-aciklarsa-cehennemdeki-yerini

/Alem-i Batın

5 Ocak 2021 Salı

Kavram Atlası/ Anlayış -2- HENÜZ İNMEMİŞ AYETLER

Anlamak…Varoluşu, kainatı, insanı ve aklın erdiği ermediği daha birçok şeyi...

Bu nazarla bakarız, bu nazarla anlam katarız hayatımıza. Anladığımız kadarız bir nevi. Hatta bunun bir tık ötesi "hayatı anlamlı kılma çabaları ile uğraşı" değil midir? Mensubu olduğumuz, hayatımıza yön veren düşüncelerin ne olduğunun bir önemi olmaksızın her insan öldükten sonra ardında anlamlı şeyler bırakmak ister.

Peki ya okumak? İlk emirdir, bizi muhatap kılan, Rabbimizden gelen. Ümmi olan İnsanlık Serverini dahi titreten bir emirdir. “Ben okuma bilmem ki. “ sözlerinin sarf edilmesine rağmen tekrarlanan o ilahi emir...

Anlama eyleminden önce yapılması gerekendir okumak. Eni boyu yoktur, sınır tanımaz. Dolayısıyla ademden aleme hiçbir şeyi sarf-i nazar edemeyiz.

Birbiri içre olan bu iki kelimeden hareketle okuyarak anlamak, şu karmakarışık dünyanın en yalın hali hatta usulüdür desem haddi aşmış olur muyum? 

Bunu ifade ederken sığındığım nokta ise hayata bakacağımız pencere, ilahi kelamın açtığı pencere olmalıdır. Zira  nazil olan ilk emirden sonra ilahi kelamın usulüne dair de bir emrin olduğunu Müzemmil suresinden biliyoruz: ağır ağır ve dikkatlice(tertil üzere) okumak. Bunu daha geniş bir kavram olan “kıraat” ile ifade edebiliriz .

Genel manası okuyarak anlamak olan bu kavramın Arapçada karşılığı okumak, tilâvet etmek, telaffuz etmektir. Yani bize rehberlik etmesi için okuyup anlama çabası içerisinde olmalıyız.

Adıyla manidar olan (ilk duyduğumda tövbest çekmiştim ama okurken soğuk su etkisi yaptı :) "Henüz İnmemiş  Ayetler" kitabında yazar, Kur’ân’ın bir kalbe gerçekten indiğinde neleri değiştirebildiğini apaçık Asr-ı Saadet’te görürken bizim kalblerimize ne kadar indiğini, ne derece Kur’ân’la düşündüğümüzü sorgular.

Yazımı nihayete erdirirken yine kitapta geçen şu ifadelerle bombayı bırakıp kaçıyorum pimini siz çekersiniz artık. :)

"Bir kez daha soralım kendimize: Kur'an'da kaç âyet var ve şimdiye kadar ne kadarı gerçekten nazil oldu kalbimize?"

Selamette kalınız.

/Katre-Misal

2 Ocak 2021 Cumartesi

Kavram Atlası/ Anlayış -1- MİĞFER; FERASET



Her an hayat örgüsüne bir ilmek atıyoruz. Bazen oluyor ki düğümleniyoruz, şekli kaçıyor örgünün. Kimi zaman da bile isteye attığımız kör düğümlerin verdiği motifleri izliyoruz, gülümseyerek ya da hüzünlenerek.

Peki ya ilmekleri atma irademizi nasıl şekillendiriyoruz? Şu an meşgul olduğumuz işin doğruluğuna nasıl karar veriyoruz? 

Şahsi birikimlerimiz büyük oranda bize yol çiziyor aslında. Bu doğdurur yap, o kadın yazmışsa güzeldir oku; bu dükkan sahibi pek işinin ehli değil, girme… Pekala, diyelim ki bir mesele hakkında hiçbir tecrübeniz yok. Fakat o konuda kalbiniz aracılığıyla fikir sahibi olacağınızı söylesem bunu nasıl karşılardınız? Kulağa nasıl geliyor, ön yargı ya da batıl gibi mi?

Firâsetten bahsediyorum esasen. Sözlükte anlamakta çeviklik, hızlı kavrama ve sezgi gücü olarak tanımlanmış. Fakat biz müminler için kavramlar diye bir mesele vardır ki onlarla zihin dünyamızı inşa ederiz. O halde sizleri uçsuz bucaksız muhtevası olan bir kavramı, firâseti anlamlandırmaya davet ediyor olmaktan büyük mutluluk duyarım efenim. Belki birimizin gülümseyerek bakacağı bir kör düğüm atarız.

Firâset sözlük anlamında da bahsettiğimiz gibi sezgi gücünü içerir.

Şöyle bir örnekleyecek olursak: Bir mümin bir yazı okuyor diyelim, bir video izliyor olabilir ya da bir arkadaşını dinliyor da olabilir, esas noktada mümin bir bilgi aktarımına şahit oluyor. Bu aktarım %80 oranda doğrulardan oluşuyor olsun, kalan %20’lik alanın yanlışlardan ve şüphelilerden oluştuğunu, aklen anlayamasa da kalben anlıyorsa, o kişi ferasetlidir deriz.

Burada etkiliyeci olan şu: Mümin olayı anlamasa dahi söylenenin yanlış olduğunu biliyor.  Çünkü Allah için yaşıyor ve Allah onu feraset nimeti ile koruyor. 

Müminin ferasetinden sakınınız. Çünkü o Allah’ın nuru ile bakar.” buyurur Efendimiz Aleyhisselam.

Mümin feraseti… İşte burada kavram oluşturuyoruz. Feraset hızlı kavramak manasına gelebilir, mümin feraseti ise Allah’ın nuru ile bakarak kavramaktır.

O’nun emrettiği gibi yaşamak azminde isek bakış açımız rızayı ilahi ile filtrelenmiş ise baktığımız yere Allah’ın nuru ile bakıyoruz. İşte ferasetliyiz.

İşte sakınılacak bir kavrayışla bakmaktayız hayata! Yepyeni ve düzgün bir ilmek atmaktayız. Kalbin yanlışı anlamasından ve ondan uzaklaşmasından, bunun Allah’ın nuru ile bakmak olduğundan bahsettik. Peki ya nasıl?

Rabbimiz Rahman ismiyle bizlere merhamet etmiş ve her şeyi apaçık anlatmıştır ki imanımız  kuvvetlensin. “Yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır.” ayeti kerimesinde olduğu gibi. Ve hayatı tefsir olan Efendimiz Aleyhisselam bu ayeti şöyle açıklamıştır: “Kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahından tövbe edip uzaklaşırsa kalbi arınır. Tövbe etmeyip günah işlemeye devam ederse, o siyah nokta artar ve nihayet kalbin her tarafını kaplar.”

O halde her ilmeği dikkatle atalım ki ferasetle nimetlendirilelim ve  her ne durumda kalırsak kalalım motifimizin yolunu izleyelim. Ne güzel değil mi? Doğrular gösteriliyor, doğruyu seçmemiz emrediliyor. Bu gayrette olursak bir de feraset veriliyor, kalben doğruyu görme melekesine sahip oluyoruz. Rahman isminin tecellisi bizleri sarıp sarmalıyor.

O halde dualarımıza feraset ve kalp temizliğini de ekleyerek bu yazıyı sonlandıralım.

Allah’a emanet olunuz, En Güzele...

 

/Verâ



*YouTube: Feraset nedir? Hikmet Arayışları -270-

*İslam ve İhsan “Mümin ferasetinden sakının!”

*Mutaffifîn Sûresi 14.Ayet

*Müslim, “Îmân”, 231; Tirmizî, “Tefsîr”, 75

*Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, elĞCâmiu’sĞSağir, 1, 24







 


Hanım Sahabelerimiz Serisi -3- Hz. Ümmü Seleme Bint Ebi Ümeyye (ra)

  DİRAYET TİMSALİ ÜMMÜ SELEME BİNT EBİ ÜMEYYE ( R.A) Hayatından kısaca bahsetmeden önce belirtmek isterim ki sahabe efendilerimizin hayatlar...